Ülkemizde, motivasyonun sistematik olarak işlendiği ve öğretildiği teknikler, kurslar var; NLP gibi, çeşitli kişisel gelişim seminerleri gibi. Bu sistemler ağırlıklı olarak Amerika’da doğmuş ve bizimkilerce devşirilmiş, devşirilmiş de hani Türk milletinin hele de Türk erkeklerinin öyle pek motivasyon tekniklerine ihtiyaçları yok gibi.

Siz belki yurtdışında eğitim almış ve bu tekniklerin faydasını da görmüş biri olabilirsiniz. Amma ve lakin, herşeyden önce Türk’sünüz ve muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda zaten mevcut. Kendini tanıyıp bildikten sonra zaten o motivasyon kendi içinden fışkırır adamın, değil mi?

Bizim milletimiz, aslında yüzyıllardır farkında olmadan bu ‘motivasyon’ olayını çözmüş ve birbirini gaza getirip durmaktadır. Uzmanların öyle bol bol dolarlar harcayıp araştırmalar yapmasına ne gerek var… İşte size bir uç örnek: Geçen gün Ankara’da Tunalı’da yürürken iki travestinin konuşmalarına denk geldim. Abla diğerine diyordu ki: “ay kız sen de yaparsın; senin o mankenlerden neyin eksik, fazlan bile var.” Şimdi bu “fazlan bile var” lafını bilinçli mi yoksa bilinçaltından mı söyledi tam emin değilim, ama herhalde o arkadaş aldığı bu gazın etkisiyle Vizyon Ajans’ın kapılarına dayanıvermiştir.

Bizim motivasyon hikayelerimiz Kadir İnanır’la da başlamaz. Doğduğumuz günden itibaren bir ‘gaz’a getirme çarkının içine giriveririz. “Aman da oğlum yemeğini yermiş, kocaman olurmuş, tüm dünyayı dövermiş”, “aman da oğlum bunu da yerse pipisi büyüyecekmiş”, “aman da oğlum kakasını altına yapmazsa Nejla teyzesi kızını ona verecekmiş”… Eee peki yarın o velet büyür ve yiye yiye iyice şişmanlayıp, bir de üstüne Nejla Teyze’nin kızını ister ve kız da iyice sosyetik bir tip olarak burnundan kıl aldırmaz ve dönüp bakmazsa; bir de üstüne “benim kardeşim gibisin” diye başından savuşturursa, kim tamir edecek o zavallı ‘oğlumun’ kırgın kalbini? Onun da yöntemi vardır emin olun: “Zaten o kız sana yaramazdı oğlum, sen daha iyisine layıksın, kendisi kaybetti, sen daha ne İpek’ler bulursun, dik bakim şu kadehi tepene de dünya görsün benim kardeşim nasıl içermiş… ohh yarasın koçum”. Zaten bu milletin genlerinde acaip bir programlama hatası var. Üzücü bir olay mı oldu; doğru içmeye, sevinçli bir olay mı var; doğru içmeye, yeğenin sünnet mi oldu; doğru içmeye ya da yapacak bir iş mi yok; doğru içmeye… İyice alkolik millet olduk vesselam. Haydi iki kadeh şarap içersin, gevşersin onu anlarım da biz içmenin de ölçüsünü bilmiyoruz ki. “22 tane bira içtim bana mısın demedim”, “iç koçum iç, bu sana az bile, garsonnnn güzel kardeşime bir duble daha, bu 9. oldu di mi?”, “Benim Mahmut Abime birşeycikler olmaz, hadi içelim güzelleşelim”… Ulan 22 bira dediğin yaklaşık 11 litreye tekabül ediyor. 11 litre içkiyi nerene sığdırıyon da nerenden çıkartıyon. Ya da 9 duble rakı nasıl içer bir insan. Gerçi zaten kurucusu sirozdan vefat etmiş bir ülke için pek şaşırtıcı olmamalı. Hadi ‘O’ ülke kurtardı! Çok baskı altındaydı ve o yalnızlık içinde doğaldı da, biz nereyi kurtarıyoruz? Yoksa kendimizi bile kurtaramadığımız ve küçüklükten beri verilen o gazlar boş çıktığı için mi sıralıyoruz kadehleri ardı ardına? “Biz yiyip uyuyup, okula gidince büyük adam olacaktık” hani! Hani “en büyük asker, bizdik”! Hani “elimizi sallasak ellisiydi”! Hani “o fakülteyi bitirince işyerleri seni almak için kuyruğa giriyordu”! Hani “o saçlarına taç yaptığım çiçekler”le başlayan aşklar bir ömür boyu sürerdi…

Sonradan uyandık ki büyük adam olmak öyle hiç kolay değildi. Askerde senin gibi milyonlarca birilerinin ‘en büyük asker’i vardı. Kızlar hiç elini sallasan tarzından hafife alınmayacak varlıklardı. Üniversiteyi bitirince işsiz kalıyordun. Ve Türkan Şoray aşkları, 10 sene sonra göbeklenmiş ve evde pijamalarıyla TV karşısında oturan Ediz Hun’larla pek yaşanmıyordu. Daha bunlar gibi ne motivasyonlarımız var hayatın içinde karşılıksız çıkan ve bizi içten içe yaralayan….

İşte o noktada motive olmakla, gaza gelmenin farkını karıştırmamak lazım. Kendini bilen adam böyle babalamalara, gazlamalara gelmez. Evet, içimizden gayzer gibi fışkıran doğal bir motivasyon yeteneğimiz var milletçe. Ama kendi yapını bilmeden, artılarını eksilerini gözden geçirmeden gaza gelip “haydi yallah” diye taaruza geçersen, “Anelkayı’da aldık nasılsa, Kayseri’ye de 7 çekmişiz zaten, bize artık direk UEFA’yı verirler” diye dolduruşla yola çıkıp, ilk maçında evine dönen sarı lacivertli güzide kulübümüzün yaşadığı kırgınlığı yaşarsın.

Aslında bu yazı daha da uzayabilir; hem bilirim ben “bir yazmaya başlarsam yer yerinden oynar, ülke birbirine girer” demeyi, ama kısaca mesajımı tekrarlayayım:

“Kendinizi bilin, dolduruşa gelmeyin, ama gerektiği anda ihtiyacınız olan motivasyonun da sizle olacağını bilin.” 😉

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...