Bugün yine uyandım. Yine yeni bir gün ve sabah yaşandı. Havalar gittikçe ısınıyor. Tecrübelerime göre ısınmaya devam da edecek ve adına yaz dediğimiz mevsim gelecek… Bu gece yine uyuyacağım ve yarın yine uyanacağım. Her gün aynı uğraşlarla geçse bile biri diğeriyle aynı olmayan günler yaşamaya devam edeceğim. Yemek yiyeceğim, bakacağım, dinleyeceğim, ses edeceğim, sevişeceğim, çalışacağım, konuşacağım, tuvalete gideceğim, sosyalleşeceğim, izleyeceğim, belki güleceğim belki ağlayacağım belki de düşüncelere dalacağım, bunu o anlarda bileceğim.
Yaşam ‘an’ların birbirini takibinden meydana gelen sıralı bir rüya gibi. Yukarıda saydığım onca şeyi yıllardır hiç kesintisiz yapıyor olduğum için gelecekte de olmasının doğal olacağını düşündüğümden bu denli kendimden emin söylüyorum. Yoksa iki saniye sonra ne olacağını bilmek imkansız. Ama bu öyle bir rüya ki yüzde doksan dokuz nokta dokuz tahminlerimiz tutuyor. Biz de kendimizi yaşamımızı kontrol edebilen varlıklar olarak algılıyoruz. Bir irademiz mevcut ki yaşamımızı tercihlerimiz belirliyor ve bir irade daha var ki tüm varoluşu kaplıyor bizleri de içine alarak. Bizler bu program içerisinde deneyimler ediniyoruz. Ve bir gün nasıl bu dünyaya geldiysek aynı şekilde buradan ayrılıyoruz. Yani adımız her ne ise tenimizin rengi, dinimiz, mezhebimiz, uyruğumuz, cinsiyetimiz her ne olursa olsun eğer doğmuşsak, burada bulunuyorsak önce gençleşip güçleniyor ardından yaşlanmaya, eskimeye, mevcut gücümüzü kaybetmeye başlıyoruz, (genel olasılık bu en azından) ardından da mutlaka ki ölümü de tadıyoruz, diğer tüm canlılar gibi. Ölüm sonrasında ne oluyor? Hiçbir bilgim yok, olsa da tahminden öteye geçemez zaten.
Yaşam anlardan oluşuyor şüphesiz. Ve bu anlar hep değişkenlik gösteriyor. Farklı farklı şeyler yapıyoruz bu anlarda bir gün içinde. Yalnız bir tek şey var ki ne yaparsak yapalım onsuz olmuyor. Bu tek vazgeçemediğimiz şey nefes almak. Nefes almadan ve vermeden yaşamı devam ettirmek olanaksız. Belki bir kaç dakika…, sonra yine mecburuz nefes almaya eğer yaşamak istiyorsak. Nefes alıyoruz, nefes veriyoruz… bunu hep yapıyoruz, çünkü en temel yaşam enerjimiz!
Bir de bedenimiz var. Enerjileri alan dönüştüren bir mekanizmaya sahibiz. Nefesi de onun içine alıyoruz, yiyecekleri de. Onunla ısıyı, sertlik derecelerini, ışığı, renkleri, eşyayı, sesleri, kokuları,tatları, algılayabiliyoruz, konuşabiliyoruz. Duygularımız ve düşüncelerimizde bu bedende oluşuyor ve yaşama yansıyor. Bu bedenle var olduk bu dünyada; bu bedendeyken hoşça kal diyeceğiz bu yaşama. Üstüne basa basa ‘bu’ diyorum çünkü belki başka yaşamlarımız ve başka bedenlerimiz de oldu ve hatta olacak bilemiyorum.
Yaşamdan anladığımız öyle değişken ki her şey ve öyle kesinlikten uzak ki olacaklar, geriye bir nefesimiz bir de bedenimiz kalıyor her an bir hareket, bir oluş halinde olsa da bizden ayrılmayan, uzaklaşmayan.
