Bilirsiniz, bebekler ilk kez konuşmaya başladıklarında, henüz kelimeleri doğru ve tam telaffuz edemediklerinden, ebeveynleri dışında onları çok az insan anlar.
Tam da geçen gün böyle bir olay yaşadım. Telefonumla uğraşırken on beş aylık yiğenim bana bakıp, “aru, aru!” demeye başladı.
Tabi düzgün Türkçe bilen biri olarak, bu kelimeyi arı kelimesine yakın buldum ve çevremde arı aramaya başladım. İçeri arı mı girmişti, bir kitapta arı mı görmüştü?
Sonra ablam bir ebeveyn olarak bebekçe konuşmayı bildiği için beni düzeltti: “alo demek istiyor, telefon var ya elinde, ona alo diyor.”
İşte aynen bebeklerin bozuk bir şiveyle, dilleri döndüğünce anadillerini konuşmaları gibi, duygularımız da karmaşık biçimlerde kendilerini ifade ederler.
Kelime olarak değil, kafamızın içinde duyduğumuz kelimeler aslında oldukça nettir: o ses doğrudan “şunu istiyorum” veya “şöyle olsa çok rahatlayacağım” der.
Ama alt metinde aslında duygularımız başka bir şeyi kastediyor olabilirler.
Örneğin, “a kişisinden çok hoşlanıyorum, keşke birlikte olsak. Hatta onun da bana ilgisi var gözüküyor, yoksa bu uzun zamandır beklediğim ilişki mi?” diyor olabilir coşmuş duygularımız.
Ancak ilk söyleneni doğru kabul etmeden önce, biraz daha irdelemekte fayda olabilir zaman zaman. Özellikle ortada çelişik bazı durumlar varsa.
Mesela o kişi aslında hoşlandığınız insanlara çok da benzemiyorsa ya da aklınızda değer, beklenti ve prensiplerinizle oluşturduğunuz şemaya uymuyorsa.
Belki de o kişiden hoşlanıyor olmanızın sebebi, gerçekten ve sadece o kişiden hoşlanıyor olmanız değildir.
Şu soru burada yerinde olabilir: ” normalde çok da çekici bulmayacağım bu insanda, tam da şimdi bu kadar özel ne görüyorum? Hangi açıdan bana olası bir ilişki için uygun gözüküyor ve neden?”
Bu durumda görebiliriz ki, aslında bir süredir beğenilmediğimizi, onay görmediğimizi hissediyor, bu ruh halini deneyimliyor olabiliriz. Normal şartlarda partner olarak çok da tercih etmeyeceğimiz bir insan ise, bize özel bir ihtimam ve ilgi gösteriyor olabilir. Ancak biz, böyle bir alıcılığın çirkin olduğunu düşündüğümüz için kişisel olarak, bunun yerine kendimizi “ona karşı hislerim çok yoğun çünkü” diye kandırıyor olabiliriz.
Duygularımızı dinlediğimizde duyduğumuz ilk cümleyi net, tartışmasız doğru kabul etmeyip, çelişkileri de görmezden gelmeden, altta yatan bu esas sebepleri bulduğumuzda, o zaman bu konu üzerine vereceğimiz kararlar da isabetli olur.
Verdiğimiz örnek üzerinden gidecek olursak, bu kişinin aslında bize yine uygun olmadığını, olası bir ilişkinin süreklilik arz edemeyeceğini, bununla birlikte gösterdiği ilginin şuan tam da bizim açlığını çektiğimiz şey olduğunu görebiliriz. Ayrıca böyle bir açlık duymanın da, belli sınırları ihlal etmediği sürece oldukça doğal, oldukça insani olduğunu kabul edebiliriz.
O zaman esas noksanı da saptamış oluruz. Eksiğimiz o kişi değil, onay ve kabul görmedir.
Böyle bir durumda olay ve beklentiler esneklik kazanır.
Bizler onayı sadece flörtlerden değil, arkadaşlarımızdan, işimizden ve ailemizden de alabiliriz.
Daha da önemlisi kendimizden alabiliriz ki, dışarıdan gelecek her onaydan daha tatmin edici olacaktır.
Konunun başına dönersek, aru derken alo’yu kasteden yiğenime, “arıyla oynamak istiyor herhalde” diyerek inatla arılı oyuncakları, hikaye kitaplarını vermiş olsaydım, en iyi ihtimalle tatmin olamamış bir biçimde yanımdan uzaklaşacak, en kötü ihtimalle onu anlamıyorum diye sinirlenip ağlayacaktı. Ya da olaya endişeyle yaklaşıp “içeriye arı girmiş!” diye ortalığı ayağa kaldırsaydım, tüm ev ahalisini bebeği olası bir arı sokması ve alerjik reaksiyon ihtimalinden korumak adına lüzumsuz seferber etmiş olacaktım.
Her halükarda boşa enerji harcamış, harcatmış, neticede söyleneni anlayamamış ve yiğenime aloculuk oyunu sunamamış olacaktım.
Annesinin verdiği direktifle durumu anladım ve bir süre karşılıklı alolarla eğlendik.
Kendi duygularımızın ifadelerinden tam olarak ne istediğimizi anlayamadığımızda ona sunduğumuz her şey de aynen böyle bir etki yapıyor.
Arzular bir türlü tatmin olmuyor, boşuna olumsuz deneyimler yaşanıyor ve tatmin olunacağı olasılığından gittikçe ümit kesiliyor.
Oysa dinlemek, kendi iç sesimizin dilini çözmek kafi.
Yeter ki onu dinleyecek özeni, dikkati ve onu olduğu gibi kabullenmeyi bilelim.