Paranın kodları ile ilgili yazacağım bu yazının içeriğinde, başta ”Hobbit” filminden bir sahnenin fotoğrafı olan ”Ejderha hastalığı” ile ilgili biraz mitoloji, biraz Aile/Sistem Dizimi kuram bilgisi, biraz Bilişsel Hipnoterapi bilgisi ve bir de konu başlığını oluşturmamda en büyük katkı sağlamış aile geçmişimden bir hikayeyi paylaşacağım.
Konunun en sonunda paylaşacağım bu aile hikayesi belki de benim için en şaşırtıcı olandı. Belki sizi de şaşırtabilir? Kim bilir!
Hatırlanması gereken ilk şey bu dünyada herkesin aynı şekilde ve aynı miktarda kazanması gibi bir durumun hiçbir şekilde mümkün olmadığıdır. Bu gerçeği kabullenerek yaşamaya başlamak, pek çok şeyi çok daha kolaylaştıracaktır. Geçilmesi gereken ilk kapı bence budur!
Talihsiz Bir Trajedi: Ejderha Hastalığı
”Hobbit” filminde Smaug olarak bilinen Ejderha’nın kökeni, İskandinav mitolojilerindeki ”Yarı-Cüce” Fafnir’e uzanır. Mitolojiye göre cücelerin kendilerine has bir çeşit hastalıkları/delilikleri olarak ganimetlerini geçici olarak gizlemek gibi bir huyları vardı. Fakat Yarı-Cüce Fafnir ise kendine has bir metot geliştirerek ganimetlerini gizlemek yerine oldukça agresif bir savunma stretejisi geliştirmiştir. Sihirli bir şekilde Ejderha’ya dönüşecektir ve ganimetlerini terör saçarak koruyacaktır.
Fakat Fafnir ile alâkalı hikayenin günümüze kadar gelmesinin sebebi ganimetlerini koruması değil; hakkaniyetli bir şekilde bizim olanı korumamız her şekilde doğru olandır zaten. Fakat anlaşılacağı üzere Fafnir’in koruma şeklindedir. Ganimetini korumakla o kadar alâkadar olmuştur ki, ganimetinin değişim ve dönüşüm geçirmesine, büyümesine, başkalarına yayılmasına ve mutluluk getirmesine olanak tanımamıştır.
Aile/Sistem Dizimi kuramı gereği PARA her daim akan, değişen ve dönüşen bir ticaret/alış-veriş kavramıdır. Para’yı elinizin altında hiçbir işe yaramadan tutmak, onun doğasına aykırıdır ve bu sizi zehirlemeye başlayacaktır. Tıpkı Fafnir’in delicesine korumaya çalıştığı ve sonunda kendisini zehirleyerek delirten ganimetleri gibi. PARA’nın doğasında sadece kendimizi mutlu etmek değil, başkalarını da mutlu etmek yatar. Makalenin başlığında bahsetmek istediğim bu kısmı, en sonda anlatacağım aile hikayemde daha net anlayacağız.
Fafnir’in ganimetini koruma çılgınlığı o denli artmıştır ki, artık önemli olan ganimet olmaktan çıkmıştır. Fafnir’in bu sonugelmez ve artık yersiz korkusu ve savunma çabası kendi başına bir davranış kalıbına dönüşmüştür ve Psikoterapi çalışmalarında bahsettiğimiz ”Nevrotik Davranış” modeline gelmiştir. Yani artık işe yaramayan davranış ve biliş modelinin, sonu gelmez bir şekilde hayatta sürekli kullanılma çabası. Bu durum, en nihayetinde mutsuzluk ve delilik getirir. Böylece bu nevrotik davranış döngüsünde artık Fafnir kendi kimliğini de yitirerek tamamen korkusu tarafından ele geçirilmiş hale gelecektir.
PARA’sız Kalma Korkusunun Doğası
Yetiştiğimiz toplum içerisinde, hatta bütün dünyada Toplumsal Hipnoz olarak yerleşmiş bazı düşünceler ve bu düşüncelerin tarafımızdan yanlış anlaması vardır. Mesela bir tanesinden örnek verelim:
-
”Yaşlılığım/emekliliğim için para biriktirmeliyim.”
