Uzunca bir süre, yoganın birtakım fiziksel duruşları kusursuzca becerebilmek ile ilgili olduğu gibi, aslında içten içe inanmadığım bir sanıyla kendimi yıprattım. Pek çok dersten “Bugün de başaramadım, yapamadım…” diye çıktığım oldu. Bu düşünceyi pekiştiren durumlar da yaşadım.

Örneğin bir gün dersin birinde, hayatında ilk kez yoga yapan bir öğrencinin ileri seviye bir duruşu kendiliğinden yapıvermesi karşısında hocamız heyecanlanarak “Ay bakın bakın ne güzel yoga yapıyor! Doğuştan yogi maşallah!” dedi. Bu saptamaya göre ben sittin sene “yogi” olamayacaktım:) O anda ne hissettim? Utanç. Utandım.

Bir başka derste bir başka hoca, “kolay duruş” anlamına gelen Sukhasana’da yere inmeye hiç niyeti olmayan dizlerimi görünce sınıfın ortasında şaşkınlıkla “Why are you so stiff? You are so stiff!” (Kasların ne kadar katı/gergin, neden böyle?) dedi, birkaç kere.  Bir an yanıtın gerçekten de bende olduğuna inanıp düşündüm ama diyecek başka bir şey bulamadım: “I don’t know, this is my body…” (Bilmiyorum, benim bedenim böyle.)

Sonra geri çekildim. Yogayı çok seviyordum oysa. Bedenim de çok seviyordu ama ruhum çok yıpranmıştı. İçimde “doğru olanı” bilmeme rağmen. (Ders 1: Uygulamadığın her bilgi, çöptür.) Kendimi kimseyle kıyaslamadığım ve kendi yolumdaki minik adımlar beni halihazırda çok mutlu ederken üstelik. Yine de: Bu düşünce çok ağır geliyordu, onu bırakacak gücü bulamıyordum, üzerine gittikçe direncim ve beceriksizliğim (!) artıyordu. Kendime bunu daha fazla yapmak istemiyordum.

Dışlanmamıştım ama dışarıda hissediyordum.

Ah işte bunlar hep ego… dememişti iç sesim bana.
“Aşırı ciddiye alıyorsun!”u da henüz duymamıştım.
Bir gün aniden içime doğuveren “Öğretmenine şefkat duy!” sözüyle de tanışmamıştım. (Bu söz, başka bir yazının konusu olsun.)

Belki de tüm bunlar kendimden bu sözleri duyabilmek içindi.
Zaten sonra hepsi geçti. Ders 2: Her şey geçer. Geçmesine izin ver.

Bunları niye paylaştım? Aslında yoga yapmak istiyor fakat kendinize “esnek değilim, ama çok şişmanım, zaten fazla yaşlıyım, bedenim çok güçsüz, tembelim…” gibi bariyerler koyuyor olabilirsiniz. Kısacası “yoga için yeterli” olmadığınızı düşünebilirsiniz. Olur, düşünün. Peki bu düşünce, gerçek mi? Gerçek değilse, bırakalım geçsin mi?

Yoga, dergi kapaklarında, internet sitelerinde gördüğümüz ileri seviye duruşları yapan fit vücutlu insanların üye olduğu popüler bir kulüp değil. Olay zaten dışta, dışarıda, kabukta da değil. Herkes yoga yapabilir.

Matın üzerine geçtiğinizde artık “Ben şöyleyim, ben böyleyim, kalçam büyük, tişörtüm eski, taytım tarz, saçım güzel, boyum kısa”lar kalmaz. Bunlarla uğraşmamayı öğrenirsiniz. (Bunlarla uğraşmamanın öğrenilebileceğini öğrenirsiniz her şeyden önce.) Kendinize yakıştırdığınız ya da bir yerlerden edindiğiniz iyi-kötü tüm sıfatları, etiketleri güzelce bir kenara bırakır, dilerseniz dersten sonra almayı seçtiklerinizi alır, artık ihtiyacınız olmayanları ise bıraktığınız yerde unutur gidersiniz.

Seçme gücünüzü keşfedersiniz.  Ayırt edebildiğinizi fark edersiniz.

Bu keşifler çoğu zaman bedenle başlar, nefese, zihne ve öze doğru genişler; zamanla kendinizle ve diğer canlılarla, nesnelerle kurduğunuz ilişkilere, hayatınıza yansır.

Muhtemelen katıldığınız ilk derste –adını koyamasanız da-  bir şeyler fark etmeye başlamış ve “Şimdiye kadar niye yapmamışım ki?” demişsinizdir. İlk dersinden çıkan yoga öğrencisinin yüzüne yayılan gülümseme bir nevi mutluluğun resmidir. Koşulsuz, beklentisiz, yalnızca var olmaktan duyulan bir mutluluğun.

Fiziksel ya da ruhsal olarak hangi seviyede olduğunuz fark etmez, kendinizi vererek yaptığınızda, yaptığınız yüzde yüz yogadır. “Oh, ne kadar güzel, ne kadar şahane yoga yapıyorum!” deyin hadi, hem de neşeyle, dolu dolu söyleyin, içiniz, gönlünüz rahat olsun:)

Deniz Yalım Kadıoğlu