İnsanlar olarak, doğadaki birçok canlıdan ayrılıyoruz.
Bizler, evrim sürecimiz boyunca baktığımızda, hem bitkiyiz, hem hayvan, hem insanız ruhumuzla, hem de sosyal bir varlığız tüm toplum, ideoloji ve kültür dokumuzla.
Dolayısıyla yaşantımızı da bir noktada, farklı yapılarımızın dengesi içinde yaşamak iç huzuru sağlar, düşüncem bu.
Bu yapıları biraz açacak olursak,
Hayvan-Bitki : Beden İnsan
Bedenimiz, içinde yaşadığımız – ya da bu günlerde yaşayamadığımız- doğadan gelmedir. Aynı diğer canlılar gibi biz de, üç içgüdümüzle – hayatta kalma, beka ve üreme- şekillenmiş bir hormonlar, sinirler ve tüm bunları düzenleyen beynin kontrolündeyiz. Bu sistem bizi ilk etapta hayatta tutar, tehlike anında kaçmamızı, saklanmamızı, saldırmamızı sağlar. Daha sonra yaşamak için barınmanın, yemenin, yerleşmenin bir yolunu bulacak düşün çalışmasını bize yaptırır ve en nihayetinde üreyerek türümüzün devamını sağlamaya bizi teşvik eder. Bu sistem, görece basittir ve dışarıdan da yapay tetikleyiciler tarafından harekete geçirilebilir. Örneğin tehlike hissi sakinleştirici ilaçlarla bastırılabilir, şiddet ve aksiyon filmleri ile saldırganlık dürtümüz tetiklenebilir ve sadece hayal kurarak erekte olabiliriz. Güdülerimizle bağlantılı duygular için de geçerlidir bu durum. Mesela sadece gülümseyerek beynimize seratonin salgılatabiliriz. Yediklerimiz ve içtiklerimizle hormonlarımızı kontrol edebilir, hatta doğal akışı bozabiliriz: dopamin-alkol bağımlılığı arasındaki ilişki gibi.
İçimizdeki doğadan gelen, temelimizi üstüne kurduğumuz bu halimizi, yani özünde bedenimizi korumak, ihtiyaçlarına cevap vermek, onun uyarılarını göz önünde bulundurmak var olmamızın ilk koşuludur. Ancak salt bedenin tatmin ve huzuru üzerine kurulacak bir yaşantı insanı tatmin etmez, aksine huzursuz eder. Çünkü insan, aynı zamanda düşünen de bir varlıktır.
Toplumsal- Zihinsel İnsan
Bu düşünebilme, kavramlaştırabilme ve uslaştırabilme yeteneği sayesinde, insan yaşantısına, hatta atalarının yaşantısına, geçmişine ve geleceğine soyut anlam yükleyebilendir. Dünyada bunu yapabilen tek canlı odur. Belki de bunu gerçekleştirebilen tek canlı olması sebebiyle de, bu özelliğine büyük anlam atfetmiş ve bu konuda tarih boyu durmadan üretmiştir. Felsefeyi, bilimi, ahlakı, toplumu, ideolojiyi bulmuştur bu yolla.
Bu sebeple bedenini korurken insan, bu düşünce sistemini de gözeterek yapar bunu ve toplum da onu böyle yapmaya zorlar. Örneğin hayvani yanı ona, olası bir tehlikede saldır diyebilir, ama kendini korumak için saldırırken modern toplumun kurallarını da gözetmek durumundadır insan, çünkü ancak belli şartlarda insanın hayvan yanının saldırganlığı mazur görülmektedir. Böyle yapmazsa, alacağı ceza bir yana insanın vicdanı da ona huzur vermeyecektir.
Duygusal- Manevi İnsan
Son olarak, insan aynı zamanda ruhani de bir varlıktır. Bu kavramı, yalnızca ilahi olarak ileri sürülen ruh kavramı anlamında kullanmıyorum. Daha geniş alıyorum, barış, sevgi, estetik, empati gibi kavramları içinde barındırır ruhaniyet. Sadece iyi bir eş, sadece sıcak bir yemek ve yuva tam hissettirmez. Hayatının bir gayesi olduğunu düşünmeye ve eylemlerinin bu amaca hizmet ettiğini düşünmeye ihtiyaç duyan bir varlıktır insan.
Bu üç aşamayı bir örnekle verecek olursak; bir insan uzun süre sadece hayvani yanını tatmin için girdiği cinsel münasebetle tatmin olamaz. Bu bir yerden sonra yeterli gelmeyecektir. Hatta rahatsız edici olacaktır. Bir diğer kriter insanın toplumsal yanına hitaptır. Partnerin herhangi biri olması değil, kişinin toplumsal yeriyle de uyumlu olması beklenir her anlamda. Sonraki etapta ise, insan en çok aşık olduğu, sevgi için bir araya geldiği, toplumsal statüsü (burada statü sadece iş,para,kök temelli statü değildir, ideolojik görüş, insanın kendisini bir dünya vatandaşı olarak gördüğü yer olarak da kullanıyorum) uyumlu olan biriyle cinsel olarak bütünleşmesidir ki, birçokları bunun en yüksek nokta olduğu konusunda hem fikirdir.
Dolayısıyla insan bir matruşkadır aslında. İç içe geçmiş birkaç farklı suretten oluşur ve iç dengesi, huzuru için bu iç içe geçmeleri doğru ayarlaması gerekir. İnsanın içinin içine sığabilmesi için, her etabın belli bir ebatta olması ve içine girdiği kalıbı çatlatmaması gerekir. Örneğin hayvani yanımız, toplumsal kalıbımızı çatlatırsa, vicdan yükü ve suçluluk duyguları altında anksiyete sorunu yaşayabiliriz. Toplumsal yanımız, büyük amacımız, ruhani hedefimizi ezip geçmeye başladıysa yaşadığımız hayattan tat alamamaya, heyecanı kaybetmeye başlarız ve motivasyonsuzluk bizi depresyona sürükleyebilir.
Bu sebeple içimizdeki hayvana, toplumsal varlığa ve bireye, hak ettikleri değeri vermek, dengeyi muhafaza edebilmek, iç huzuru sağlar. Dilimizdeki o çok güzel deyişte olduğu gibi: “geceleri yastığa başını rahat koymak.”