Çırılçıplak ayna karşısındasınız. Kendinize bakıyorsunuz. Peki ne hissediyorsunuz bedeninizi gördüğünüzde? Mutluluk mu? Hüzün mü? Nefret mi? Çirkinlik mi? Yoksa güzellik mi? Elbette ki aynaya bir kadının baktığı gibi bakmamın imkanı yok, yalnız şunu biliyorum ki geçtiğimiz sene bugünlerde aynaya baktığımda tek hissettiğim şey utanç oluyordu. Bu beden ne böyle diyordum kendi kendime.

Erkek olmanın avantajlarından birisi de kadınların sizi öncelikli olarak fiziğinizle değerlendirmemesinin rahatlığı. Kadınlar her ne kadar yakışıklı erkek gördüklerinde beğeni dolu mırıltılarla tepkilerini gösterseler de konu ilişki veya evlilik olduğunda görünüşünüzle ilgili değerlendirmeler en son sıralarda yer alıyor ve bu nedenle de erkek milleti olarak bu konuda rahatız işin açığı. Ama bununla birlikte konu bir kadının dış güzelliğine geldiğinde ise -her ne kadar güzellik bir bütün olarak algılansa bile- bir erkek için kadının fiziksel güzelliği çok önemli; hatta bir erkek sadece güzelliği için bir kadınla evlenebilir diğer özelliklerini değerlendirmeden. (Tabii böyle evliliklerin sonucu da çok fena olabiliyor.) Hal böyleyken kilolu olup olmamak kadınlar için daha önemli oluyor. Bu noktada da türlü türlü diyetler, çalışmalar, pratikler, reçeteler, haplar karşınıza dikiliveriyor…

Kilolarımın Tarihi

Annem hep söylerdi: “Sen incecik bir çocuktun, arkandan kaşıkla dolaşırdım ben” diye. Çocukluk resimlerime de bakıyorum, aynen öyle incecikmişim. Fakat ip bir yerde kopmuş ve ben birden tosun gibi olmuşum. İlkokulda hatırlıyorum öğretmen herkesi tartıyordu. Herkes 22-23 kilo çıkarken ben 30 kilo çıkmıştım. Gayet de gururlanmıştım hani, çünkü en iri bendim. Sonra bu durum Lise 2’ye kadar devam etti. Bu durumun en büyük dezavantajı ise yanında getirdiği utanma duygusu ve aşağılık kompleksiydi. Şişkonun tekiydiniz ve kızlar hep yakışıklılara bakarlardı; sana niye baksınlardı ki?

Lise 2’de çok sıkı bir yememe diyeti ve yürüyüş egzersizine verip kendimi, hızla kilo vermiştim ve sonra da boy atmıştım. Bir anda dünyam değişmişti, kendime güvenim gelmişti ve okulumda arkadaşlarımla iletişimim de birden tavan yapmıştı. Sonra üniversite geldi, yurtta kalırken sürekli okula yürümem sebebiyle kilom gayet iyiydi. Ne zaman eve çıktım, o zaman yine kilo almaya başladım. Yıllar böyle kilo ala vere geçti durdu; en sonunda da evlendim ve iyice saldım kendimi…

Evlilik Erkek için 10 Kilo Daha Demek

Kadınlar evlendikten sonra ilk olarak saç modellerini değiştirirler, erkekler ise göbeklerini. Benim çevremde gözlemlediğim, evlenen erkeklerin en geç bir sene içinde göbek bağlaması oluyordu her ne kadar fit olsalar da önceden. Ben zaten kiloluydum evlenirken, sonra iyice saldım kendimi. Bunu “kısır kedi” sendromu olarak nitelendiriyorum ben. Hani erkek kediyi kısırlaştırırsınız, artık çapkınlık yapamayacağı için evde yan gelip yatmaya ve şişmeye başlar ya; evli erkeklerin durumu da buna benziyor. Çapkınlık bitti ya, o zaman sal kendini kardeş hali.

