BKM Mutfak ekibinin TV de yayınlanan bir skecinde mahzun ve masum bir genç kadın yüzünde yediği dayağın izleriyle tekrar, tekrar söylüyordu bu sözü. İzleyenler hatırlayacaktır. Halktan birkaç insan, birkaç konunun uzmanı “bilirkişi”, bir mağdur ve bir sunucudan oluşan, ekranlarda bolca muadili olan bir program canlandırılıyordu. Çalışmak istediği için kocası tarafından dövülüp evden çıkmasın diye beş gün boyunca kalorifere bağlanan ve susuz bırakılan genç kadın yediği dayağı “normal” bulduğundan susuzluğunu durmadan dile getiriyordu. Çalışmak istediği için kocası onu dövmüş ve kalorifere bağlı beş gün geçirmişti ama bari su verseydi. “Su vereydi iyiydi!”

Şimdi şöyle devam edebilir bu yazı:”Gün geçmiyor ki sayın okuyucu kadına şiddet ile ilgili bir olay daha yaşanmasın.” Ama bıktınız değil mi? Artık duymak istemiyorsunuz. Çünkü birçok başka konuda olduğu gibi duya, duya duyarsızlaştığımız şeylerden biri de bu. Savaşa, açlığa, yolsuzluğa, haksızlığa, adaletsizliğe, baskıya, kazaya, felakete nasıl doyduksa kadına şiddete de doyduk; bu haberleri duymaya alıştık ve duyarsızlaştık. İnternette arama motoruna “duyarsızlaşma” yazdığımızda birçok kaynakta şu bilgi çıkıyor karşımıza:

“ALIŞMA, DUYARSIZLAŞMA(HABİTATİON)

Alışma ve duyarsızlaşma, organizmanın uyumunu kolaylaştırır.
Uyarıcıların sürekli ve şiddetli sunulması sonucunda, duyu organlarının bu uyarıcıları bir müddet geçtikten sonra fark etmemeye başlamasına alışma denir.
Kolumuzdaki saati hissetmememizin, sabah sürdüğümüz parfümün kokusunu bir süre sonra duymayışımızın nedeni alışmadır.
Duyarsızlaşma ise uyarıcılara gösterdiğimiz duygusal tepkinin azalması durumudur. Alışma, fizik uyarıcılara (ışık, ses, koku gibi) karşı duyumun azalması, duyarsızlaşma ise psikolojik uyarıcılara (üzüntü, sevinç, korku ) karşı duygulardaki zayıflamadır.”

Kadına şiddet daha doğrusu aile içi şiddet son yıllarda daha da arttığı için değil bu kadar habere ve yazıya konu olması. Yıllardır bu konuda çaba sarf eden kişi ve kurumların da rolü var bunda. “İletişim çağının” da. En son yaşanan karakol dayağında olduğu gibi kameraların artık her yerde bizi izliyor olmasının da.

Sadece bizde değil birçok toplumda aile içi şiddet “normal”, evliliğin kabul edilebilir bir özelliği olarak görülüyor maalesef. Şiddet, toplumun uygun gördüğü bir amaç uğruna uygulanıyorsa şiddet olarak tanımlanmıyor. Toplumun ve onu oluşturan bireylerin kültürel yapısı belirliyor şiddete karşı tutumu. O yüzden kocasının hurdahaş ettiği bir kadın karakola sığındığında nasihat edilip evine gönderiliyor. O yüzden fuhuş yapan bir kadının her muameleyi hak ettiğine inanılıyor. O yüzden “Dayak cennetten çıkmadır” “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemeli” özdeyişleri söylenegeliyor yıllardır.

Diyeceğim, önce kafalardaki bu kirli birikimin temizlenmesi şart. Şiddete dair yasal düzenlemelerin yapılması değil sadece uygulanmasının da denetimi şart. Çaresiz kadınlar için sığınabilecekleri, insanca yaşayabilecekleri koşullar yaratmak şart.

Benim daha fazla yazmama gerek yok. 2008 yılında Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yaptığı “Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması” nın “Basın Bülteni” her şeyi anlatıyor. Bülteni okuduktan sonra üşenmeyin ve alttaki linki tıklayarak araştırmayı inceleyin. Bugünlerde yine bir habere konu olan-olacak kadınlardan biri belki de bu raporun oluşmasına katkıda bulunmuştur.

BASIN BÜLTENİ

Türkiye çapında yapılan araştırmada her 10 kadından 4’ünün eşinden fiziksel şiddet gördüğü ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de, evli kadınların yaşamlarında eşleri tarafından maruz kaldıkları şiddetin yakın çevrelerindeki veya tanımadıkları kişilerce maruz kaldıkları şiddet veya istismardan daha yaygın olduğunu gösteren ilk resmi istatistik elde edilmiştir.

Bu çalışma, kapalı kapılar ardında yaşanan kadına yönelik şiddetin acımasız gerçeğini gözler önüne sermektedir.

2008 yaz aylarında ülke genelinde 51 ilde 24048 hanede, 15-59 yaş arasındaki 12795 kadınla görüşülmüştür. Bu görüşmeler kadınların aile içi şiddet ve diğer şiddet türleri hakkında deneyimlerini güvenilir ve duyarlı bir şekilde sormak üzere eğitim almış 150 görüşmeci tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunların yanı sıra erkekler, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri ve meslek sahipleri gibi birçok kişinin görüşleri ve deneyimleri de kaydedilmiştir.

Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’na Avrupa Komisyonu mali destek sağlamıştır. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yararlanıcı kurum olduğu projeyi, ICONINSTITUT Public Sector, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü ve BNB Danışmanlık konsorsiyumu gerçekleştirilmiştir.

Araştırma 12 bölge için şiddet düzeylerinin farklılık gösterdiğini ve evlenmiş kadınların %26 ile %57 arasındaki oranlarda eşleri tarafından hayatlarında en az bir kez fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını göstermiştir. Şiddet düzeyinin yüksek olduğu bölgelerde şiddet daha ağır bir biçimde yaşanmaktadır.

Eşleri tarafından şiddete maruz kalmış kadınların fiziksel veya ruhsal sağlık sorunları yaşama olasılıkları şiddet yaşamamış kadınlara oranla iki kat daha fazladır. Bu sorunlar intihar düşüncelerini ve girişimlerini de kapsamaktadır. Her 10 kadından biri gebeliği süresince şiddete maruz kaldığını ifade etmiştir.

Sonuçlar aynı zamanda, eş veya birlikte olunan kişi tarafından maruz kalınan şiddetin çoğunlukla gizlenen bir sorun olduğunu gözler önüne sermiştir. Birçok kadın yaşadığı şiddeti ilk kez bu araştırma sırasında anlatmıştır.

Kadınlar nadiren sağlık kuruluşlarından, polisten veya başka destek hizmetlerinden yardım istemektedirler.

Bu çalışmanın raporu istatistikler kadar kadınların ağzından kaleme alınmış birçok anlatımı da içermektedir.

Daha fazla bilgi için lütfen: http://www.ksgm.gov.tr

Gülseren Karaçizmeli