Bölüm 1
“Reiki, kelimesinin kökeni, Rei (Heryerde bulunan) ve Ki (Yaşam Enerjisi) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. 19. yüzyılda, Japon Dr. Mikao Usui’nin eski Sanskrit metinleri ve Japon okült bilgilerinden yararlanarak geliştirdiği tedavi tekniğidir. Öğrenci, bir hoca tarafından inisiye edildikten sonra Reiki uygulayıcısı olmaktadır.” şeklinde kısa bir Reiki tanımıyla başladım yazıma ve durdum. Çünkü bu yazımda size Reiki’nin tarihçesinden, aşamalarından, uygulamalarından vs. bahsetmeyeceğim. Bunları internet üzerindeki kaynaklardan hayli hayli okuyabilirsiniz. Ben, yaklaşık beş senedir bu tekniği kullanan ve tekniğin de “master”ı olmayan sıradan bir TC vatandaşı olarak kısaca sizinle deneyimlerimi paylaşacağım.
Reiki ile ilk karşılaşmam yaşadığım şehrin, güzide bir alışveriş merkezindeki bir teyze sayesinde olmuştu. “Besili” olarak tarif edebileceğim bu teyzemiz “gel sana Reiki öğreteyim 100 milyona” diyince açıkçası irrite olmuştum ve ilerleyen zaman içinde bir başka ortamda tanıştığım, bir başka “besili” teyze de “ben Reiki ile uğraşıyorum” dediğinde, kafamda “sanırım hayatından sıkılmış ne kadar ‘besili’ teyze varsa bununla uğraşıyor, o zaman ben bundan uzak durayım” demiştim. Derken günlerden birgün bir halısaha maçına gitmek için otobüse binerken ayağımı sakatladım (ve tarihe de otobüse binmek için adım atıp da sakatlanan ‘özel’ insanlardan biri olarak geçtim.) Bu sakatlanma biçiminin salaklığına söverken kendi mail grubumda, ICQ’dan tanıdığım bir arkadaştan bir gece bir mesaj geldi, “gel istersen bacağına Reiki yapalım” diye. Kırk yaşın üstünde olduğunu bildiğim bu arkadaşın mesajını alınca “Aha kendine kurban arayan teyzelerden birisi” daha diye düşündüm ve pek de aldırmadım ilk önce. Sonra evimizin çok yakın olduğunu öğrendim ve kendisi “Sana Reiki öğreteyim istersen, hem sen öğrencisin bir ücret de istemiyorum” dediğinde de çok yaklaşmadım, ama o Cumartesi günü yapacak daha iyi bir işim olmadığı için gittim evine ve kapıda Gülüm’le birlikte arkadaşı Tijen karşıladı ki beni, birbirinden güzel iki kadını görünce karşımda Reiki Masterlar hakkındaki tüm önyargılarım silindi gitti. (Tipik erkek adam mantalitesi işte.) Tabii kursa girip Gülüm’ü dinlediğimde de silinen sadece Reiki hocalarına yönelik önyargılarım olmadı, Reiki’nin kendisine de dair fikirlerim değişti.
Şimdi geçen beş yıllık süreye göz attığımda Reiki’nin aslında hayatımı olumlu yönde ne kadar etkilemiş olduğunu görebiliyorum. Siz dizi filmlerde veya şov programlarında dalga geçildiğine bakmayın: bu Reiki gerçekten işleyen ve hayata olumlu katkıları olan bir teknik, bunu bir Reikici olarak söylemiyorum ki ben hep bunun altını çizerim, ben bir Reikici değilim. Ben sadece hayatımda Reiki’yi kullanan bir vatandaşım. Reiki eğitmeni olma gibi bir niyetim de yok, Reiki’yi kendine misyon edinip bu yolda yürümeye de. Ama yürüdüğüm yolda Reiki büyük yardımcımdır onu ekleyeyim . Peki Reiki neden böyle olumsuz yargılarla karşı karşıya ve ayrıca da Reiki gerçekten bir mucize midir, hatta tıbba alternatif midir?
Bölüm 2
Aslında ilk tanıştığımda birçok kişi gibi ben de Reiki’yi bir mucize gibi görüyordum. Fakat geçen yıllar içinde bunu bir “mucize”den öte, hayatıma çok yardımcı olan destekleyici bir araç olarak görmeye başladım ki bunda Reiki’nin hayattan kopuk bir şekilde uygulanmaya çalışıldığında hiç de öyle etkili olmadığını görmemin de etkisi vardı.