Ancak biz ne yapıyoruz? Bu durumun farkında bile değiliz çoğu zaman. Nasıl olsa onlar bizimle diye önemsemez, akla getirmez haller içindeyiz. İlla bir musibetle mi karşılaşmamız lazım nefesimizin, bedenimizin, sağlığımızın kıymetini anlayabilmek için. Öldükten sonra ne olacağını bilmek mümkün değil ancak bu yaşamdayken henüz kendi varlığımızı yüksek potansiyelinde kullanmak yerine gırtlak kanseri olana kadar sigara içmek yahut hareket edemez hale gelene kadar yemek yemek mi gerekir.
İnsan kendini en güzel şekilde geliştirebilmek gibi bir özelliğe sahiptir ve aynı insan ‘Eşref-i Mahlukat’ denen ‘yaratılmışların en şereflisi’ olarak anılan bizler kendimizi akla hayale gelmeyecek hallere de sokabilmek becerisine aynı anda sahibiz. Yaşamımız yaptığımız seçimler doğrultusunda devam etmektedir. Seçimlerimizin kalitesi bizi ulaşmak istediğimiz hedeflere de götürebilir, yargıladığımız, eleştirdiğimiz, küçümsediğimiz, acıdığımız örneklerin yanına da…
Öyleyse ‘Anda Farkındalık’ diyebileceğimiz kendini bilme ve kontrolü elinde tutma becerisine sahip olmak seçimlerimizin bizi istediğimiz noktaya taşımasına ve en önemlisi şimdide olan anı ‘yaşayabilmek’ (geçmiş melankolisinden ve gelecek kaygısından uzak olma hali) için hayati önem taşımaktadır. Elbette ki geçmiş anılır ve gelecek için planlar yapılır ancak asıl olan şimdidir; bizi geçmişten getiren ve geleceğe taşıyan.
Peki bunu yapabilmek ne denli mümkün ve eğer mümkünse yolu, yöntemi nedir?
Öyle güzel ve basit bir cevap ki… yukarıda okuduklarınız doğrultusunda sizler de yakaladınız püf noktasının nefesolduğunu. Çünkü eğer amaç anı yakalamak onun farkına varmaksa bunun yolu her an değişmeksizin olup biten şeyden geçmektedir.
İç organlarımız arasında bizim kendi irademize bırakılan yalnızca ciğerlerimizdir. Akciğerlerimiz bizim kontrolümüzle çalışırlar ancak biz bunu önemsemez ve istemsiz kas hareketiymiş gibi kullanırız onları. Kendi isteğimizle hızlı yahut yavaş nefesler alabilir, nefes almadan ne kadar kalabileceğimizi deneyebiliriz. Nefes kontrolü hem çok kolay hem de oldukça zordur. Çünkü eğer yeterince kolay olsaydı intihar vakalarının çoğu ‘Nefes almadı, öldü’ olarak çıkardı karşımıza.
Nefes, bedenle zihin arasındaki köprüdür. Şimdiyi deneyimleyen bedenimizle, önceleri ve sonraları yahut uzakları düşünen, olasılıkları, farazileri kendine iş edinen zihnimizi birbirine bağlar. Nasıl nefes aldığımızı fark etmek, onu izlemek, zihnimizi nefesimize odaklayarak aralarındaki ilişkiyi pekiştirmek zihnimizi şimdiye çeker. Zihnimiz burada bulunarak bizim için iyi olan davranış biçimini şimdiyi analiz ederek, duygularımızı şimdide çözümleyerek seçer. Çünkü ilahi bağlantı yani özsel, içsel, ruhsal bağlantı ancak ve ancak şimdide kurulabilir. Bu da öncesiz ve sonrasız yani zaman kavramından ayrı tutulmuş bir durumdur. Böylelikle yapılan seçimler ve yaşanılan anlar ‘hakikat’ bilincinde olur. Bu da bu yaşama geliş amacımız değil midir? Hakikat’i Hakk’ıyla an’lamak ve yaşa’mak.
