Nedenini bir kenara bırakırsak, bu yazıda işlenemeyecek kadar çeşitli bilimsel veya teolojik sebepler öne sürülmekte çünkü, hepimiz belli bir karakterle geliriz dünyaya. Hepimizin zayıf noktaları ve güçlü yanları farklıdır. İnsanı inceleyen her alan bu farklılıkları belli özellikler doğrultusunda gruplandırmıştır. Jung’ın arketipleri, ya da Profesyonel koçluktaki Şemalar bu tip kategorizasyonlardır. Teknik açıklamalara girişmeyeceğim fakat komik bir özetle hobbbitler-elfler-insanlar-cüceler, hava bükücüler-ateş bükücüler- su bükücüler- toprak bükücüler gibiyiz aslında. Özel yeteneklerimiz, kendimizce zaafiyetlerimiz var. Kimimiz sanat zekasına sahibiz, kimimiz matematik. Kimimiz yalnız kalmaktan korkuyoruz, kimimiz başarısız olmaktan. Kimimiz lideriz, kimimiz organizatör, kimimiz iyi bir öğretmeniz, kimimiz iyi bir öğrenci.

Gel gelelim, bir süredir dünyada işler böyle yürümüyor. Modern toplum  insanları tek tipleştirdi ve buna devam ediyor. Öncelikle bir ekonomik sistemin dönmesi uğruna, artı-eksi düzleminde herkesi belli konularda, belli bir aralıkta durmaya zorluyor. Herkesi üniversite sınavına tabii tutuyor mesela, herkesi yeni telefon almaya zorluyor. Herkesi bir tip güzellikle yargılıyor ve kişisel yeteneklere de ölesiye kör. İnsanın ne olduğunu önemsemiyor, hep ne olması gerektiğini dayatıyor. Bunu da emek=para denklemiyle yapıyor. Her şey için paraya ihtiyaç olduğunu sık sık vurguluyor ve para eden emek türünü de kendi belirliyor çoğunlukla. Dolayısıyla kişisel süper güçlerimiz para etmiyorsa, kendimizi şekillendirmek durumunda kalıyoruz. İyi karakteristik özelliklerimiz “in” değilse aptal yerine konuyoruz. Aynı şey kötü özelliklerimiz için de geçerli. Aynı olumsuz davranışla üç gün yargılanırken, dördüncü gün karizmatik sayılabiliyoruz. Sistemin önümüze dizdiği etiketler, insan çeşitliliğini karşılamaktan çok uzak. On tipsek, üç popüler etikete sığmaya çalışıyoruz ve en az yedi tip insan böylece heder oluyor.

Oysa, sistem ne kadar gerçekçi, ne kadar despot, ne kadar var gibi gözükse de, ve bizler onun bu gücüne hem hayran kalıp, hem de korkusuyla kendimizi yontmaya çalıştıysak da yüzyıllardır, gözden kaçırdığımız çok önemli bir hakikat var: evrende hiçbir şey yoktan var olmaz ve vardan yok olmaz. 

En baştan açıklayalım.

Bugün hemen herkeste görülen nevroz psikolojik rahatsızlığının temelinde bu durum yatar. Nevroz en basit açıklaması ile bilinçdışında yatan bastırılmış bir his/davranış ile, egonun deneyimlemek istediği his/davranışın çatışma halinde olmasıdır. Böyle bir sistemin içinde hepimizin az çok nevrotik olması oldukça normal. Olmak istediğimiz gibi, doğal biz, organik kendimiz olamıyor, sürekli olmak istediğimize yoğunlaşmak zorunda bırakılıyoruz. Bu zorunda bırakılmanın motoru ise para-etiket baskısının anın ötesine taşınması. En çok düşünmemiz gereken şu an iken, biz sürekli gelip gelmeyeceği ve gelirse nasıl geleceği belirsiz bir gelecek endişesine sokuluyoruz. Aklımız, yarınla bulandırılmış durumda.

Gelecekten çok korkuyoruz. Geleceğimizde, hepimizin kendi için düşlediği o sahnenin içinde yer alamamak kalp atışlarımızı hızlandırıyor. Ya sistemin dayattığı “güzel” olamaz ve yalnız kalırsak? Ya sistemin dayattığı “güvenli ortam” için gereken parayı kazanamazsak? Sokaklara düşer miyiz, peki bize ne olur? Sistemin “kabul edilebilir” dediği karakter özellikleri bizde çok düşük seviyedeyse, ve kimse bize katlanmazsa? Verandasında çiçekler açan, çocuklar koşturan ev hayalimiz bir anda bir göz odada yapayalnız ölen bir yaşlı kabusuna dönüşürse?

