Bugün ki konumuz kişisel gelişim sayfalarında, sosyal medyada sık sık karşımıza çıkan ve birbiriyle çelişen iki öğüt: “kimsenin söylediğini takma” ile ” “insanlarla iletişiminde onların da hislerini ciddiye al”.
Peki, ne zaman hangi öğüde uyacağımızı nasıl bileceğiz?
Kafamıza göre davranırsak önemsediğimiz insanları kırabilir, hatta kaybedebiliriz.
Karşımızdakine söz vermeyi abartırsak, onun monoloğu içerisinde kendimizi duyamaz hale gelebilir, sonrasında benliğimizi ihmal etmenin bedelini ağır ödeyebiliriz.
O zaman ne yapacağız?
Pergelimizi doğru kullanmayı öğreneceğiz.
İnsanlarla ilişki kurmak, pergel kullanmak gibidir. Düzgün bir yuvarlak için, iki ucu da doğru kullanmayı bilmek gerekir.
Pergelin İğnesi: Değer Algımız
Sandığımızın aksine, değerimiz artan, azalan, dalgalanan, durulan bir olgu değildir. Değerimiz sabittir ve vardır. İnsan dahil evrende yaratılan her şey değerlidir, çünkü yaratılmaya değer görülmüştür. Var olduğumuz andan itibaren, var olmamız, var olmuş olmamız değerimizin yegane kanıtıdır. Bu yalnızca ezoterik bir inanç değil, aynı zamanda bilimsel bir gerçektir. Konu varlığımız olduğunda, daha az değerli, en bir değerli gibi bir skala mevcut değildir. Bunu anlamak oldukça önemli. Bu yüzden yaratılan her şey eşittir. İşlevsellik değil değer bakımından eşitiz. Hepimiz, boşlukta farklı frekanslarda titreşen enerjileriz ve tek bir enerji var: var olma enerjisi. Her şeyi var eden bu tek enerji, bizim ve diğer tüm şeylerin kaynağı olan bu enerji değersiz olabilir mi bizler açısından?
Pergelin Kalem Ucu: Beğenilmek
Bir benlik olarak diğer benliklerle girdiğimiz etkileşimde beğenilmek ise bu işin diğer ayağıdır. Değerli olmak, daha yavaş titreşen bir alt dalga iken, beğenilmek daha hızlı ve değişken titreşen bir üst dalgadır. Birçok şeye göre şekillenir ve değişir. Karşınızdaki insanın subjektif yargılarına, yaşınıza, konumunuza, toplumsal önkabullere göre çeşitli alanlarda geri bildirim alırız. Zaman zaman beğenilir takdir görürüz, zaman zaman aksi gerçekleşir. Genel pozitif yargılarımız da vardır, negatif yargılarımız da. Örneğin bir dilenciye yardım etmek kimine göre aptallık, kimine göre yardımseverliktir ama özünde negatif değildir. Bir insanı öldürmek ise kimi zaman zorunlu kimi zaman canice bir davranıştır ama her halükarda yok etmeyi negatif bir eylem olarak addederiz.
Bu iki ayrımı koyduktan sonra, çelişen iddialarımıza geri dönersek;
Bizi özünde rahatsız eden, beğenilmek veya beğenilmemek değildir. İnsan kaybetmek dahi değildir çoğu zaman. Bizi, değer ve beğenilmek arasındaki çizgiyi net çekememek rahatsız eder. Kendimizle ilgili net bir karara varamaz, isterik uçlarda salınırız. İnsanlar bizi beğendiğinde değerli olduğumuzu düşünürüz; sevildiğimizde ya da işe yarar olduğumuzda en bir değerli olduğumuzu hisseder cezbeye geliriz. Aksi gerçekleştiğinde ise varlığımızı olumlu olarak teyit edemez, aldığımız nefesten soğuruz. Anlamsız, boş bir kabuk gibi hisseder, kendi kendimize değersiz olduğumuz fikrimizle eziyet ederiz.
Şayet, ne olursa olsun, burada şuan var olarak, değerimizin kanıtını, her aynaya baktığımızda görebileceğimizi idrak edersek, beğenilmek ve beğenilmemek konusunda daha az duygusal dalgalanma yaşarız. Daha stabil bir duygu durumu, insanlarla ilişkilerimizde aldığımız olumlu-olumsuz geri bildirimleri daha sahih bir zihinle değerlendirme olanağı tanır bize. Böyle bir ortamda çevremizi rahatsız eden davranışlarımızı ya da bizden rahatsız olan çevremizi dönüştürmek daha kolaydır. Çünkü artık eylemlerimizi ya da onların sonuçlarını varlığımızın değerliliği konusunda bir nişan olarak görmeyiz. Fakat a kişisinden aldığımız beğeniyi ya da b davranışımızın bize sağladığını varlık teyidi yani değer nişanı olarak görmeye kalkarsak, elbette değeri kaybetmektense insanları ya da kendimizi kaybetmeyi göze alırız. Ne de olsa bir değerimiz, anlamımız yoksa, çevremizde insanların veya bizim kendimiz olarak var olmamızın bir anlamı yoktur değil mi?
İşte kriz tam da burada çıkar. Değer anlamına gelen bir geri bildirimi ya da davranışımızı kaybetmektense ya “kimsenin söylediğini takmayız” ya da “karşımızdakilerin duygularını ölümüne ciddiye alırız” kendimiz olmaktan vazgeçmek pahasına.
Bundan kurtulmanın ve bir dengeye ulaşmanın tek yolu ise, değerimizin dışarıda değil bizde olduğunu, her başımızı aynaya veya içimize çevirdiğimizde, ve hatta bedenimizi, ellerimizi gördüğümüzde bu değeri de görebileceğimizi önce aklımızla kabul etmek, sonra ruhumuzla teyit etmektir. Bundan sonrası, pergelin diğer ucuna ne kadar kaliteli bir kalem yerleştirdiğimiz ve o kalemi takdir edebilecek gözlere denk gelmektir.