Elbette doğru nefes almak, nefesin farkında olmak kişiyi tek başına mesut ve bahtiyar, kendinden emin kılamamaktadır. Çünkü zihin sağlığı yerinde değilse istediği kadar şimdi de olsun ruhsal bağlantıyı doğru kuramayabilir ve bu durum üç ayaklı bir tripotun bir bacağının kısa kalmasından kaynaklanan bol sarsıntılı yaşamı demektir.‘Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur’ sözünün net bir şekilde açıkladığı gibi bedensel sağlık zihin sağlığını doğrudan etkilemektedir. Belli bir aşama kaydedildiğinde ise zihinsel sağlık bedensel sağlığa hakim denilebilir, hem olumlu hem de olumsuz anlamda.
Sağlıklı olmak, hasta olmamak değildir; canlı, istekli, kuvvetli olmaktır. Dinç olmak, her an her şeye hazırlıklı olmaktır. Sağlığımızı beslenme dediğimiz enerji alışıyla ilişkilidir. Aldığımız gıdalar kendi niteliklerine göre bedenimiz içerisinde işlemlerden geçerek bizlere karışır. Bedenimizin işlevini yerine getirmesine yardımcı olur. Bir nevi yakıt görevi görür. İçimizde dönüşüme uğrayan besinlerin artıkları da tıpkı egsoz gibi dışarı atılır hem de farklı yollardan…Yediklerimiz ve içtiklerimizle bedensel kimyamız değişir. Kendimizi çevremizi algılayışımız değişir. Yaptığımız fiziksel egzersizler de sağlığımızı etkiler. Canlı, kuvvetli ve dinç olabilmek için spor yapmak yahut bedenimizin hemen her kasını çalıştıracak hareketlerde bulunmak gerekmektedir. Beslenme şeklimiz ve hareket seçimlerimiz bedenimizdeki hormonları, salgı bezlerimizi yani kimyamızı etkilemektedir.
Duygularımız da her an değişen kimyamıza bağlı olarak belirmektedir, dışardan gelen ve/veya zihinsel etkilerle birleşerek. Duygularımız her an oluş halinde olan sindirim sistemimiz, dolaşım sistemimiz, sinir sistemimiz, duyularımız ve zihnimizle etkileşim halindedir. Bu etkileşim nefesimizi doğrudan etkiler.
Yine geldik şimdiye ve nefese (zaten istesek de ayrılamayız). Beden, ruh ve zihinden oluştuğumuz göz önüne alındığında bu üçünü birbirine her an bağlayabilmenin ve bu bağlamda büyük sorumluluğu bulunan nefesimizin kontrolünü elimizde tutabilmenin ve onu hak ettiği özgürlükte kullanabilmenin en azından beş bin yıldır bilinen en iyi yolu yogadadır.
Yoga Sanskrit dilinde bir sözcüktür. Birleştirmek, bütünleştirmek, boyunduruk altına almak manasına gelen ‘yug’ ve ünite anlamına gelen ‘yoke’ köklerinden geldiği bilinmektedir. Kendini ismiyle açıklayabilen yoga, birer ünite olan beden ruh ve zihni hem kendi aralarında uyumlayan hem de yine bir ünite olan insanı tüm evrenle birleştirmeyi amaçlayan bir metotlar bütünüdür.