Bunu birçok farklı alanda denemiş olsam da somutlaştırarak anlaşılması açısından tıp ve Reiki ilişkisi üzerinden anlatayım. Bir kere Reiki tıbba ASLA alternatif bir yöntem değildir. Ben doktora gitmeyeyim de Reiki ile her şeyimi iyileştiririm düşüncesi, maalesef istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Reiki bir tamamlayıcı tıp tedavisidir. Yani siz hastalandığınızda doktorunuza gider, onun tedavi önerilerini alır, bu tedaviyle birlikte Reiki çalışmanızı yürütürseniz, işte o zaman sonuçlar muazzam olur. Tıbba destek olarak kullanıldığında, harika sonuçlar elde edersiniz ki ABD’de hastanelerde artık Reiki uygulama servisleri de açılmıştır bu etki gözlendiği için. Amma velakin hastalandığınızda doktor falan düşünmez direk “Reiki’m her şeyi halleder.” derseniz, evet, belki bazı sorunlarınızı halledersiniz, bu dünyada olmaz olmaz, ama genele bakıldığında problemler çıkabilir. Mesela ben halı sahada maç yaparken parmağımı sakatlamıştım ve kocaman şiş vardı, o noktada yapılması gereken parmağımı buza koymak, sonra doktorda atele aldırmak ve daha sonra Reiki uygulamak iken, ben sadece Reiki uyguladım ve parmak şimdiki yamuk haliyle kaldı. Tabii benim ki çok şükür küçük bir örnekti, ama Tiziano Terzani’nin “Atlıkarıncada Bir Tur Daha…”sında çok daha vahim örnekler vardı: Kadın kanser ve doktora gitmek yerine, kendini –adını şimdi hatırlayamadığım- bir terapi şekline teslim ediyor ve gün geçtikçe eriyor. Yazar da orada “halbuki tıbbi tedaviyle birlikte uygulasa bu çalışmayı, muhtemelen şimdiye Central Park’ta koşuyor olurdu” diye düşüncesini belirtiyor.
Bu açıdan bakıldığında Reiki, son derece etkili ve faydalı bir araç. Peki bu enerji sadece bizim inanç gücümüz veya tıptaki tabiriyle bir “plasebo” olabilir mi? Buna şu yanıtı verebilirim: Ben Reiki enerjisinin vücudumdan akışını çok net hissediyorum ve biliyorum. Ama diyelim bu sadece benim inancım, helal olsun bendeki inanç enerjisini, bu etkileri yaratabilecek güce dönüştürebilen sisteme. Helal olsun, insanın “inanç gücü”nü, sadece çeşitli tartışmalarda, karşıdakinin düşüncesini alt etmek için kullanılan “inandığın içindir bu”dan ötelere geçirip, gerçekten yaşatan bu öğretiye -ki dediğim gibi Reiki’nin sadece bir inanış olduğunu kabul edersek. Ama dediğim gibi ben bu enerjinin varlığını hissediyorum.-
Bölüm 3
Spiritüel öğretiler, tıpkı bilimkurgu filmlerinde görebileceğimiz kıyafetlere benzerler. Hani böyle kıyafeti üzerinize geçirirsiniz ve bir süre sonra şekillerini değiştirirler ya o filmlerde, işte bu öğretilerin de yapısı böyledir. İlk başta ruhani teknolojinin büyük mucizesi gibidir bu bilgiler ve üzerinize alıp geçirme kısmı, yani öğrenme kısmında da daha henüz nasıl şekil alacağı belli değildir. Fakat zaman içinde “içiniz” nasılsa ona uygun şekillenmeye başlarlar ve sonunda da ne olduğunuz, onun şeklini belirler. Kişi, hayatında neyi kovalıyorsa, elde etmeyi arzu ettiği ne ise, öğretiler de kişinin üzerinde, onun arzularına göre şekil alacaktır. İşte Reiki veya benzer öğretilerin olumsuz algılanışlarında da bu örnekle anlatmaya çalıştığımın rolü büyüktür.
