Herkes böyle düşünür değil mi? Çocukken çok mutlu olduğunu, büyüdükçe dünyanın kirlendiğini.
Oysa psikoloji alanında yapılan araştırmalara baktığımızda, insanın çocukken hiç de iddia ettiği kadar mutlu olmadığını görüyoruz.
Aksine sık sık istekleri yerine getirilmediğinde sinirleri bozulan, yetişkinlerin kendisine eşiti gibi davranmamasına içerleyen, duygularını olumlu olumsuz yoğun ama anlık deneyimleyen bir varlık.
O zaman yetişkinlerin bahsettiği bu çocuk mutluluğu da neyin nesi?

Eğer insani standartlarda bir aile içinde büyüdüysek, daha sonra yetişkinliğimizde “çocukken çok mutluydum” olarak adlandırdığımız şeyin adı iç huzurdur. 

Çocuk, küçük bir dünyada yaşar. Bu dünyanın büyük bir bölümünü evi, kalanını mahalle/bahçe, sevilen yakın akrabalarla geçirilen zaman oluşturur. Bu küçük dünyada çocuğun yeri bellidir: çocuk olmak. Kimse çocuktan çalışmasını beklemez, büyük şeyleri taşımasını beklemez, evlenmesini beklemez, fatura ödemesini istemez.
Bir çocuktan herkes çocukluk yapmasını, ve bunu çocukluk sınırları içerisinde yapmasını bekler.
Örneğin yaramazlık çok sorun değildir, ama anne ile babanın sabrını taşıracak boyuta geliyorsa, çocuk uyarı alır. Mızmızlık normal kabul edilir, yine haddi aşmamak şartıyla.

Yasak şeyler de vardır: çocuk için tehlikeli şeylerle yakınlık yasaktır. Caddeye çıkmak, uzağa gitmek, birilerinde kalmak, bıçak kullanmak, arabanın ön koltuğuna oturmak. Bir diğer deyişle çocuğun hayatının sınırları bellidir.

Yani özetle, çocuk yuvasını bulmuş ve içine yerleşmiş bir bilye gibidir. İçinde bulunduğu dünyada sırıtmaz.

Hatırlarsınız, öyle bir oyuncak vardı geçmişte. Bilyeleri yuvarlak, ağzı kapalı bir diskte çevirir, yuvasına oturtmaya çalışırdık.
İnsanı o bilye kabul edersek, ergenliğe kadar yuvasında takılan insan, ergenlikle birlikte büyür ve artık eski yuvası ona dar gelmeye başlar. Böylece o yuvadan çıkar, ve disk döndürülür.
Yapılan araştırmalara göre insan en çok 18-33 yaş arası duygusal ve psikolojik olarak ağır zamanlar yaşamaktadır.
Sebebi bu olsa gerek, çünkü yuvasından çıkan ve oradan oraya savrulan bilyenin iç huzuru kalmamıştır.

Yuvadaki bir bilyeyle parmağımla oynasam, sadece yuva içinde döner. Ama düz zeminde bir bilyeye dokunursam, bir uçtan bir uca savrulur. İşte insanın, ergenlikten daha büyük bir dünya içinde yerini bulana kadar yaşadığı acı budur.
İnsan artık esas, büyük ve daha fazla insanın, olayın dahil olduğu bu dünyada yerini bulmak durumundadır. Kimdir o ? Neyin ucundan tutacaktır bu dünyada? Bu daha büyük diskte yeri nedir? Bunu keşfedene kadar yaşadığı her olayla savrulur durur.

İş ve evlilik de bir yerleşme projesidir ve insanlar tarafından, tekrar iç huzuru yakalamak için kullanılırlar. Ancak çoğu zaman bu platformlar işe yaramaz ve çökerler, çünkü kişi kendi yerini bulduktan sonra, uygun iş ve eşi bulmak bunun sadece olumlu yan etkileridir ve yan etkileri sahneleyerek yerimizi bulamayız.

İşte kazandığı deneyimlerle, yaşamıyla, acısıyla tatlısıyla yaşarken, insan bunu tekrar keşfetmeye çalışır aslında.
Ve eğer keşfederse sahiden, dünyada yerini bulur ve tekrar iç huzuru yakalar.

Hayatımızda yine olumlu ve olumsuz şeyler olur, ama bizi savurmazlar bu defa. Biz kim olduğumuzu ve yerimizi biliriz çünkü.
Ve bu bilmenin verdiği iç huzur, yaşanan her şeyi kasırga ve volkanik patlama gibi değil, bir rüzgar veya ılık bir yaz günü yaşamanın güzelliğini bize tekrar verir.

Emine Tülin Erinç

NLP ve Profesyonel Koç, Öğrenci Koçu,