Hepimiz yaşamışızdır bu anı. Başımızı ellerimiz arasına alır otururuz, işler ne ara bu noktaya geldi anlamaya çalışırız. Bu “işler” ilişkilerimiz, hedeflerimiz olabilir. Üzerinde durmakta olduğumuz platform, çevremizdeki insanlar ve bizim irili ufaklı yanlış kararlarımızla, hayat bir anda Arap saçına dönmüştür ve radikal çıkışlar şart olmuştur. Geçmişte bugün getirisi olmayan yollar için verdiğimiz emek ile alternatif bir gelecek için kolları sıvamak arasında kalırız.
Tam bu noktada bir çelişki önümüze dikilir. Bu çelişkinin doğasını anlamak, ilerisi adına vereceğimiz kararlar açısından oldukça önemlidir.
Anlaşılmak/Anlamak versus Bırakmak
Olumsuzlukların biriktiği bir ortamda, bizi en çok sıkıntıya sokan, duruma karşı takındığımız tavırdır. Bu tavır Y Kuşağında bugün daha fazla görülmekte. Günümüz sisteminde bizler birer tüketiciyiz. Tüketiciliğimiz belli karşılıklar ve güvenceler üzerine kurulu. Örneğin parasını verdiğimiz bir ürüne sahip olabiliriz, ayrıca son kullanma tarihi ve garantisi de, aynı şekilde kalite temini de olacaktır bu ürünün. Ya da internette bir sayfaya saniyesinde ulaşamadığımızda sayfa bize, ” e ne olacaktı, milyarlık sistem sonuçta, bazen işler ters gidebilir” uyarısı vermez, “üzgünüz, bizim hatamız, bir sorun oluştu” uyarısı alırız ve tüketici olarak surat asmak birincil hakkımızdır.
Oysa hayatın genel kuralları karşısında bizler birer müşteri değil, öğrenciyiz. Bizler hayattan illa talep ettiğimiz bir şeyi almayız her zaman, bazen aldığımız şey, bugünümüze ekilen bir tohumdur ve bu tohum geleceği sağlama alır.
İnsanın hayatta aldığı her ders, aldığı andan itibaren zaman geçtikçe mekana da yayılarak genişleyen bir perspektif yaratır. A konusunda edindiğiniz bir tecrübe siz fark etmeden gelecekte on farklı konuda doğru kararlar vermenizi sağlayabilir.
Burada bir diğer nokta da şudur ki hayatlarımız belli standartlara sahip fabrikasyon ürünler değildir. Bizim falso, defo, kalitesiz dediğimiz yaşanmışlıklar hayatın doğal rutinine dahildirler. Tüm bunları materyal açıdan görmek, ceylan öldüren aslana müebbet hapis vermek kadar manasızca doğaya müdahaledir.
Her ne kadar üstte geçen söylemler, dile döküldüğünde herkesin hem fikir olduğu düşüncelerse de, insan yine de müşteri kimliğinden kurtulamaz. Tüm bunları bilmesine rağmen acılarına sıkı sıkıya sarılır ve bir gün geri iadesini alacağı fiş gibi onları cebinde taşır.
Oysa tam da o acıları ezbere çekmek ve o acıların bizde yarattığı tahribatın çevremiz, en çok da hayat tarafından anlaşılmasını beklemek, bize o acıları getiren zihin yapısını terk edip değişerek acıdan kurtulmanın önüne engel olur. Burada soru şudur: mağduriyetimizin onaylanmasını mı istiyoruz yoksa mağduriyetten kurtulmak mı?
Eğer bir tüketici gibi hayat şirketinin mağduriyetimizi kabul etmesini, ancak sorunları bunun çözeceğini sanıyorsak yanılıyoruz. Bu evrede kendimize biraz dışarıdan bakabilirsek görürüz ki çevremize tam da mağduriyetimizi görecek ve bize bu yüzden acıyarak şefkat gösterecek insanları çekeriz; aslında onayımızı alırız da fakat bu anlık bir tatmindir ve sorunları çözmez. Çünkü sorunları davet eden zihin değişmemiştir.
İşte tam burada bir çelişki oluşur, eğer anlaşılmak derdine düşersek bizi anlayacak insanlar elbet olacaktır ama sorun çözülmeyecektir. Sorun çözmeye odaklanırsak ve hatta bunun için değişirsek de uğruna değiştiğimiz acı hem bizce hem çevremizce küçümsenmiş olacaktır çünkü değişebildiğimize göre işler o kadar da kötü değildir belli ki.