Bu cümle bir şekilde bizlerin genlerinde, geçmişinde ve duygularında kayıtlı olan bazı travmatik anılarla birleşir ve hatalı bir şekilde dönüşerek şu hallere dönüşmeye başlar:
– ”Para biriktirmek için bazı şeylerimden kısmaya başlamalıyım. Zaten para biriktirme çabam, az kazandığımdan ve pek çok zevklerimden hali hazırda vazgeçmiş olmamdan kaynaklanıyor. O zaman en temel ihtiyaçlarımdan da fazlasıyla kısmaya başlamalıyım. Yemek, giyim… Evet evet! Hepsini azaltacağım mecburen. ”
Bu şekilde dönüşmeye başlayacak olan düşünce ve davranış yapınız büyük ihtimalle bir Ejderha Hastalığına dönüşecek ve korumaya çalıştığınız paranız ve geleceğiniz sizi zehirlemeye başlayacak. Ardından korumaya çalıştığınız bu kavramlarla birlikte sadece kendinizi değil, çevrenizi de üzmeye ve mutsuz etmeye başlayacaksınızdır. Çünkü kabul edelim, yüzleşmekten korktuğumuz herşey bizi ele geçirir ve kontrolü bizden almaya başlar. Temel varoluş amacı ”yaşamın devamlılığı ve mutluluğun sağlanması” olan para, artık tam bir mutsuzluk, kısıtlanma ve bir noktada aşağılanma değerine dönüşmeye başlar.
Bütün bu yazdıklarım üzerine kimse sanmasın ki har vurup harman savurmaktan ve bilinçsiz tüketicilikten kapitalist sistemi çıldırmaktan bahsediyorum. Asla! Bu noktada öğrenilmesi gereken paramızı mutsuzluk yaratacak şekilde saklamaktan ve onu mıncırmaktan çok, paramızı nasıl değerlendirmemiz gerektiğini öğrenmemiz gerektiği. Çünkü ”PARA İLE PARA SATIN ALMAK” diye bir öğreti de var ve bu bilgilere sahip olan herkesin onu kullanmasını bekliyor(Bkz: Finans bilgisi ve Yatırımcılık). Tabii bu işin sadece bir boyutu. PARA kavramının ruhumuzdaki yerini keşfetmek işleri çok daha kolaylaştıracaktır.
Asla unutmamamız gereken tek bir şey var. Hepimizin içinde bir Fafnir yatıyor ve bazı zamanlarda çıkmak için hazır bekliyor. Eğer onunla yüzleşmeyi reddedersek, onun varlığını inkâr edersek ve bir gün biz de Fafnir’e dönüşmekten korkarsak, işte o zaman ona dönüşmemiz kaçınılmaz olacaktır. Korktuğunuz herşey bizi ele geçirir. Korkunun doğasında ele geçirmek vardır. Korkularımız geçmişte yaşanan şeylerde yatar ve endişelerimiz ise gelecekte yatmasından korktuğumuz şeylere yöneliktir. ”AN”da kalmayı başaranlar korkular ve endişelerden uzaklaşabilmeye ve gerçekleri görebilmeye başlayacaklardır.
Aile/Sistem Dizimi Çalışmasında Para Bilgisi
Katıldığım pekçok dizim çalışmasında gördüğüm bir durum var (burada Dt. Turgay Köyağasıoğlu hocamı tekrar anarak saygılarımı sunmak istiyorum), ki o da ”Çocuk gibi paranın peşinden koşarsanız onu ele geçirme şansınız çok düşüktür; ele geçirseniz bile size mutluluk vermeyecektir. Fakat siz YAŞAM ve DÜNYA ile uyum içerisinde olursanız, Para size mıknatısla çekilir gibi gelecektir.” durumudur. Para ile ilgili problem yaşayan kişilerin pekçoğunda bu açığa çıkar.
Çalışmalarda danışanın kendisini temsilen ve Para’yı temsilen 2 kişi alana alınır (elbette kim ne olduğunu bilmiyor) ve onların arasındaki uyuma ve diyaloğa bakılır. Ardından alana birincil olarak YAŞAM kavramını temsilen biri alınır (ve elbette o da kim/ne olduğunu bilmez) ve bu üçlü arasındaki uyuma ve diyaloğa bakılır. Eğer danışanı temsil eden kişi, YAŞAM’a önem vermeden direkt olarak PARA peşinde koşuyorsa, hiçbir şekilde ona erişemediğine tekrar tekrar şahit olduk. Sistem manipüle edilmeye çalışılsa bile paranın inanılmaz huzursuz olduğunu ve orada duramadığına şahit olduk (Bkz: Kazandığım nereye gidiyor anlamıyorum) ve doğal olarak kişi elde ettiği paradan hiçbir zevk alamıyor.
Peki ne demektir YAŞAM ve DÜNYA ile uyum halinde olmak? En temel anlamıyla ”AN’da olmak”tır. Geçmişin korkularından ve geleceğin endişelerinden sıyrılabilenler AN’da olabilmek için ilk adımı atmış olurlar. Fakat ötesi de var. Bunlar da ANNE ve BABA ile geçmişten günümüze akan ilişkimiz.