Ben de muazzam salmıştım hani, 108 kiloya kadar dayanmıştım. Hani görüntüsünü geç, sağlık açısından da riskliydi bu durum. Ayrıca çok çabuk yoruluyordum. Düşünsenize üzerinizde sürekli bir ekstra 15-20 kilo taşıyorsunuz yürürken. Haliyle yorulma katsayınız artıyor. Ayrıca her ne kadar görüntüsünü geç desem de aynada kendime baktığımda üzülüyordum. Hele ki fotoğraflarıma bakmak bile istemiyordum. Kendi kendime fanteziler üretiyordum, böyle gökten bir gün uzaylılar iniyormuş da beni bir alete sokup, fit çıkartıyorlarmış gibilerinden. Durumumu o kadar umutsuz görüyordum…

Şimdi bu satırları yazarken, o hayal ettiğim bedene çok yakınım. Hem de hiç uzaylı müdahalesine ihtiyaç duymadan oldu bu. Geçen sene bu kiloda olacağımı ve bedenimin bu şekle geleceğini söyleseler inanmazdım kesinlikle. Ama oldu bu ve şimdi bu süreci sizinle paylaşmak istiyorum. Nasıl 106.9 kilodan 91 kiloya indiğimi ve hem de kendimi hiç kasmadığımı bunun için…

Dionysos Tapınağı’nda…

Her şeyin başladığı nokta İzmir Sığacık – Teos’taki Dionysos Tapınağı oldu. Sıcak bir Temmuz ayında sevgili arkadaşım Cem Şen’le birlikte tapınağın kutsal odasında oturuyorduk ve Cem’in oğlu Deniz bizlerin meditasyon yaparken fotoğrafını çekmişti. Fotoğrafa bakarken “Cem yahu, ikimiz de Buddha gibi olmuşuz, bu ne göbek bizdeki” dedim. Sonra muhabbet ilerledi ve Cem “Esasında senin kilo vermen çok basit biliyor musun? Sadece glisemik endeksi yüksek olmayan şeyleri ye, otomatikman kilo verdiğini göreceksin.” dedi. Ben de o dediğin ne Cem diye yanıtladım. Cem devam etti: “Şeker, yiyeceklerdeki gizli şeker. Bak biliyorsun ben çok yoğun ruhsal eğitim çalışmaları, meditasyonlar yaptırıyorum. Hep gözlediğim şu oluyor: Herkes sabahları müthiş konsantre, çok rahat çalışıyorlar. Fakat ne zaman öğle yemeği saati geliyor, öğleden sonra hepsi seriliyorlar. Niye? Çünkü ekmeğe, tatlıya veriyorlar kendilerini. Beden o şekeri kaldıramıyor ki bu yüzden hepsi ağırlaşıyor. Hatta depresif ruh hallerine kadar gidiyor bu süreç. Ne zaman eğitimlerde yemeklere el attım ve şekeri tatlıyı çıkarttım, o zaman çalışmalardan daha verim almaya başladık. Ayrıca kilolar da gitmeye başladı.”

Cem’in söyledikleri aklıma çok yatmıştı. Sadece kilo verme açısından değil, sürekli bir depresif ruh haline yatkınlık vardı bende. Hele ki sabahları, hem yorgun, hem mutsuz, hem de karamsar uyanıyordum. Aklıma hiç, geceyarısı ekmeğe sürerer götürdüğüm krem çikolatalar gelmiyordu bunun sebebi olarak. Hem yediğim ekmekte şeker vardı, hem de çikolata da. Ayrıca yaşadığım Narlıdere semtine harika baklavacılar açılmıştı ve ben haftada bir kilo Antep baklavasına çatalsız dalıyordum parmaklarımla… O derece seviyordum tatlıyı. Sabah kahvaltısı olarak da yarım ekmeğin içine kaşar peynirini doldurup, üzerine çilek reçelini boca ediyordum. Sağlıklı diye içtiğim kutu meyve suyunun haddi hesabı yoktu. Bunların hepsi şeker doluydu ve bir yandan beni şişmanlatırken, diğer yandan da ruh halimi düşürüyorlardı.