Spiritüel öğretilerin çıkış kaynağı Doğu’dur. Doğu, manevi hayat ve değerlerin güçlü olduğu bir yapıyı temsil eder. Bunun tam zıddı ise Batı’dır. İşte Doğu’nun değerleri ile karşılaşan Batı, “Ne zamandır aradığımız buydu” çığlıkları ata ata Doğu öğretilerinin üstüne atlamış, daha sonra da bu öğretileri kendi yapısına uygun biçimde dönüştürmüştür. Bu dönüşümün sonunda da Doğu öğretileri, Batı Dünyası için yeni bir kar ve kazanç kapısı haline gelmiştir. (Bu pazarın ne halde olduğunu da en güzel Tiziano Terzani’nin “Atlıkarıncada Bir Tur Daha…”sında okuyabilirsiniz.) Mesela artık ABD’de adım başı Reikiciler, Yogacılar, Feng Shuiciler… bulabilmek mümkündür ve bu kişiler, insanların manevi boşluklarını doldurma çabalarından büyük karlar etmektedirler. En baştaki örneğe uyarlayacak olursak: sayılanlar gibi öğreti satıcılarının üzerlerinde spiritüel öğretiler, hani bizde otantik pazarlarda gördüğümüz Tibet işi elbiseler gibi durmuş ve satıcıların “gel vatandaş gel, mutluluğun, huzurun kralı burada” çığırtkanlıklarına eşlik eden güzel bir aksesuara dönüşmüştür. O ana kadar da “param var mı var, bastırırım paşalar gibi mutluluğun da, huzurun da gözüne koyarım” düşüncesiyle hareket eden müşteriler de koşa koşa bu satıcılara gidip, o Tibet işi kıyafete dönmüş öğretileri üzerlerine alıp geçirmişlerdir. Sonuç ne olmuştur peki? Müşteri, üzerindekini tüketince yeni arayışlara girmiştir ve satıcılar da aynı malları yeni isimlerle pazarlayıp karlarını arttırmaya devam etmişlerdir. (Piyasada klasik Reiki öğretisinin yanında, bir sürü farklı isimli Reiki olmasının nedeni de budur. Bazı eklemeler, çıkarmalarla birlikte hepsi en temelinde Reiki’dir.) Yurtdışında almış başını gitmiş bu süreç, ülkemizde de yaşanmaya başlamıştır ve daha Türkiye’ye girişi 10 sene bile olmayan Reiki öğretisi, kısa zamanda tüketilip atılan bir kıyafet markasına dönmüştür. Dışardan bakanlar için Reiki, zenginlerin tükettiği bir mal gibi algılanmakta ve farklı tepkiler toplamaktadır, içerdekiler ise “Ay sen sadece Reiki mi biliyorsun, bak ben geçen Morcivet Reiki’yi öğrendim, Zanzibarlı bir üstat bulmuş, Reiki’den beş kat daha iyiymiş” şeklinde birbirilerini yeni markalara yönlendirmektedir. Yani kısacası anlayacağınız, kapitalist sistem Doğu öğretilerini de bir güzel dönüştürüp, pazara sunmayı başarmıştır. (Eh, her şeyin toptan bozulmuş olmasına imkan yok elbet, ama maalesef kuruların yanında yaşlar da cayır cayır yanıyor anlattığım nedenlerden ötürü, bu üzücü.)
Peki diyeceksiniz ki işin “hakikat”ı ne? Kendini gerçekten arayan, özünü keşfetmeye, kendinin kim olduğunu bulmaya çalışan insanların üzerinde de öğretiler, nerdeyse hiç yokmuşçasına hafif ve şeffaf bir şekil alırlar ve kişiye yolculuklarında yardımcı olurlar. Zaten o kişilerin derdi de bir elbise bulmak değildir hani ve öğretileri de üzerlerine geçirmek için değil, onların özünü kavrayıp, içsel yolculuklarında yol haritası olarak kullanmaya çabalarlar. İşte siz de böyle olduğunuzu hisseden biriyseniz, zaten karşınıza yine kendini bu yola adamış insanlar ve öğreti üstatları çıkacaktır, tıpkı tezgahtaki satıcıların da çıkacağı gibi. Size düşen aklınızı iyi kullanmanız ve tıpkı üniversite sınavında olduğu gibi beş şıkkın içinden doğru olanı seçmenizdir. Evren, karşınıza doğru insanları çıkartmak konusunda cömerttir, ama yola ancak aklını kullanma sınavını geçen devam edebilmektedir. O yüzden hayatınızda seçtiğiniz şıklara dikkat edin derim ben. Peki nasıl mı?