ANNE=YAŞAM’dır ve BABA=DÜNYA’dır… Mitolojik bilgilere baktığımızda Dünya’nın Gaia ismindeki yüce anne tanrıça tarafından insansılaştırıldığını görürüz fakat burada durum biraz daha başka. Bunun için Sigmund Freud vasıtasıyla bizlere ulaşmış Psikoseksüel yaklaşımın bilgilerine ihtiyacımız var. Ardından Sistemik Fenomenolojik yaklaşıma geri döneceğiz.
YAŞAM herşeyi kapsar ve ”içine alır” bu nedenle dişidir ve bu dişilliğim yaşamımızdaki birincil temsilcisi ANNE’dir. Çünkü dişil seksüel organ vajinadır ve vajinanın görevi ”içeri almak”tır. Kapsayıcı ve kabullenicidir. YAŞAM da kesinlikle böyledir. İyi ve kötü diye ayırt etmeden herşeyi kapsar ve kabullenir. Katil de, mağdur da YAŞAM içerisindedir, zenginlik de fakirlik de YAŞAM içerisindedir. YAŞAM herşeyi içine alır ve kabullenir.
DÜNYA ise ekileni biçtiğimiz bir platformdur. YAŞAM(Anne) bağlanmadan, Dünya(Baba) ile ektiğimizi biçemeyiz. Ekme işlemi için tohuma ihtiyacımız vardır ve Dünya’nın toprağını ”açmamız” ve ”içine bir şeyler yerleştirmemiz/sokmamız” gerecektir. Böylece toprak yeni tohumu ”içine alacak” ve biz de bu vesileyle erkek faktör tarafından çimlendirilmiş topraktan ürünlerimi toparlayacağız. Dikkat ederseniz savaşlar ve benzeri durumlar sonucu erkek nüfus azaldığında dünyaya kıtlık gelir. Bu durum kadınlar çalışamadığından kaynaklanmaz. Aksine, Anadolu’da kadınlar çok sık çalışır tarlalarda. Fakat bu dünyanın enerji alanında erkekler, bereketin enerjisini tutmakla yükümlülerdir ve onların sayısı azaldığında bereket de doğal olarak azalmaya başlar.
Toparlayacak olursak Kadın Yumurtası ne olursa olsun içinde taşır, Erkek Spermi ise bu yumurtanın kabuğunu delerek ”çoğalmayı/zenginliği” sağlar.
Geri dönelim Sistemik Fenomenolojik (Aile/Sistem Dizimi) yaklaşımına. Bu kuram gereği parayı kazanmak (parayı yaşamımıza ”almak”) özellikle Anne ile ilişkilerimizle ilintilidir. Fakat İş hayatımız ve Parayı kontrol edip yatırım haline dönüştürebilmemiz Baba eksenindedir. Nedeni ise aslında basittir. Anne hamile olduğunda belli bir zaman sonra yükü ağırlaşacak ve belki de artık elden ayaktan çekilip dinlenmesi gereken vakit gelecektir. Hamileliği süresince ve çocuğunun doğumundan sonra bile evin ihtiyaçlarını anne belirleyecek ve kontrol edeceketir. Bu sırada Baba çalışıyor olacak, aileyi geçindirecek anne tarafından tayin edilen ihtiyaçların karşılanmasından sorumlu olacaktır. Bahsettiğimiz elbette heryerde karşılaştığımız ve günümüzde çok da geçerli olan bir düzen gibi görünmeyebilir. Fakat gördüğümüz üzere günümüzeki düzensizlik halinden pek çok kişinin muzdarip olduğunu söylemeye gerek yok sanırım?
Yine toparlayacak olursak: Hamilelik sürecine Anne kendisine ve çocuğuna bakar. Bu süreçte baba hem çocuğuna, hem eşine hem de kendisine bakar. Kazandığı parayı eve teslim eder ve evden gelen ihtiyaçlar durumunda bu parayı yeniden devralıp ihtiyaçların giderilmesinde ve mutluluk oluşturulmasında, doyum oluşturulmasında kullanır. Yatırımı gerçekleştirir.
Anne ve Baba ile olan ilişkilerimiz iş hayatımızda ve para ile olan bağımızdaki çok belirleyici etkilerdir fakat bu kadarla kalmaz. Aile tarihimizde oldukça gerilere gitmemiz gereken durumlar da bazen açığa çıkabilir. Fakat iyi bir haberim var! Aile/Sistem Dizim çalışması tam da bunun için var. Rahat olabilirsiniz.
