Sosyalleşmek, her ne kadar kelime manasıyla herhangi bir şahsın, diğer şahıslarla bir etkileşimi manasını verse de, esasında eylemin kendisi şahsın etkenliğini bir noktaya kadar barındırır. Sosyalleşmek, sosyal çevre ile mümkündür ve sosyal çevre dediğimiz olgu, biz baktığımızda bize göründüğüne göre zaten çoktan var olmuştur.
Dolayısıyla kendine has kuralları, sınırları ve artıları vardır. Yazılı olmayan, kimsenin bahsetmediği, hatta bir sınırı çizilmek istense – özellikle küçük gruplar için- bayağı zorlayacak etaplara ve kaidelere sahiptir.
İnsanlar genelde bu kendine has çemberin kurallarını, etkileşime girdikleri an fark ederek, sisteme entegre olurlar ve uyum gerçekleşir.
Diyelim ki a sosyal ortamının sosyal kurallarına göre, o ortama girildikten bir ay sonra herkesle belli bir samimiyete ulaşmak normaldir. Fakat o ortama giren bir kişi bir aydan kısa bir sürede herkesle samimi olmuş, hatta çoktan bazılarıyla bozuşmuştur bile. Bir diğeri ise bir ay çoktan geçmiş olmasına rağmen samimiyet konusunda hiçbir ilerleme kaydedememiştir.
Bu insanlar normun artı/eksi dışına düşmüşlerdir. Onların adı, zorlanımlı dışa ve içe dönüklerdir.
Zorlanımlı içe dönük ve dışa dönük insanlar için, bu işler zordur. Çünkü bu insanlar, evet dışa dönükler dahi, mevcut ortamın normlarını okuyamamaktadırlar!
Dışa dönüklerle başlayalım.
İnsanlara ulaşmak, onlarla samimiyet kurmak bir nevi uçağa binmeye benzer. Önce ana kapıdan girersiniz: burada üstünüzde sizin veya çevreniz için zararlı maddelerin bulunup bulunmadığı kontrol edilir. Yani normalde yeni insanlarla tanıştığımızda onların zararlı olup olmadığını teyit ettiğimiz ilk evre.
Daha sonra pasaportunuzun olup olmadığına bakılır; bu evre de insanların zararsız olduğuna ikna olduktan sonra, aynı sosyal statüye, ortak alanlara, paylaşım sahalarına sahip olup olmadığımızı check ettiğimiz aşamadır.
Son olarak, biletinizin olup olmadığına bakılır: yani ilgili insanların bizimle birebir ilişkiler kurmak için – dostluk, yakın arkadaşlık, partner ilişkisi- izin verip vermedikleri evre. Her adımı sakince ve dürüstlükle aştığımızda yeni bir yakın ilişki kurmuş oluruz.
Fakat dışa dönük insanlar bu adımlarda bocalarlar. Çünkü onların tavırları, bir hava limanına hızla dalıp, kontrol noktalarını kontrol edilmeden koşarak geçmeye ve uçağa binmeye çalışmaya benzer. Yani insanlarla ilişkilerinde insanlara abanırlar.
Hava limanında daha ilk kontrolde düşünün ki görevliye “benden zarar gelmez, hemen uçağa binmem lazım” deyip, kapıdan zorla geçmeye çalıştık. Sonuç: polis gelir!
İşte, insanlarla ilişkilerimizde de eğer onların kontrol noktalarına ve kanaatlerine müsaade etmez ve haddimizi zorlarsak, insanlar kişisel alanlarında ihlal olduğunu düşünürler. Bu ihlal fikri bilinç dışındadır, dolayısıyla karşınızdaki insan size bilincinde “gıcık” olmaya başlarken, esas sebebi çoğunlukla farkında değildir. Fakat beynimiz neden-sonuç ilişkisi ekseninde çalıştığı için, bilinç hemen bu gıcıklığın sebebi olabilecek bazı sebepler öne sürer: “çünkü o laubali, hadsiz, yüzeysel, basit, çok geveze” vs.
Peki, dışa dönük insan neden bu sınırları ihlal derecesinde acele etmekte ve insanlarla olan ilişkilerine abanmaktadır? Çünkü, kendisi ile yalnız kalmak istememektedir. Kendisinde var olan veya var olduğunu düşündüğü/sandığı bir takım şeyler onu rahatsız etmektedir. Bu tip insan, bütün bir haftayı işte veya arkadaşlarıyla geçirse bile, bir gün tek başına evde oturduğunda akşam bunalıma girer. Çünkü yalnız kaldığında, dışarıya bu kadar dönük olmadığında veya dışarıda/çevresinde ilgisini kendisinden çekecek şeyler olmadığında kendiyle baş başa kalmaktadır ve bu onu fazlasıyla korkutmaktadır.
Gelelim içe dönüklere.
İçe dönüklerin sosyal ortamdaki tavrı ise, yine hava limanı metaforundan gidecek olursak, ana kapıda ilk kontrole geldiklerinde “ben böyle bir muameleye gelecek insan mıyım!” deyip, geri dönüp gitmeye benzer.