Peki ne yiyeceğim ben?

Cem’le yaptığımız konuşma beni çok etkilemişti ve eve döndüğümde glisemik indeksi yüksek yiyecekler konusunu araştırdım. Benim yediğim hemen her şeyde de bu indeks gayet yüksekti ve tabii ki kilo alacaktım. Ne yiyeceğimi düşünürken, Facebook’ta arkadaşım Seher (Gülcan) ile konuyordum bu durumu ve bana sana bir kitap önereceğim al onu mutlaka oku dedi. Ertesi gün Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın “Taş Devri Diyeti” kitabını okumaya başladım ve benim kilolarımla vedalaşma sürecim başladı.

Okuyanlarınız bilir Ahmet Aydın Hoca, düşük karbohidrat, yüksek protein içeren bir diyet programını önerir. Bununla birlikte yediğimiz içtiğimiz market ürünlerinin bedenimize neler ettiğini ayrıntılı ve uzun uzun da anlatır. Ben bu kitabı okumadan bir sene önce kadar, Susurluk Parkı’nda bir doktorun konuşmasını dinlemiş ve çok etkilenmiştim. O konuşmadan sonra zaten içtiğim her türlü kolalı içeceği, gazozu, glikoz şuruplu ürünü yemeyi kesmiştim. Bu yüzden hani kitapta anlatılanların bir kısmını yapıyordum zaten, ama esas sağlıklı diye yöneldiğim ürünlerdeki sıkıntıları da öğrenmiştim kitapla birlikte. Bu kitabın hemen ardından “Karatay Diyeti”ni okudum ve iyice netleşti kafamdakiler. Artık ne yapacağımı çok iyi biliyordum.

Her şey öncelikle beyinde bitiyor…

Şunu çok net söyleyebilirim ki huylarımız sandığımız her şey beynimizdeki programlardan ibaret ve bu programlar değişebiliyor. Mesela ben eline yumurta alıp yiyen birisi değildim, hele ki haşlanmış yumurtanın olduğu masaya oturmazdım. Şekeri de gayet severdim, tuzu da. Fakat aradan geçen yedi ay sonunda bakıyorum ki yumurtayı üçer üçer götürüyorum sabahları ve kazayla içine tek şeker atılmış çay bile aşırı tatlı geliyor, hele ki fast foodçuların patatesleri falan zehir gibi tuzlu denemek için tatmıyorum bile. Her şey insanın kafasında bitiyor yine.

Bu noktada adını saydığım hocaların kitaplarıyla birlikte Yasemin Soysal’ın “Tek Şişman Beyniniz” kitabı da benim için çok faydalı oldu, çünkü beyin programlarının etkilerini gösterdi. Zaten Soysal kilo verme üzerinden yola çıkarken bir beyninizi nasıl kullanırsınız kılavuzu yazmış farkında olmadan. (Yazarı tanıdığım için bu farkında olmama kelimesini kullanabiliyorum.) Kitabı birkaç sene önce okumuştum ve aklımda şu kalmıştı: “Dolabınızda küçülmüş bir pantolonuz varsa atmayın. Bir gün onun içine gireceğim diye düşünün hep. Görün bakın bir gün bunu yapacaksınız.” Benim böyle bir pantolonum vardı gerçekten de ve hiç giyilmemişti. Eşim “artık maşallahın var buna nasılsa giremezsin, biz bunu atalım” diye defalarca denedi, ama hiç attırmadım ve artık bu pantolonun içine girebiliyorum bugünlerde. (Fakat on sene öncesinin kesimi olduğundan mıdır nedir, çok komik görünüyorum. Bu yüzden hedef tuttu ama pantolon işe yaramadı.)