Yoga sanılanın aksine ne sıkıcı bir disiplin, ne bir din ne de akrobatik hareketler olmadığı gibi et yememek ya da ‘bir lokma bir hırka’ diyerek bağdaş kurmak ve ellerini belli bir biçimde tutarak ‘om’ sesi çıkartmak, bu dünyadan elini eteğini çekmek yahut da yaşama sevgi kelebeği zihniyetiyle bakarak pasifleşmek değildir. Yoga kişiyi yaşam biçimi ne olursa olsun bağımlılıklarından kurtaran, tek bir çatı altında tüm varlığını (malı mülkü bir an için geçelim) bedenini, zihnini ve ruhunu toplayan ve yaşamdaki yerini sorumluluklarıyla bulmasını sağlayan çok etkili bir yöntemdir.
Bu yöntemde vücudumuzun her bir santimetre karesini çalıştırmayı hedefleyen duruş ve hareketler (yalnızca sırt bölgemizde beş yüz adet kasımız olduğu göz önüne alınırsa yogada üç binden fazla birbirinden farklı hareket ve duruşun olması doğal, değil mi?), nefesi bilinçli kullanmayı hedefleyen teknikler ve konsantrasyonu geliştiren egzersizler bir aradadır. Yoga varlığımızdaki her şeyi (bedenimiz, nefesimiz, sesimiz ve düşüncelerimiz) gerçek potansiyelimizi ortaya çıkartmak için bir araç olarak kullanır.
Yoga içeriğindeki hareketler, duruşlar, nefes egzersizleri, konsantrasyon çalışmaları belli bir süre düzenle, yapıldığında yüzleşmekten, kabul etmekten korktuğumuz negatif yanlarımızı ve taşımaktan çekindiğimiz sorumluluklarımızı tüm çıplaklığıyla fark ederiz. Fiziksel olarak güçlenmeye başladığımız anda zihinsel ve duygusal olarak da güçleniriz. Kazandığımız bu güç ve esneklik tüm yaşamımıza bizimle beraber yansır. Eğer istiyorsak mevcut durumumuzu değiştirecek gücün içimizde oluşmaya başladığını da hissederiz. Özgüvenimiz, özsaygımız, öz sevgimiz yükselir. Üstelik bu zannettiğimizden çabuk olmaya başlar ve biz ulaşmak istediğimiz noktaya varıncaya dek yoga uygulamasına devam edebiliriz. İstediğimiz zaman yogaya başlayabilir ve istediğimiz zaman bırakabiliriz. Önemli olan yaşamı oluşturan şu anlarda duygularımızı, düşüncelerimizi ‘kendimizi’ fark edebilmek ve ancak şimdide kurabileceğimiz ilahi bağlantıyı kurarak tüm evrenle aynı anda bütünlük duygusunu, bu içsel coşkuyu yaşayabilmektir. Bunu ne derece yaptığımız yalnızca kendimizi ilgilendirir. Yoga kendi adından da anlaşıldığı gibi tek bir ünite olarak yapılır. Aynı sınıfta başka insanlarla birlikte yapıyor olsanız bile siz yalnızca kendi bedeninizin sınırları içinde kendi nefesinizi ve zihninizi kullanarak yapıyor olduğunuzu aklınızdan çıkartamazsınız. Yaptığınız her hareketin her davranışın sonucunu yine yalnızca siz göreceksinizdir. Yaşamın ta kendisi de böyle değil midir?
Yaşam birbirini takip eden anların sıralı rüyasıdır. Bu anlar takibinde yaptığımız her eylem bir sonraki anın durumunu oluşturur. Kim ne derse desin kehanetler neyi söylerse söylesin geleceği bilen yalnızca Allah’tır. Bizim üzerimize düşen yegane sorumluluk elimizden geldiğince gerçek potansiyelimizi, içimizdeki gücü, iyiliği, tanrısal özü fark ederek yaşamak ve bize verilen ‘Eşref-i Mahlukat’ ünvanını taşımaktır.
İşte yoga dininize, renginize, uyruğunuza, yaşınıza ve cinsiyetinize bakmaksızın yalnızca ‘insan’ oluşunuzla ilgilendiğinden ve beş bin yıldan beri dünyada uygulanan en etkili yöntem oluşundan dolayı benzersizdir.