Bazen, hayatımızda uzunca bir süre, çeşitli şeylerden mahrum kaldığımız olur. Aşk ilişkileri, dostluk, iş, para vs.
Böyle durumlarda her şeye uyumlanarak hayatta kalan insan bünyesi, yine bir yolunu bularak duruma uyumlanır ve aslında eksik giden bir yaşantı içinde kendisine normal gelen bir döngü oluşturur.

Fakat bu durum alışkanlıklarla pekiştikçe, kişinin içinde bulunduğu düzlemden, daha iyi bir düzleme geçmesi de zorlaşır.
Örneğin işsizliğe alışmış bir kişi, para gereksinimi de olmasına rağmen, çalışmamaya ve sorumluluk almamaya olan alışkanlığı sebebiyle tekrar işe başlamak konusunda gönülsüz olabilir ya da zaten kabul edilmeyeceği işlere başvurmak gibi, işin toplum baskısı boyutundan da (çünkü böylece kişi çevresine “başvuruyorum ama kabul almıyorum” diyebilecektir) kurtulmaya meyledebilir.

Aynı şekilde her anlamda sosyal ilişki yaşamak isteyen, buna ihtiyaç duyan bir insan da, yalnızlığı boyunca bir ilişkinin getireceği külfetlerden muaf olduğu için, tekrar başlamak konusunda çekimser olabilir ve zaten sosyal iletişim kuramayacağı insanlarla yaptığı denemelerle bu durumu aklayabilir (beni zaten kimse tercih etmiyor).

Bu durumun en sevimsiz yanı şudur ki, kişi içinde bulunduğu döngüyü tam anlamıyla idrak edemediği için, aslında kendisini bir şeylerden, hayat tarafından mahrum bırakılıyormuş gibi hisseder günbegün. Böylece aynı zamanda tazminat alması gereken bir davacı psikolojisi de hakim olur.
Mağdur durumunu içselleştiren birey, gittikçe daha fazla eyleme geçmek konusunda kendini ketler. Çünkü artık o, ona göre mağdur olandır ve esas ona bir şeyleri vermesi gereken suçlu hayattır.
Oysa işler genelde bu şekilde işlemez. Hemen hepimizin, elde ettiğimiz her şeyin öncesinde veya sonrasında yüklenmekle sorumlu olduğumuz bir emeği vardır. Bazen çok kolay olarak iş, statü, eş, dost elde edebiliriz. Ama tüm bunların kalıcı olabilmesi için bu durumun hakkını vermek gerekir. Bazen de bir durum için önceden verilen emekler, sonuç olarak bize iyi olarak kodladığımız durumları getirir.
Her halükarda bizlerin yaşamak istediği durumlar konusunda atak, yapıcı, uzlaşmacı ve sorumluluk sahibi olması gerekir.
Hayat, hizmet veren bir şirket olmadığı için, ondan ödediğimiz yoksunluğa karşı bir bedel beklememiz istediklerimizi bize getirmeyeceği gibi, onlarsız geçen süreci de uzatarak, yokluğa uyumlanma hatta onun yarattığı konforlu alana bağımlılık gibi olumsuz durumları da beraberinde getirir.
Bu sebeple, deneyin. Neyin yokluğu varsa, hangi mesele ile ilgili eksiklik içindeyseniz deneyin.
Çünkü elde ettiklerimiz, yalnızca ödemesi olan şeyler değildir, bize olumlu etkileri de olacak şeylerdir çoğu zaman.
İçinizden bir ses “beraberlik istemiyorum, yalnızlığa çok alıştım” dediğinde, onu “evet cidden de bir ilişki şuan amma iş” diyerek onaylamaktansa, sarılmayı hatırlayın. Aşkı hatırlayın. Birlikte gezmenin keyfini hatırlayın.
Aynı ses “bu sistemde çalışmak çok zor, evde rahatım” dediğinde, onay vermek yerine işlevsel olmanın keyfini hatırlayın. Kazandığınızla özgürce gezebildiğiniz zamanları hatırlayın, insan içinde olmanın keyfini hatırlayın.
Mesele sosyal ilişkilerse, başkalarıyla gülmenin, paylaşmanın, birlikte olmanın sizde yarattığı enerjik ruh halini hatırlayın.
Aynı anne karnındaki bebek gibi.
Bebek bir süre için orada durmalıdır.
Anne karnında ömür süremeyiz. Anne karnındaki bir ömür bize hayatı vermeyecektir.
Bizi var kılan şey yaşamaktır.
Yaşayın.

Emine Tülin Erinç

NLP ve Profesyonel Koç, Öğrenci Koçu,