İşte değişimin önünde duran önemli engellerden biri budur. Acımızı mı yoksa gücümüzü mü onurlandıracağımıza karar verememek.
Burada belki de dikkat edilmesi gereken nokta şudur: hayatımızı fazla benimsiyoruz. Bize verilen yaşam, adı üstünde bize verilmiştir. Yani bedavadır. Madem tüketici kafasında düşünüyoruz ve bu algıdan çıkamıyoruz, o zaman bu bakış açısı iş görebilir. Biz hayatımız için bir ödeme yapmadık, Yaratıcı güç ile masaya oturup, kredi çekip 20 yıl taksitini ödeyerek aldığımız bir şey değildir yaşam. Dolayısıyla o yaşam içinde yaşanan kayıplar da kazançlar da manevi değeri dışında bedavadır ve bizden bir şeyler eksilmez. Aksine tamamen bedava olan bir deneyimden parayla ölçülemeyecek değerde zihnimize yazabileceğimiz yüksek bilinçler elde ederiz. Yaşam eşittir egomuz formülü yanlıştır. Ne egomuz, ne ruhumuz, yaşamın getirdikleri ve götürdükleriyle eksilebilecek kadar değersiz ve güçsüz olgular değillerdir. Çünkü meta değillerdir. Meta olmadığımızı unutmayalım.
Diyelim ki unuttuk.
Batık Yatırımlar
Hayatı meta olarak gördüğümüzde önümüze gelecek sınavlardan biri de batık yatırımlardır. Batık yatırım, süresi dolmuş, artık faydasından çok zararı dokunan ilişkiler, kariyer ve kişisel hedeflerdir. Bittiği ve geldiği hal, kişinin kendisi tarafından açıkça görülür fakat yaşadığını değil de “ödeme” yaptığını düşünen birey, geçmişte bu ilişki veya hedefe yaptığı yatırımın ziyan olmasını istemediği için olgu ile bağını koparamaz. Çünkü buraya kadar gelmiştir. Bu tip batık yatırımlar kişinin çevresine saçılmış olan daha iyi ihtimalleri de değerlendirememesine sebep olur ve batık yatırımın önü alınmadıkça acı miktarı da artmaya devam eder. Ve tekrar konunun başına döndük böylece.
Ezcümle, şayet bu günlerde bitmesi gereken şeyleri bitiremediğiniz, atılması gereken adımları atamadığınız, dönülmesi gereken yoldan dönemediğiniz yerdeyseniz, bir adım sonrası size ayağınızı boşluğa atmak gibi geliyorsa;
- Gerçekten içinde olduğunuz duruma yaptığınız yatırımı inceleyin, gerekirse not alın. İçinde tekrar verilemeyecek, bir gün geri alınamayacak ne var?
- Geçmişte verdiklerinizi değil, gelecekte elde edebileceklerinizi düşünerek karar verin. Falanca ilişkiye on senenizi vermiş olabilirsiniz, fakat bir on sene daha bugünleri yaşamak istediğinize emin misiniz?
- Kendinize “başka biri bana böyle bir sorunla gelse ona ne tavsiye verirdim?” sorusunu yöneltin.
- Hayatta her bitti dediğinizde, tekrar başladığınız, bu acıdan çıkamam dediğiniz ama unuttuğunuz anları hatırlayın. İlkokulda da ilk düşük notu aldığınızda perişan olmuştunuz ama şimdi komik bir anı değil mi? hatırlamaya çalışın o gün komik değildi, o gün çok üzülmüştünüz. O acı da gerçekti ve geçti.
- Kendinizi karar veya kararsızlık için köşeye sıkıştırmayın: her şeye rağmen yolunda giden şeyleri hatırlayın, hayatta hiçbir zaman herşey yalnızca tek bir durumda değildir. Evrenin ikilik yasası gereği iki zıtlık daima bir aradadır. Rahatlamak istediğinizde olumlu şeyleri görün!
- Ve son olarak, acınız gerçektir. O gerçeği en iyi idrak edecek kişi ise sizden başkası değil, canınız nereden acıyorsa en sıkı oradan kendinize sarılmak size daima en iyi gelecek şeydir, bunu asla unutmayın.