Bölüm 4
“Kendini tanıma yolu”nda yürürken karşınıza sayısız bilgi ve birçok kişi çıkar. Bunların en temel özelliği, esasında hepsinin yürüdüğünüz yola bir şekilde katkıda bulunmasıdır, ama ne karşınıza çıkan her bilgi, ne de her kişi “doğru” olacak değildir. Tıpkı ÖSS sınavına benzer bu; sorunun yanıtı için beş seçenek vardır ve sadece bir tanesi “doğru”dur, diğer dördü ise yanlıştır, işte karşınıza çıkanlar arasından da “yanlış”ların elemesini yapabilmeniz için bazı ufak püf noktaları vermek istiyorum sizlere.
Birincisi, “kendini tanıma yolu” demek, gidilecek sadece bir tek yol var demek değildir. Bu evrendeki insan sayısı kadar yol vardır ve hepsi de kendi yolunda yürümektedir. Bu insanların, yolculukları esnasında, kendilerine yol gösteren haritaları da vardır. (Dinler, öğretiler, inanışlar gibi…) Herkesin yolu da, haritası da kendinedir ve eninde sonunda hepsi aynı “Bir” içinde yer almaktadır. Eğer karşınıza çıkan bir kişi veya bilgi, “sadece benim yolum doğrudur, benden başka hepsi yanlıştır” diyorsa bilin ki o bir çeldiricidir. Çeldiriciler, çok güçlüdürler ve onlara kapılan birçok kişi olduğu ve üzerinizde baskı yaratma potansiyelleri de bulunduğu için güçlü bir iradeyle birlikte aklı ve gönlü birlikte kullanabilme gücüne ihtiyaç duydururlar. Anlaşılacağı üzere esasında kişiyi çok geliştiren deneyimlerdir ve kişi “hayır burada bir yanlışlık var” deyip çeldiriciden kurtulduğu noktada büyük bir gelişim kaydeder. (Eh, anladığınız üzere çeldiricilerin kişisel gelişimde sağlam rolleri vardır.)
İkincisi karşınıza çıkan bir bilgi veya hoca, sizi sınırlıyorsa o da doğru cevabı taşımıyordur. Özellikle ruhsal rehberler konusuna özellikle dikkat edin derim. Ruhani bir hoca, rehber, bilge vs. gibi kişilerin de karşılarına çıkan büyük bir çeldirici vardır ki maalesef onu geçebileni çok azdır. Bu kişiler gördükleri hürmet ve ilgi karşısında bir süre sonra sağlam ego geliştirmeye ve kendilerini bir nevi yeryüzü tanrısı olarak görmeye başlarlar, çevrelerinde de bir sürü müritleri olur. İşte bu noktadaki kişiler, karşılarına çıkanı kendilerine bağımlı hale getirirler. Birinci maddede söylediğime bağlı olarak kendi öğretilerinin tek seçim olduğunu ve ondan ayrılmanın kişiyi yoldan saptıracağını söylerler. Zaten çevresindekiler de kişiyi “ondan daha yüce bir varlık görmedik bu hayatta” moduna sokarlar. Halbuki “gerçek bir ruhsal rehber, ruhsal rehberler yaratır”, kendisinden bilgi almaya gelenleri, bağımlamaya çalışmaz, bilakis onları, başkalarına bilgi verir hale getirmeye çalışır ve hatta kendinden de daha iyi bir hoca olduklarını gördüğünde mutlu olur. Bu durum okuduğunuz bilgiler için de geçerlidir, eğer bir bilgi sizi sınırlıyorsa, şartlara bağlıyorsa, sizi özgürleştirmiyorsa, o bilgi “Öz”ün bilgisi değildir; “Öz”ün bilgisi sizi sınırlamaz, şartlandırmaz ve sizi özgürleştirir. Bunların arasındaki farkı anlayabilmenin en iyi yolu da kişinin aklını kullanması ve gönlünü dinlemesidir. Zaten bu ikisi beraber işlediği sürece, kişi ne “yol”dan sapar, ne de yanlış seçenekleri işaretler. Doğru seçenek de her zaman, kişinin aklı ve gönlünü kullanarak bulduğu ve “bu benim için en uygunu” dediğidir.
(Akşam Gazetesi Brunch Eki’nde yer alan “Sonsuz’luk” köşemde yayınladığım yazılardan derlenmiştir.)