Kendimi bildim bileli çevremde her zaman çok insan oldu, insan ister istemez bu insanlardaki bazı ortak özellikleri fark ediyor bir zaman sonra. Aslında niyetim kimseyi “kategorize” etmek değil, Bülent Ortaçgil’in de söylediği gibi ama yine de bu kendime ait gözlemleri yazmayı ve sizlerle paylaşmayı seviyorum!
Evet, insanlar konuşa konuşa anlaşır demişler demesine de, her insanın konuşma biçimi, kendini ifade ediş biçimi farklı, bu yüzden etrafta “beni kimse anlamıyor” ya da “derdimi kimseye anlatamıyorum” diye gezinenlerin sayısı da bunla doğru orantılı olarak epey fazla…
Kendini ifade etmek her zaman çok da kolay bir iş değil, bunu kabul etmek lazım ama ben çok konuşanlarla bozdum bir süredir ve bu yazımda onları kendi gözlemlerime göre tanımlamaya çalışacağım…
Çok konuşanların çeşitli tiplemeleri olduğunu düşünüyorum, en azından bu güne kadar gözlediklerim öyle!
Gelelim Gözlemlere…
Bu çok konuşanlardan bazıları, toplumun “dilbaz” dediği şirin, canlı tiplemeler.
Enerjileri yüksektir ve karısındaki insanları da sözleriyle motive ederler çoğunlukla. Konuşmaları, öncelikli olarak karşıdaki insanlara “paye” verdiği için, dinleyen kişiler kendilerini iyi hissederler ve konuşmalar da çok rahatsız edici olmaktan çıkar.
Böyle tiplemelerin büyük çoğunluğunda gözlemlediğim şey ise, karşı tarafın egolarını besler görünürken, aslında zekalarını kullanarak kendilerini gizliden övmeleri ya da anlatmaları oluyor. Kendilerini o kadar güzel ve zekice anlatıyorlar ki, dinleyen kişi hiç farkında olmadan, o kişi hakkında, tam da onun istediği gibi bir fikre sahip oluyor. Böylelikle insanların “Dilbaz” ile ilgili fikirleri, aslında kendi gözlemlerine değil, karşıdakinin hafif narkoz vererek enjekte ettiklerinden oluşuyor kısacası J Yine de, bu tiplemelerin rahatsızlık verici olmadığını gözlemliyorum…
Bir başka tipleme ise, “Profösör” diye adlandırdıklarım…
Bunlar da, alt yapı olmadığı halde, herşeyi bilen (!) tiplemeler. Sürekli anlatırlar, her konudan konuşabilirler, süper akıl verirler (!) ama altı boştur. Büyük ihtimal konuşarak bilgisizliklerini örtmeye çalışırlar. Konular hakkında bir kaç yüzeysel şey okumaları/görmeleri/duymaları yeterlidir. Bunu bir güzel kafalarının içinde süslerler ve hatta işin kötüsü belki de, kendilerini konuyu çok iyi bildiklerine bile inandırırlar… Zeki oldukları su götürmez ama akıllı oldukları konusunda biraz şüphem var açıkçası.
Eğer karşılarındaki de konu hakkında biraz biligiye sahipse ve yapılan yorumlara, ya da anlatımlara itiraz ederlerse, bunların içindeki “Profösör” aniden ortaya çıkıp, konuşmaları ders verir hale getirebilirler. Zeki oldukları için karşılarındaki insanın konuya çok hakim olmadığını anlarlar çünkü ve bu da fikirlerini kabul ettirme konusunda onları haddinden fazla israrcı bir hale sokar.
Bu tiplemelerde beni en çok delirten şey, bilgisizliklerini sağlam dayanaklarla yüzlerine vurduğunuz zaman, hiç bozuntuya vermeden “aaa… ben böyle sanıyordum” diyerek yüzsüzce diyebileceğim bir tavırla geçiştirmeleridir! Tabi burdaki kullanılan kelime de çok önemli aslında… “böyle biliyordum” değil “böyle sanıyordum”!!!
