Savaş yıllarıydı. Ormanda Nazilerden kaçan bir genç kadın soluk soluğa bir ağacın altına çöktü. Yorgun ve uykusuz olduğu çok belirgindi. Saklanmak zorundaydı. Yoksa onu da bulurlardı ve götürecekleri yer belliydi. Üzerinde kalın kumaştan yapılmış bol bir pantolon ayağında kaba kalın botlar vardı. Elindeki kaba kumaştan yapılmış çantaya baktı. Az bir yiyeceği vardı. Belki birkaç gün idare edebilirdi, sonra… Sonrası yoktu bu günlerin. Üzerindeki ağaçların arasından güneş ışığı çok hafif sızıyordu. Uzandı biraz dinlenmeli ve sonra ne yapabileceğini düşünmeliydi.

Uyandığında gece olmuştu. Ormanın nemli soğuğu içini ürpertiyordu. Etrafta hiç ışık yoktu. Başını yukarı kaldırdı ay ışığı bile saklanmıştı. “Bu savaş bitsin tanrım” diye geçirdi içinden. İnsanlar tükenmişti artık. Nasıl bir kavgaydı bu…Tekrar uykuya daldı.

Sabahın erken saatlerinde tekrar uyandı biraz su içti. Kuşları duymak için kulak kabarttı, sonra gülümsedi hayal kuruyordu. Böyle bir cehennemde kuş olmazdı ki. Gürültü etmekten korktuğu için ayağa kalkmakta zorlandı. Günlerdir kaçıyorlardı. En sonunda onu bu ormana bırakmışlardı. Canını kurtarır ümidiyle. Henüz çok gençti. Okulunu bitirdikten sonra kendini savaşın içinde bulmuştu. Babasının ölümüyle her şey çok hızlanmıştı. Önceleri sadece savaş karşıtı birkaç toplantıya katılmış, sonra …. sonra işte buradaydı. Farklı bir dine bağlı olarak dünyaya gelmiş olmaktan başka hiçbir suçu yoktu.

Günler geçiyor ve hiçbir şey yapamıyordu. Çünkü askerler her yerdeydi. Yiyeceği bitmek üzereydi. Ayrıldığı arkadaşlarının ne olduğunu merak ediyordu. Belki hepsi ölmüştü. Kim bilir ? Neyi bekliyordu burada.

Yakınlardan gelen bir sesle irkildi. Bir inilti… Sesin geldiği yana doğru yürüdü. Ve O’nu gördü. Yaralı bir asker. Sol omzundan kanlar akıyordu. Kendinden geçmek üzereydi, son gücünü toplayarak bir kez daha baktı ve elini uzattı. Çok kan kaybediyordu. Sarı saçları toz ve terle karışmış çamurlanmıştı. Ne kadar genç ve masum olduğunu düşündü.

Gücünü toplayıp ona fazla acı vermemeye çalışarak kendi saklandığı kuytuya kadar sürükledi. Çantasından kalan suyu çıkarttı bir kısmıyla askerin yüzünü sildi. Cebinden çıkarttığı eskiden mendil olan paçavrayı ıslatarak dudaklarını nemlendirdi. “ Tanrım bu savaş bitsin” diye geçirdi içinden. Üzerindeki ceketi çıkartıp kollarını yırtarak yaranın üzerine tampon yapmaya çalıştı. Kendini çok çaresiz hissediyordu, ağlamaya başladı. Kanlanmış elleriyle yüzünden yaşları sildi, ceketinin kalan kısmıyla yarayı sıkıca sardı. Askerin başının altına çantasını yerleştirdi. Artık her şey tanrıya kalmıştı. Bacağından sızan kanı görünce askerin yakınında devrilmiş duran motosikleti hatırladı. Onu da taşıması gerekiyordu. Yoksa yine bulabilirlerdi onları. Yerinden kalktı motosiklete doğru yürüdü…

Şimdi bir başka sorumluluk almıştı. Bir can daha… Asker bile olsa yaşamalıydı o da..

