İlginç bir şekilde bu yazı fazlasıyla didaktik oldu. Didaktik olmamayı seçtiğimi, yazılarımı takip edenler bilirler. Bu yazıdaki yolculuğumuz farklı oldu. Biraz da akışı bu şekilde yakalamak gerekiyor demek ki.

Sezgi, bilgi kaynakları birbirinden tamamen farklı olan, içgüdü ile karıştırılır. İçgüdüler insana özgü olmayıp, tüm canlıların temel yaşamsal işlevlerini koruyabilmeleri için gerekliliklerini hatırlatan bir uyarı mekanizmasıdır. Sezginin kaynağı ise, yaşamsal kaygılardan daha derinlerdedir. Sezgi, kaynağı itibariyle, seyr-i sülûk halinde rehbere dönüşebilen bir ustadır.

Sezgi, sözde bilinmeyenden gelen bilgidir. Bu bilgi ne kadar bilinç seviyesine ulaştırılırsa o kadar mantıklı(!), inanılır(!) ve güvenilir(!) olur. Yaklaşamadığı durumlarda ise, sezgiyi değerlendirenler için bir soru işaretine dönüşür. Şizofreni ile karıştırıldığı temel nokta da burasıdır.

İnsanlar iç ve dış dünyayla bağlantılarını bilgi aracılığıyla yaparlar. Bilgi ise, beyin sistemimiz içinde şu ya da bu yöntemlerle toparladığımız veriler yığınıdır. Unutmamak gerekir ki, beynin tamamını kullanmıyoruz. Beynimizin bu kullanmadığımız ve yönetmediğimiz, yani farkındalığımızın olmadığı, alanlarda da bilgiler toplanmaya ve dönüştürülmeye devam eder. Beynimiz bu işlemleri yapadursun, bizler beynimizin bu alanından gelen bilgilerin farkına varmayız.

Bilinç seviyemizi bu bilgileri değerlendirebilecek düzeye ulaştıramadıktan sonra, bu durum bizde yansımasını hissetmek şeklinde gösterir. “Bana öyle gibi geldi.” deriz. Farkındalığımızın seviyesi bu noktada kalır. Bizlerin tekamülünü sağlayacak olan, sezmekten öte, sezgilerin değerlendirilmesi ve sonuçlarını alınması sürecidir.

Beyin beş duyunun topladığı verilere dayanarak çalışır.Beyin belli bir kapasiteye ulaştığında beş duyuyla gelen bilgiyi en iyi şekilde harmanlayarak, doğru bilgiye ulaşabilir. Beyin beş duyu organımızla algıladığımız bilgilerden daha farklı bilgileri de toplamaktadır. Bu bilgilere, beş duyumuz dışındaki altıncı, yedinci, sekizinci duyularımızla ulaşabilmekteyiz. Buradan gelen bilgiler beş duyudan gelen bilgilerle bir havuzda toplanır. Akıl bu bilgileri düzenleyerek, yeni bilgilere ulaşılır. Bu bilgiler ışığında da üst seviyedeki neticelere ulaşılır. İşte bu düşünme ve bilinç seviyesinde evrenin genel geçer yasalarına, kainatın dilini anlamaya vakıf olur. Bu noktada sezgi, zihnin derin tefekkür halidir.

Bu yol tuzaklarla dolu bir yoldur. En büyük tuzak ise nefsimizdir. Kendimize karşı dürüst olmayı kaybettiğimiz noktada, tuzaklara birbiri ardınca düşmeye başlarız. Ta ki nefsin hile yöntemlerinin farkına varıncaya kadar.

Sezgi, iyi eğitildiğinde ve yöntemleri bilindiğinde, insanoğluna verilmiş en büyük güçlerden biridir. Sezgilerimiz sayesinden evrene uyumlanma ve evrenin yasalarını çözme sürecimizi hızlandırabiliriz.

İşte bu yüzden zaman zaman sanki olacakları önceden bilir gibi oluruz. Aldığımız kararlar o anki beyin koşullarında ve bilgi seviyesinde sanki saçma ya da hatalı gibi gözükür. Oysaki herşey sadece olması gerektiği gibidir. Yani bizlerin öğrenmeyi seçtiği şey gibi. Bizlerin yaşamak istediği deneyimler gibi.

Hayat denen seçim skalasında, hepimiz yaptığımız seçimlerin deneyimlerini yaşarız ve her an öğreniriz. Farkına vararak ya da varmayarak…İşte bütün mesele bu.

Elif Oktav Erdemli