Zaman zaman hepimiz, anlaşılamadığımızı hissederiz. İnsanlara kendimizi ifade etmeye çalışırız, tavırlarımızla, sözlerimizle. Fakat kimse çektiğimiz acıyı, karşılaştığımız zorluğu, deneyimlediğimiz mutluluğu, hissettiğimiz hazzı göremez.
Bunun sonucunda çevremizle gittikçe artan bir iletişim problemini deneyimlemeye başlarız ve en nihayetinde bu bizi yalnızlaşmaya iter. Çünkü sosyal ilişkilerin temeli etkileşimse, biz bu etkileşimi yaşayamıyoruzdur.
Neden böyle olmaktadır?
Neden insanlarla aynı dili konuşuyor gibi gözükürken, aslında çok başka dillerde konuşuyor gibi birbirimize yabancılaşırız?
Çünkü sahiden de başka bir dili konuşuyoruzdur veya konuşuyorlardır.
Kullandığımız dil, kelimeler, kavramlar sandığımızdan daha fazla önemlidir. Beynimizin işleyiş biçimi bu konuda otomatik olduğu için, biz çoğu zaman içeride ortaya konulan muazzam çalışmayı fark edemeyiz. Oysa bunu anlamak, işleyişe vakıf olmak, insanlarla iletişimimiz açısından oldukça önemlidir.
Bir kelimeyi düşündüğümüzde, duyduğumuzda veya onu kendimiz telaffuz ettiğimizde, beynimiz saniyeden daha kısa bir sürede, o kelime ile ilgili veriyi masaya çıkarır. Örneğin elma kelimesini ele alalım. Rengi, tadı, bizde yarattığı his, elma ile ilgili yaşadığımız olumlu veya olumsuz anılar aklımıza gelecektir. Ama bu anılar bizim karakterimize göre kodlandığı için, elma ile ilgili bizim kodladıklarımız ile başkasının kodladıkları başka olacaktır. Örneğin kırmızı rengi sevmeyen biriysek, aklımıza kırmızı elma ile ilgili hoş hisler gelmeyebilir. Ya da çocukken çok elma yediğimiz için rahatsızlanmışsak, yine elma aklımıza geldiğinde olumlu şeyler çağrıştırmayacaktır.
Bir başkası için ise, tam tersine, eskiden bahçede koşup oynadığı mutlu günleri, ağaçtan elma topladığı zamanları, aile saadetini çağrıştırabilir.
Gördüğümüz gibi, çok basit bir kelime olan “elma”nın insana çağrıştırdıkları, temel bazı şeyler aynı olmakla birlikte – meyve olduğu, kırmızı olduğu, tatlı olduğu gibi- kalan tüm kodlamalar başkadır.
Elma, yalnızca bir meyvedir, ve çoğunluğun hayatında, hayati bir önemi yoktur.
Oysa bir de hayati öneme sahip, soyut bazı durumları ifade etmek için kullandığımız kelimeler vardır. Sevgi gibi, fedakarlık gibi, kabul edilmek gibi, güvenmek gibi, aşk gibi.
Şimdi düşünün, elma gibi somut, elle tutulabilen, gözle görülebilen bir olgu, hepimizin zihninde bu kadar başka kodlanabiliyorken, soyut olup görülemeyen bu kavramlar nasıl farklı anlamlara gelebilir?
Örneğin güvenmek kavramı. Kişinin karakteri, yaşadıkları, bu konudaki tatmin seviyesi, hemen hepsi onun güvenmek kavramına atfettiği anlamı değiştirecektir. Eğer kişi kendine güveni olan, kendi ayakları üstünde durabilen, tercihen geçmiş yaşamında çevresine güvenebilmiş ve bundan zarar görmemiş biri ise, o zaman belki de “güvenilir insan” kavramı ona sadece yalan söylemeyen biri anlamını çağrıştıracaktır.
Öte yandan hayatta yalnız kalmış, kendi gücünü tam anlamıyla keşfedememiş, çok yakınındaki güvenilir olması gereken insanlar tarafından -anne, baba mesela- terk edilmiş veya hayal kırıklığına uğratılmış bir insan için “güvenilir insan” demek, asla terk etmeyen, hep yanında olan, destek olan, düştüğünde elinden tutan biri anlamına gelebilir.
Aradaki farka bakar mısınız?
A insanı için çok da derinlemesine, hayati bir önem taşımayan, bir veya iki olumlu özelliği içinde barındıran bir sıfat, b insanı için nasıl da bir can simidi manası taşıyor, ne kadar da önemli ve ne geniş anlamı var.