Kendine geldikçe su içirmeye çalıştı ona. Asker gözlerini açıp ara sıra da olsa bakıyor ve tekrar bayılıyordu. Yaşıtı gibiydi, belki bir kaç yaş büyük…Günlerce başında oturarak ayılmasını bekledi. Aralarında oluşmaya başlayan bağ inanılmazdı. Sanki çok eski bir dost, sanki kardeşi, sanki çocukluk arkadaşlarından biri gibiydi. Bilmediği bir zamandan tanıyordu onu. Kim bilir belki savaştan önce birkaç mahalle ötede o da top oynuyordu. Bu nasıl bir kavgaydı.

Asker mucize gibi iyileşti. Çok mutluydu bir can daha kurtulmuştu. Ama artık gitmesi gerekiyordu. Zaten yiyecek bir şeyleri kalmamıştı, hem biraz yiyecek getirmeliydi. Gitti… tekrar geldi. Tekrar gitti, tekrar geldi. Şimdi artık günler onu bekleyerek geçiyordu. Bu garip savaşın içinde bu garip duygular onu biraz teselli ediyordu. Bazen gecelerini de onunla geçiriyordu. Çok az konuşuyorlardı. Hatta konuşmaya gerek duymuyorlardı.

Günler böyle bekleyerek geçerken ormanda bir çocuk buldu. 9 – 10 yaşlarındaydı. Bütün ailesini kaybetmişti. Bir rahip onu ormana bırakmıştı. Eğer yaşamayı başarırsa kurtulur diye. Kahverengi gözünün içine giren düz saçları vardı. Üzerinde eskimiş bir bol bermuda, her yanı yırtılmış kaba bir gömlek. Bir bacağı aksıyordu. Kaçarken yaralanmıştı. Adının Patrick olduğunu söylemişti.

Şimdi artık yanlarında bir de çocuk vardı. Olsun bu günahsız çocukla yiyeceğini paylaşmak ona biraz daha güç verecekti. Belki onu da kurtarabilirdi. Ela gözleri o kadar saf ve çaresiz bakıyordu ki.

Çocukla birlikte civar köylere inmeye çalıştı, belki onu birilerine teslim edebilirim diye düşünüyordu. Her yerde hala dumanlar tütüyordu. Her yer harabeye dönmüştü. Kimseler yoktu. Bu kadar insan nereye gitti diye düşündü. “Hepsi mi tanrım” diye sordu. Yine çaresizlik duygularıyla ormana geri dönüp beklemeye başladılar. Asker neredeyse her gün geliyordu. Ama son gelişlerinde sanki bir farklılık vardı. Belirgin bir şey olmamasına rağmen, içgüdüleri yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu hissettiriyordu ona. Bu düşünceleri kafasından atmaya çalıştı…

Bir gün asker gelmedi. Huzursuz oldu ama, daha önceleri de gelmediği olmuştu. Olabilir savaş bu diye düşündü. 

O günün ertesi günü gözlerini gürültülerle açtılar. Askerler gelmişti. İkisini de içinde bir sürü insanın bulunduğu bir kamyona bindirdiler. İşte son geliyordu. Savaş esirlerinin toplandığı kampın tellerle kaplı yüksek duvarları görünmüştü bile. Kimse konuşmuyordu. Kimse ağlamıyordu. Rengi sararmış bir kamyon dolusu kadın, erkek, çocuk indirildiler.

Uzun koğuşlar vardı. Soğuk duvarlar. Dışarıda toprak kazanlar, içeride patates soyanlar. Yorgun yüzler. Arada silah sesleri geliyordu, başlarını kaldırıp bu sefer kim diye bakıp tekrar işine dönüyordu herkes. Ümitler tükenmişti.

Bir gün kadınları dışarı çağırdılar. Bekleşen çocukların yanına dizdiler. Çocuk da oradaydı. Büyük binayı işaret ettiler. Hep birlikte büyük binaya doğru yol alındı. Binanın kapıları açıldı, İçerisi çok büyük ve bomboştu. Tavanlar yüksek ve yuvarlak aydınlatmalara benzeyen deliklerle döşeliydi.