Bir başka tipleme de, içinde bir tutam“dilbaz” ile, bir tatlı kaşığı “profösör”ün karışımı olan tiplemeler…bunlara bir isim yakıştıramadım şimdilik!
Bu tipleme hem çok konuşur, hem karşıdakine gereğinden fazla paye verir, hem de gizliden bir bilgiçlik durumunu oynar. İç yapılarını merak etmemek elde değil ama beni dışa vurdukları daha çok ilgilendiriyor.
Bunlar sürekli olarak sizin egonuza çalışırlar. Sizi o kadar çok över, öyesine abartılı değerler biçerler ki, karşılarında ne yapacağınızı şaşıracağınız zamanlar olabilir. Muhtemelen siz verdiği bu paye ile aslında kendilerine “o çok değerli ve ben onunlayım, o zaman ben de değerliyim” gibi bir sahte onay yaratmaları söz konusudur. En tahammülü zor olan kısmı ise, sizin söylediğiniz şeylere sürekli onaylarcasına kafa sallamalarıdır! Ya da şu tür lafları ard arda duyabilirsiniz bunlardan “hah tam ben söyleyecektim, ağzımdan aldın” ya da “kesilikle aynı şeyi düşünüyordum, benden çok yaşayacaksın(!)” bu arada kafa sallamaya devam ederek bu onaylamayı güçlendirirler.
Asıl, bana göre, en korkunç tiplemeye geldi sıra, ben bunlara “şişirenler” adını verdim!
Bu tiplemeler, dilin kemiği olmadığının en büyük örnekleri bana göre! Garip bir şekilde çeneleri hiç durmaz, hatta abartmıyorum konuşarak düşünürler! Acaip bir ihtiyaçtır konuşmak ve anlatmak onlar için. Konuşamayacakları bir ortamda bulunurlarsa çıldırma noktasına gelirler.
Genellikle bu tiplemelerin kendilerine seçtikleri “mülayim” kurbanları oluyor. Bu zamanlarda onları arayıp nefes almadan anlatmaya başlarlar, karşılarındaki insanların zerre kadar önemi yoktur o anda, içlerini bir şekilde boşaltmalıdırlar, yoksa çatlayarak ölebilirler!!!
Egoizmin doruk noktasını bulmuş bu tiplemeler, günlük hayatta yaşadıkları her detayı anlattıkları gibi, bol bol kendilerini anlatmayı da severler. Kendilerini anlatırken de sanıyorum kendi kulakları ile duyup, olmak istedikleri kişiliğe büründükleri sanrısına düşerler !
Konuşmak hayattaki en önemli şeylerden biridir onlar için. Eyleme geçmeleri gereken bir durumda, önce yapacakları/yapmaları gereken şeyleri, seçtikleri kurbanlardan birine ya da hepsine anlatırlar, saatler süren bu konuşma sonrasında, kendi konuşmalarından o kadar tatmin olurlar ki, eyleme geçmeye gerek kalmaz onlar için. Yani yapmaları gerekeni yapmış kadar büyük bir tatmin duyarlar kendi içlerinde. Ha, bi de sürekli şikayet etmeleri meşhurdur. Mutlu olduklarını ya da tatmin duyduklarını hiç görmedim desem yalan olmaz…Vay dinleyenlerin haline diyorum ve bu konuyu geçiyorum yoksa sadece bu tiplemelerin analizi apayrı bir yazı bile olabilir!
Bu “çok konuşan” diye nitelendirdiğim tiplemelerin ortak özelliği, bana göre, bir “ben” ya da “onaylanma” sorunu yaşıyor olmaları. Onlar için sadece, içlerinde bir türlü barış sağlayamadıkları, kendileri var, diğerlerinin çok fazla önemi yok muhtemelen, ya da ben böyle algılıyorum. E… şimdi bu tip insanlarla konuşa konuşa nasıl anlaşılır? Ben bir cevap bulamadım, cevabı bulan varsa bana da haber eylesin…