İşte bu iki insan, bir araya gelip güvenmekten konuşurlarsa, birbirlerini anlayamama ihtimalleri yüksek olacaktır.
Hepimiz biraz a, biraz b insanıyız. Hepimizin oldukça rahat ve basit kodladığı soyut kavramlar olduğu gibi, bizim için hayati öneme sahip olarak kodladığımız kavramları da var. Dolayısıyla hepimiz duygusal olarak başka bir dili konuşuyoruz aslında. Bu sebeple özellikle kriz anlarında, sinirlerin gerildiği zamanlarda birbirimizi anlamıyoruz. Ne bizim beklentilerimiz ve taleplerimiz anlaşılıyor ne de biz diğer insanların isteklerini anlıyoruz.
Çünkü konu soyut kavramlar olduğunda, genellikle içimizde acılar, hayal kırıklıkları, ve bununla doğru orantılı yükselen açlıklar taşıyoruz. Söz konusu açlıklarımız olduğunda, biz körleşiyoruz. Önce kendimizi doyurmaya odaklanıyoruz. Bu ise aradaki iletişimi tamamen bitiriyor.
Oysa, açlıklarımıza rağmen, biraz sakin olmayı deneyip, biraz kendi acılarımızdan çıkmaya çalışıp, alelade bir gözlemci gibi karşı tarafı incelesek iki sorunun cevabını alma ve karşılıklı hayal kırıklığından korunma olasılığı doğacak.
1- Bu insanın hayattan beklentisi nedir?
2- Bu insan benim beklentilerimle uyumlu mu?
Ve böylece, şayet onun beklentileri için bizim yapabileceğimiz bir şey yoksa ya da onun bizim beklentilerimize bir katkısı olmayacaksa, mesafe almasını becerebileceğiz.
Deneyim iyidir, deneyim yaşamaktır. Ama deneyim yaşamak olduğu için, bilinçsizce üst üste gelen olumsuz deneyimler, bize yaşamı tümden kötü, olumsuz, faydasız gösterme tehlikesi taşırlar. İnsanların ve kendi kullandığımız dili anlamadan, açlıklarımızı doyuracağımız varsayımıyla atıldığımız her deneyim, yüksek oranda hayal kırıklığı ihtimalini içinde barındırır. Bu tip deneyimler faydasızdır, insanın içini karartmaktan, umudunu kırmaktan öte etkileri olmaz.
Sonuçta bizler böylece yalnız, insanlara karşı mesafeli bir hal alırız.
Oysa konuşabiliriz aynı dili. Aynı iki yabancı insanın bir araya geldiğinde İngilizce konuşması gibi, yalnızca biraz daha sabırla, hemen ortaya beklenti listemizi dökmeden, ya da karşı tarafın listesini temine çalışmadan, arkadaş olmaya çalışarak her şeyden önce.
Oyun parkındaki çocuklar gibi. Çocukların ortak dili oyundur ve bir araya geldiklerinde ilk yaptıkları şey, oyunu kendilerinin nasıl oynadığını anlatmaktır. Eğer çeşitli farklılıklar varsa, önce bunun üzerinde uzlaşmaya çalışırlar. Uzlaşma sağlandıktan sonra, oyuna koyulurlar. O zaman oyunun gidişatı ve beklentiler konusunda hayal kırıklıkları olmaz, çünkü ortak dil bulunmuştur.
Bir kağıt alın, ve soyut kavramlarınızı, değerlerinizi yazın. Sonra kendinize bunları açıklayın. Sevgi derken tam olarak neyi kastediyorsunuz? Güven derken neyi? Aşk derken kafanızdaki tam olarak nedir?
Eğer çevrenizde iyi anlaştığınızı ya da aksine anlaşamadığınızı düşündüğünüz biri varsa, aynı çalışmayı ona da yaptırın. Bakın bakalım temelde neler farklı. Güvenmek istediğiniz insanlara güvenemiyorken tam olarak neyi kastediyorsunuz? İnsanlar sizden neyi bekliyor da bulamıyor?
Göreceksiniz ki karşılıklı gaddarlıktan değil, birbirinizi anlayamamaktan doğan bir iletişim problemi sorun çoğunlukla, ve ortak bir dil yakalayarak çözülmeyecek bir problem değil.
Yeter ki kavramlarınız ve beklentileriniz gerçekçi olsun ve yalnızca gerçekten verebileceklerinizi vaad edin.