Hepimiz hayatımızda gün gelmiştir, ilişki konusunda aslında yeterince iyi bir oyuncu olmadığımızı, sevmeyi bilmediğimizi ya da gerçeklikle çelişen beklentilerimiz olduğunu görmüş, kabul etmişizdir. Şayet hayatımızdaki ilişkilere önem veriyorsak, sonraki evrede kendimizi toparlamak için de kolları sıvamışızdır.
Kişisel gelişim kitaplarıyla boğuşmuş, hatta profesyonel yardım dahi almışızdır ama yine de “evet, artık gayet iyi bir noktadayım” dediğimizde bile umduğumuz ilişkiye kavuşamamışızdır. Neden böyle oluyor? Evren bize hak ettiğimizi düşündüğümüz şeyi neden vermiyor?
Neden her başlayan ilişkide elimizden geleni yapmamıza rağmen ileriki günlerde ortaya koyduğumuz emeği hafife alan insanlarla birlikte olduğumuzu farkına varıyoruz? Bu insanlar bizi sevseler bile bizler kadar ilişkiye kıymet vermiyor ya da zaten vermeyeceklerdiyse neden bizimle birlikteler?
Neyi ıskalıyoruz her defasında?
Bakış açımızı.
Hayatta, aslında pratik sonuçları sürekli önümüze gelse de sadece kişisel gelişim kitaplarında kendine bolca yer bulmuş çok basit bir olgu var: değerler hiyerarşisi. Bunu konuşmuyoruz, bunu çok da bilmiyoruz ama her ilişkimizde her adımımızda yaşıyoruz, deneyimliyoruz.
Değerleri en basit şöyle izah edebiliriz. Hepimizin birer gökyüzü var, ve gökyüzünde yıldızlar. O yıldızlar bizim değerlerimiz. Kimi daha parlak, kimi daha sönük. O yıldızları çizgilerle birbirine bağladığımızda oluşan şekil, hayatımızı kurduğumuz bölge. Elbette şekli çizerken de, en parlak ve mümkün olduğu kadar sık görülen yıldızları kullanıyoruz. Herkesin gökyüzünde başka yıldızlar var, herkes başka bir evren çünkü. Herkesin şekli başka. Dolayısıyla yaşam alanı da başka.
Değerler tutumlarımızı belirler, değerler yolumuzu belirler, değerler o yolda yanımıza almak istediklerimizi belirler. Aynı seyahat etmek gibi. Afrika’ya giden insan yanına kazak almaz, keza Antartika’ya giden de parmak arası terlik almayacaktır.
Kimi için sosyal çevre ve aşk önemli bir değerdir ve hayatları buna göre şekillenir. Kimi için kariyer ve aile önemli bir değerdir, dolayısıyla bu değerleri gözeterek yaşar. Hem de hiç farkına varmadan.
Gelelim ilişkilere.
İmdi, bir insan, hayatının aşkını arıyorsa, insanlarla ilişkilerine önem veriyorsa, düşünceleri çoğunlukla bu konulardaysa bu onun öncelikli değerlerinden biridir. Dolayısıyla kişi bu değerden yola çıkarak hayata karşı bir tutum sergiler. Bu tutumun bir diğer noktası ise şudur: kişi başkaları için de aşkın ve ilişkilerin öncül değer olduğu fikri ile hareket eder. Yani birinden hoşlandığında, onu incelemeden, değerlendirmeden doğrudan o kişi için de bu değerin öncelikli olduğu kabulüyle hareket eder. Bu esnada karşısındaki kişi, iletişimin gidişatında çeşitli sebeplerle pasif davranıyor olabilir. Fakat biz zaten o kişi için de ilişkilerin önemli olduğunu peşinen kabul ettiğimizden, bu pasifliği kişinin hayatındaki sorunlara, karakterine, mesela utangaçlığına vs bağlama eğiliminde oluruz. Ve işleri onun için gittikçe kolaylaştırırız. Bizim sunacağımız ilişkiyi yüksek performans bir yapıcılık ve vericilikle rahat ulaşılabilir bir mertebeye indirir, beklentilerimizi de bir süre için olabildiğince minimize ederiz.