Alıngandırlar, sosyal ortamın temel normları onları ürkütür. Sosyal ortamın kurallarına göre dışa dönükler laubali görülüyorsa, aynı ortam içe dönüklere göre toptan laubalidir. Savunma mekanizmaları, normal insanlarla kıyaslarsak, -normal insanların savunma mekanizması hava limanıydı, hatırlayalım- Pentagon’un savunmasına denktir. Tüm bu tavırları sonucunda, dışa dönükler çoğunluk tarafından “gıcık” addedilirken, içe dönükler de “tuhaf” olarak görülürler.
Peki, onlar neden böyledirler?
Çünkü onların da aynı şekilde, kendileri ile ilgili farkında oldukları veya öyle olduğunu düşündükleri kusurları vardır. Bu kusurlar, dış dünyada komik, dalga geçilecek, acınacak veya sadece saçma görünebilir, ama içedönüğün iç dünyasında bir mana kazanırlar. Nasıl yani mana?
Çok basit ve güzel bir örnekle izah edelim: düşünün ki pijamalarınızı giyip, yatağa girdiniz ve kitap okumaya başladınız. Oldukça normal, sıradan bir davranış. Fakat bu ortamı daha manalı ve estetik de görebilirsiniz, aynı filmlerdeki gibi. Hafızanızı tarayın: tipik bir Hollywood film başlangıcı gelsin aklınıza; geleceğinde yaşanacak romantik olaylardan bir haber olan genç kız, yalnız ve masum, odasında pofidik pijamalarıyla, kitabını okumaktadır. Pofidik pijamalar onun masumiyetine, kitap entelektüel eğilimine, odası ise kendi küçük dünyasına işaret eder.
Bakın, normal bir olayı, estetik ve daha derin manalı bir sahneye çevirdik.
İşte bu insanların zorlanımlı içe dönüklüğünün sebebi budur: kendi içlerinde kusurları bir estetik vizyon, bir derin mana, bir senaryonun motifi anlamı kazanmaktadır.
Dolayısıyla bu algıya tutunan içe dönükler, normal, sıradan, basit, hatta saçma algılanabilecekleri gerçeklikten kaçarlar.
Fakat özünde gördüğümüz gibi, zorlanımlı içe dönüklerin de dışa dönüklerin de derdi aynıdır. Yani mükemmelliyetçilik. Kusurların da doğal olduğu, bazı kusurların düzeltilebileceği, bazı kusurlara rağmen ise kişinin kendindeki güçle yolunda ilerleyebileceği fikri, onlara yabancıdır, çünkü kusurlarını farkında değildirler. Biri onları görmemek için alabildiğine kendinden kaçmakta, diğeri ise onları makyajla süsleyerek ilahlaştırmaktadır.
Zorlanımlı deyip durdum dikkatinizi çektiyse. İnsanın kendi karakteri de içe veya dışa dönük olabilir. Bu onu, rahatsız etmeyecek ve ona norm ihlali yaptırmayacaktır. Örneğin kişi dışa dönüktür, sosyaldir ama haddini aşmıyordur ve çevresinde bir kalabalığın olması onu rahatsız etmiyordur. O kalabalığa “muhtaç” değildir, o böyle biridir yalnızca. Yapıdan içe dönük bir birey ise tuhaf değildir, sadece daha az insanla daha mutludur. Hayatında karşılaştığı insanları, alınganlık ve savunmayla aşırı itmiyor, içten içe herkesin onu onaylamasını beklemiyordur. Sadece çoğu insanla arasında nezaket sınırlarına uygun bir biçimde mesafe vardır, o da böyle biridir.
Fakat zorlanımlı olarak dışa veya içe dönük insanlarda huzursuzluk vardır. Aslında ya daha az ve öz insanla iletişim kurmak istiyorlar ya da daha fazla insanla birlikte olmak istiyorlardır ama, kusurlarını gizleme baskısı, onları olmadıkları bir insana dönüştürüyordur.
Sonuçta ikisi de çevrelerince yanlış anlaşılır, ikisi de bir türlü insanlarla gerçek samimiyete dayalı ilişkiler kuramaz, ikisi de yalnız kalır.
İkisinin de dersi aynı fakat yolları farklıdır. Dışa dönüğün kusurlarıyla birlikte bir bütün olduğunu kavraması, iyi özelliklerinin bazılarının o kusurlar sayesinde var olduğunu görmesi ve önce kendisine onay vermesi gerekir.
İçe dönüğün kendi dünyasından daha estetik birçok kusurun, kendi dışında da olduğunu görmesi, tüm yaşamın hikayesinin herkes için bu denkleme oturduğunu farkına varması gerekir.
Dolayısıyla ikisinin de, en nihayetinde, artı ve eksileriyle evrenin gidişatının bir parçası olduklarını farkına varmaları ve daha da önemlisi iradeye sahip olduklarını görmeleri gerekir.
İrade bizimdir. Kusurlarımız olabilir. İyi yanlarımız da vardır. Bir kusur ettiğimizde iyi yanımızla da var olabilmek, irademiz dahilindedir. Kusurumuzu görüp, onun fısıltısını duyup, yap dediğini yapmamak da irademiz dahilindedir. Dahası, kusurlarımıza rağmen yolumuzda yürümek irademizin en yükseldiği andır.
İradenize bir şans verin.