Kadınlar ağlıyor, çocuklar titreşiyorlardı. İçinden “ben burada olmayacaktım, hani beni bulamayacaklardı ?” diye geçirdi. O neredeydi ?  Şaşkındı… Kadınlara döndü “ağlamayın, dua edin dedi”.

Ve her yanını yoğun gri bir sis kapladı. “hani beni bulamayacaklardı” dedi içinden.

 

Çalışmanın yapıldığı tarih / 5 Nisan 2001 – Ankara

 Işık köprüsü çalışmasının notları :

·         Gaz odası kısmına gelindiğinde Film geri sarıldı. Genç kadın gaz odasından çıkarılıp askerle buluşturuldu. (Şaşkınlık ve affetme duygularını çözebilmek için) Tek penceresi olan bir barakada bir tahta masa başında iki tahta sandalyede karşılıklı el ele oturdular. Hala aşk vardı.  Askere neden yaptığı soruldu. Zorla konuşturulduğunu söyledi. O zaman ona ait duyguların ifadesi istendi cevap sadece “görevini yapmış” oldu. Affetmesi istendi . Cevap “olan oldu artık” oldu. Affetme gerçekleştirilemedi. O zaman Reiki ile bütün duyguların temizlenip ışığa kavuşturulması istendi. Reiki yapıldı ve bir ışık içinde el ele pencereden uçup gittiler. Görüntüde hiçbir şey kalmamıştı. Affedildi mi? diye sorulduğunda cevap “hayır” olunca, tekrar geri getirildiler. Yeniden bin bir güçlükle affetme gerçekleştirildi. Yeniden gaz odasına dönüldü kapıları açılıp herkes serbest bırakıldı. İnsanları aileleri karşıladı. Genç kadın evine yalnız başına döndü. Bir kardeşi olduğunu söyledi ama askerler tarafından bir başka şehirde vurulmuştu. Kardeşinin vurulma sahnesine dönüldü. Kardeşi askerlerin olduğu yerden onlara görünmeden geçti ve kurtuldu. O da evine geri döndürüldü.

·         Kardeşinin B… olduğunu söyledi. B… Almanya doğumlu. Sol göğüs altında nedeni bilinmeyen (bir kurşun büyüklüğünde ) bir leke var.

·         Işık köprüsünün başında bir nehir olduğundan bahsedilmişti. Belçika – Fransa sınırı olabilir denmişti. Atlasa bakıldı Belçika – Fransa sınırında Belçika’dan Fransa’ya doğru akan bir nehir tespit edildi.

·         Bu yaşamdaki kadın : orman sevmez – motosikletlere ilgi duyar ama ürker – ateşli silah sevmez ama ilk eline aldığında tam hedef isabet ettirmişti – esmer erkekleri sarışınlara tercih eder – yıllarca almanca eğitimi  aldığı halde neredeyse tek kelime hatırlamıyor – trene binmeyi sevmez – resmi kıyafetlilerden hoşlanmaz  – nefesini daralttığı için çok buharlı yerleri sevmez – çok zaman uykudan boğuluyormuş duygusuyla uyanır – uzun yıllar (farkında olmadan) Hitler ve Naziler ile ilgili bilgileri araştırdı. Soykırımını anlamaya çalıştı. 

·         Bu yaşamdaki erkek : sol omzunda belirgin bir yara izi var – motosiklet sevmez – ateşli silahlardan nefret eder (oyuncak silaha bile tahammülü yoktur ) – esmer kadın özlemi çekip genel olarak sarışınları tercih eder – Almanca bölümü mezunu (iyi derecede almanca biliyor) – yıllardır çalıştığı işyerinin  sahipleri Yahudi – askerlik yaptığı dönemi anlatmaktan nefret eder – resmi kıyafetlilerden hoşlanmaz – sıklıkla (farkında olmadan) “Hitler haklıydı” lafını kullanır.

Not : Bu çalışma uygulama yapılanın izniyle isim belirtilmeden yayınlanmıştır.