O zaman iş şuna dönüşür: düşünelim ki herhangi bir ürün, 300 liradan indirimle 30 liraya indi. O zaman o ürünün ne zamandır indirime girmesini bekleyen takipçileri de alacaktır, onlarla birlikte “30 lira nedir ki, belki lazım olur” diyen ama öncelik listesinde bu ürüne yer vermeyen insanlar da.
Bu noktada ilişkimizi bir ürün gibi indirime soktuğumuz için şöyle hayıflanırız ” aldı, ama hiç kullanmıyor.”
Oysa bizim için ilişkiler önemliydi, ortaya koyduğumuz emek önemliydi ve biz, ona aynı değer ve önemle katkıda bulunacak kişiyi arıyorduk. O zaman neden onu herkesin alabileceği bir yere koyduk?
Bu dışarıdan iyi gözüken yapıcılığımızın sonucunda, öncelikleri kariyer, sosyal çevre, para, yalnızlık, seyahat gibi değerler olan insanlar da “ne olur ne olmaz” diyerek ilişkimizi aldılar. Bu tutumlarını da tüm ilişki boyunca yüksek ihtimalle sürüdürecekler. Bu esnada biz ” başlangıçta ne güzeldi, ama sonradan değişti, şimdi ilişkimize önem vermiyor” diye hayıflanıyor olacağız.
Oysa onlar değişmedi, biz 30 liraya çektiğimiz ilişkinin bedelini, servis/bakım masrafı derken tekrar yükseltme peşindeyiz.
Açık konuşalım, kim 30 liraya aldığı bir ürün için, birkaç ay sonra satıcı firmaya bir 100 lira daha, sonra bir 50 lira daha yollamayı kabul eder?
Bu yazının sonuç fikri, ilişkinizi pahalıya satın değil, böyle bir sonuca varmayalım. Kendimizi de ağırdan veya hızlı satmayalım, çünkü bizler mal değiliz.
Bizler birer insanız ve bu hayatta önemsediğimiz değerler var. Bu değerlerin yaşamımızda karşılık bulmasını istiyoruz ve bu karşılık şayet gerçekle de uyumluysa bu en doğal hakkımız. Aynı şey karşımızdaki insanlar için de geçerli.
Hoşumuza giden insanları tanımadan, onların değerlerini anlamaya çalışmadan “aa bak ben de ilişki değeri var üstelik indirimde!” demeyelim. Değerlerimiz, bizi oluşturan yapı taşlarımız satılık değildir. Kimse de alıcı değildir.
Değerler, aynı görüşü paylaşan insanlarla büyütülür, geliştirilir ve herkese faydalı olması sağlanır. Mesela yardımlaşma değeri gibi. Mesela hizmet değeri gibi. Mesela sevgi değeri gibi.
Fakat biz kendimize üretici, değerlerimize satılık mal muamelesi yaparsak, insanlar da bu algı ile iş göreceklerdir.
Sonuçta tüketim çağının bu çılgın safhasında, her alınan mal gibi onların da kısa sürede asidi kaçacak ve evin bir köşesine atılacaklardır.
Bize de “bu kadar vericiyim, bu kadar yapıcıyım, çok basit şeyler istiyorum ama yine de kimse beni önemsemiyor, demek ki ben kıymet verilmeyi hak etmiyorum” diye hayıflanmak kalacaktır.
Elbette kıymetlisiniz, elbette özeni hak ediyorsunuz, kendinize meta muamelesi yapmadığınız sürece. Çünkü metanın karşılaşacağı tek muamele kullanılıp atılmaktır bugünlerde.
Değerlerinize sahip çıkın ve onları, sizinle bu değerler konusunda aynı hislere sahip insanlarla büyütmek için paylaşın. Böylece bir ilişki size kendinizi hırpalatmadan da yücelecektir.