An içinde kimsenin – biz dahil- sabrı kalmadığını görüyor ve bunu kendimize yontuyoruz. Kimsenin sabrı ve vakti yokken, durup da bize kim dikkatle bakar, eğer sistemin dikkat çekmek için verdiği reçeteyi uygulamazsak?

İşte tüm bu endişeler, kendimiz olma arzusunu baskılıyor ve meydana kostümlerle maskeler çıkıyor. Bize özgü değil bu maskeler, elmaların dahi var. Parafinle kaplanıyorlar, parlak olmak için. Sistem elmaları bile tribe soktu anlayacağınız.

Oysa tüm bu sabırsızlık ve tahamülsüzlük bize karşı değil. Bakın bu çok önemli bir nokta. Bunu anlamamız çok elzem. İnsanların, doğanın istemediği, hor gördüğü, artık yaka silktiği biz değiliz, SİSTEM. Maalesef aynı şirketlerin müşteri hizmetlerinde çalışan insanlar gibi, sisteme yönelik eleştirilerle biz muhatap oluyoruz, sistem dediğimiz şeyin bir kurmaca, bir anonim olması sebebiyle. Oysa herkesin derdi bu yavanlık, bu beton dökme katır kutur maskeler, bu naylon kostümler. Herkesin içinde fıkır fıkır kaynayan şey, hakiki yaşam enerjisi. İnsanlar artık gerçek bir şeylere temas etmek istiyor. Herkesin birbirinde birkaç saniye oyalanıp bir diğerine geçmesinin sebebi bu. Her işin üç kuruş kazandırdıktan sonra sönmesinin sebebi de bu.

Çok spesifik bir şeyler bekliyoruz, gördük mü bir kere, tanıyacağız, biliyoruz. Tam ifade edemiyoruz: aradığımız aşkı, işi, evi, yemeği; anlat deseler tam tarif veremeyiz. Ama gördüğümüzde, tattığımızda tanıyacağımızdan eminiz.

İşte o şeyin adı özümüz. 

Biz ÖZÜ bekliyoruz.

Ne demiştik? Evrende hiçbir şey yok olmuyor. O zaman şeylere ne oluyor? Dönüşüyorlar…

Yonttuğumuzu, bastırdığımızı, kurtulduğumuzu sandığımız “öz ben”, sandığımız kadar da yok olmadı ve olmayacak. Başka bir forma dönüştü sadece, her zerre gibi. O formun adı bugün cinnet. Herkesin patlamaya hazır volkan gibi gezmesinin sebebi en çok da bu. Yalnızca bizim değil, nesillerin bastırılmışlığının ruhunu soluyoruz. Artık kendi olmak isteyen yaşam enerjimiz, gün geçtikçe daha sert vuruyor döktüğümüz betondan maskelere. Özü alt edebilecek, yıkıp geçebilecek hiçbir felaket yok şu dünyada, buna sistem de dahil.

Ama o sistemi yıkacaktır.

Evrenin anayasası, insanların koyduğu kurallardan daima üstündür. Bunu tarihte birçok kez deneyimledik. O günler de geldi geçti, bugün hiçbirini hatırlamıyor, bilmiyoruz. Kim bilir, o gün yaşayan insanlar da, aynı bizim gibi o acı dönemlerin içinde oldukları için dünyayı hep böyle sandılar belki de. Şimdi bizim hepi topu iki yüz, iki yüz elli senelik modern/ post modern sistemi ezelden beri var olan tek gerçek sanmamız gibi.

Oysa bu da bir evre, bir geçiştir. Negatif ve pozitif oluşumların yani zıtlıkların hiçbiri, bir diğerini tamamen yok edemez. Bu kural gereği, hiçbir sistem, hiçbir insan, hiçbir kural da, uçlara tam anlamıyla varamaz. 

Her varmaya meylettiğinde, ortalık çalkalanmaya başlar ve denge büyük dönüşümlerle tekrar tekrar sağlanır.

Şuan tam da böyle bir evredeyiz.

Bir seçim yapmanız gerekmiyor, bir karar almanıza lüzum yok.

İstesek de istemesek de, yakınlarda tekrar özümüze döneceğiz. O öz, illa ve tamamen iyi bir öz değil, çünkü yıllardır geliştirilmedi ve kollanmadı. Çoğumuzun özü yontulmamış bir kütük gibi. Sonraki evre özlerimiz üzerine çalışmak olacaktır.

Ama dilerseniz, şuan içinizde kabaran şeyleri görmezden gelmek, sisteme yönelen okları size yöneltilmişler sanarak “olmaktan” korkmak, statükoyu korumakla vakit kaybetmek yerine, özünüze gülümseyebilir, işe erken koyulabilirsiniz.

Seçim sizin.

Emine Tülin Erinç

NLP ve Profesyonel Koç, Öğrenci Koçu,