Para İle İlgili Yaşantılarımız ve Bilişsel Hipnoz
Bu konuya giriş yapmadan önce, kendi Aile/Sistem Dizim çalışmamdan bir kesit anlatarak başlamak istiyordum. Babam ile yaşadığım problemler üzerine bir çalışma yaptık. Dolayısıyla bu alana Para kavramı da dahil edildi ve ona karşı duruşum ile diyaloğum da kontrol edildi. Sonuç: Babamı görmüyordum ve babamı görmediğim için Para’yı da göremiyordum. Ne babayı alabilmiştim, ne parayı… Tabii çalışmanın tedavi edici noktaları uygulandı ve ardından alandaki duruşum değişti. Babamı görebilmeye başlamıştım ve dolayısıyla para da biraz görülebilir hale gelmişti. Henüz yine de kendisini tam olarak göremiyor ve dokunamıyordum.
Geçenlerde İstanbul’da yapılan bir Aile Dizimi çalışması sırasında, çok sevdiğim, kadim bir dostum ile bu konu ile alâkalı muhabbet ediyordum. Bu arkadaşım Özlem Müge Özel’dir ve kendisi Access Bars eğitmeni ve kesinlikle çok dolu bir kişisel/ruhsal gelişim rehberidir benim gözümde. ”Parayla ilk tanışmanız nasıl oldu?” sorusunun bu konuda ne kadar etkili olduğunu anlatırken ben de bir taraftan kendi anılarımda ve Bilişlerimde gezinmeye başlamıştım. Aile Dizimi çalışmamda parayı tam olarak neden göremediğim ve dokunamadığımı o güne kadar anlamamıştım. Bu soruyla birlikte bir anda benim hafızamda bir tıpayı açtı ve Aile Dizimi çalışmamdaki o sahne aydınlanmış oldu.
Çocuklukta babam eve para getirdiğinde onu görmemize ve dokunmamıza izin vermezdi. Odasına kaldırır ve öylece bırakırdı. Hatta para ile ilgili konuştuğumuzdaysa bizlere kızardı. Nedenini hiç bilemedik tabii ki! Geçmişteki yaşantılarım gereği ”parayı göremez ve dokunamaz” hale gelmiştim ve bu bende Bilişsel Hipnoz oluşturarak parayla gelecekte oluşacak bağlarımı etkilemişti. Aldığım hipnoz eğitimi sayesinde bu hipnotik yapıyı bozmak ve para ile ilgili yeni beceriler elde edebilmek elbette zor değildi ama bu keşif benim için oldukça büyüleyici olmuştu. Eğer Aile/Sistem Dizim çalışmasında bu gerçek açığa çıkmasaydı ve bu resim zihnimde yer etmeseydi, belki de hiç hatırlayamayacağım bir Bilişsel Hipnoz içerisinde tıkalı kalmış olacaktım. Bu resim kendi kendini değiştiriyor ve yarım kaldığı noktayı tamamlıyor şimdilerde.
Son Hikaye: Kazandığınız Herşeyde Başkasının Payı Vardır
Buraya kadar sıkıntıdan ölmediyseniz artık sıra benim aile hikâyeme geldi. Bu hikayenin baş kahramanları Büyük-büyükbabam ve ailesi.
Savaş yılları ve insanların yiyebileceği çok fazla besini yok. Olanlar da beyaz buğdayı çok bulamadığı için, daha düşük besleyicilikte ne varsa onunla beslenirlermiş. Bütün bu kıtlığın arasında büyük-büyük babam oldukça bereketli bir şekilde ambarlarını beyaz buğday ile doldurmayı sürekli başarıyor ve hasadını her sene toparlayabiliyormuş. Fakat büyük-büyükbabam oldukça açık yürekli ve hatta pek çoğunun algılayamadığı bir şekilde fazla açık elliymiş.
Ambarında 2 avuç buğday kalsa, her zaman 1 avuç buğdayı başkasına verir ve ”Ürünümüzde başkalarının hakkı var. Sattığımız başka, yediğimiz başka ama hak başka. Bu da onun bedelidir.” dermiş. Bütün yaşamını bu şekilde sürdürmüş. Ambarda depoladıkları buğdayları da genel olarak toprak çömleklerde saklarlarmış ve korurlarmış.
İşin ilginç noktası burada başlıyor. Bir gece ambardan kırılma sesleri gelmeye başlamış ve herkes telaş içerisinde ambara koşuşturmuş. Birilerinin ambarı talan ettiğini düşünmüşler. Fakat kapıları açar açmaz çömleklerin kırıldığını ve buğdayları kendi kendilerini çoğaltmaya başladıklarını görmüşler. Şaşkınlıktan uzunca bir süre konuşamayan ev halkı öylece kalakalmış ve en sonunda evin annesi korkuyla çığlık attığında buğdayların kendi kendine çoğalması durmuş. Bu olayı hiçkimseye anlatmadan tamamen susmuşlar. Derler ki, eğer bu olay olduğunda sessiz kalsalar, ambarları patlayacak kadar buğdayla dolarmış.
Dinlediğimde şaşırmıştım. Siz de şaşırdınız mı?