Denge. Yazılışında ve okunuşunda bile bir ahenk, sahiden de bir uyum barındıran, duyulduğu anda insana huzuru ve ılık mutlulukları çağrıştıran kelime. Hemen her işin başını sağlık’a bağlamamız gibi, sonunu da denge’ye bağlıyor olsak da, çoğu zaman deneyimlemeyi beceremediğimiz varoluş hali.
Neden deneyimleyemiyoruz? Ağırlıklarımız mı hileli, yoksa kantarın topuzu mu kaçıyor sık sık? Belki evet; ama esas mevzu ölçü biriminde arkadaşlar.
Dengenin sırrı, önce kendimizle dış dünya, kendi gerçekliğimizle dışımızdaki gerçeklik arasındaki dengeyi kurmaktır. İkisi arasındaki benzerlik ve farlılıkları, belli bir dengede tutamayanın, aşkta, işte, genel olarak hayatta dengeyi tutturması, dahası onu muhafaza etmesi çok zordur.
Yani şunu bilmektir elzem olan: “dünyada bir sürü ölçü birimi var ve hesabı temiz kapatabilmek, dengeli tartabilmek için önce bunlar arasındaki farkı anlayabilmek gerekir.” Bizim hayatı algılayış biçimimizle, bir olayın bize yaşattığı ile bir nesnenin bize çağrıştırdığı ile genelin kanısı, özelde karşımızdakinin kanısı bir değildir. Bunu görebilmek için, deneyimlerle aramıza son tahlilde bir mesafe koyabilmemiz gerekir, bakış mesafesidir bu ki doğru mu tarttık, her şey dengede mi görebilelim.
Yoksa gözü ağırlığa, tartıya, tartının gözünden ağırlığa, ağırlığın gözünden terazinin diğer ucundaki ağırlığa falan dikerek, kimse dengeyi tutturamaz.
Formül önce terazi görevini görecek değeri seçmek (mesela sevgi, mesela adalet, mesela vicdan), sonra kendi gözümüzden kendi ağırlığımızı yerleştirmek, sonra karşımızdakinin gözünden onun değerini yerleştirmek, son olarak iki adım geri gelip meseleye bakmaktır, dengede mi değil mi diye.
Bunu yapabilmek için, illa ben demekten, illa sen demekten bir nebze olsun kurtulup, ben, sen ve en nihayetinde biz demeyi öğrenebilmek gerekir.
İlla’ları olanlar, dengeyi tutturamazlar.
İlla’lardan, tek ölçü birimlerinden ve olaylara, şahıslara yapışıklıktan kurtulun.
Denge o zaman sizi bulur.