Kitaplardan öğrendiğim diyet tekniklerini uzun uzadıya paylaşmak istemiyorum, çünkü cidden kilo vermeye niyetliyseniz, alıp okuyup uygulayabilirsiniz. Ben size kendi yaşadığım ve yaptıklarımı şöyle özetleyebilirim.

Düşük karbohidrat diyeti

Karatay ve Taş Devri diyetleri, düşük karbohidrat diyetleri olarak geçiyor. Ekmeği, şekeri, tatlıyı, tuzu, makarnayı hayatınızdan çıkartıyorsunuz. Doğal ürünlerle protein ağırlıklı besleniyorsunuz. Yani ben sabahları iki üç yumurta (haşlanmış veya omlet şeklinde), peynir, zeytin, bol domates ve cevizle kahvaltı yapmaya başladım. Ara öğünü es geçtim. Akşam saat yedi gibi de çorba, et, salata ağırlıklı bir yemekle günü kapatıyordum. Akşam sekizden sonra kesinlikle bir şey yemedim. Bol bol çay içtim ve her ne kadar acıktığımı hissetmesem de geceleri hafif bir kıyılma hissettiğimde de ayran içtim. Ayrıca bol bol da yürüdüm, hareket ettim.

Ne kadar süre yaptın diye sorabilirsiniz bu noktada. Öncelikle şunu söyleyeyim; diyet size “kilo vermek için belli bir süre yapılan, sonra hedeflenen başarıya ulaşıldığında ise eski yiyiş biçimine dönülüp, tatlıya böreğe saldırılan” bir süreçse, siz daha çoook kilo alır verirsiniz. Diyet, yeme düzenini anlatır ve bana en sık sorulan “daha ne kadar devam edeceksin bu yeme düzenine” sorusunun yanıtı da burada yatıyor: Ömür boyu. Çünkü hocalar, kitaplarında sadece kilo verdirmenin yollarını anlatmıyorlar ve amaçları da öncelikle o değil zaten. Size sağlıklı beslenme hakkında bildiklerini aktarıyorlar ve kitapları okudukça “Yahu ben hiçbir şey bilmiyor muşum aslında” diyorsunuz. Bilmediğimiz için ayna karşısına geçtiğimizde utandığımız bedenlere sahibiz. Utanmamız gereken görünüşümüz değil, bilgisizliğimiz. Bilgisizliğimizin sonucu olarak böyle iri yarı bedenleri ortaya çıkartıyoruz. Ben geceyarısı acıkır dolabı açar, ne bulursam yerdim. Şekerli meyve sularını lıkır lıkır içerdim. Ama bir türlü doymazdım. Bu sefer daha da hırsla saldırırdım. Sonuçta sadece kilom değil, bir güzel de reflüm oluşmuştu. Yeme içme düzenim değişince, kilolarımdan önce ilk veda ettiğim reflü oldu. Bununla birlikte diyetle birlikte kilo vermeye hemen başladım ve üç ayda verdiğim kilo 13’ü geçmişti. Tartıda 94’ü görüyordum. Bununla birlikte diyetle birlikte kilo vermeye hemen başladım ve üç ayda verdiğim kilo 13’ü geçmişti. Tartıda 94’ü görüyordum.

Dukan Diyeti mi?

Benim yine hep karşıma çıkan bir diğer soru da “Anlattıkların Dukan Diyeti işte, okudun mu o kitabı” oldu. Hayır, okumadım; ama ihtiyaç da duymadım. Sonuçta Fransız halkıyla bizim aynı beslenme alışkanlıklarına sahip olmadığımızı düşünüyorum, benzerlikler olsa da insan olmaya dair. Mesela Dukan, nereden bilsin lahmacunu, üzümlü ceviz sucuğunu, evde yapılan yoğurdu vs. Bu yüzden okumadım.

Bir diğer soru da “Ama diğer doktorlar onları çok eleştiriyor” oldu. Ben şahsen iki hocanın da anlattıklarında bilgili ve samimi olduklarını düşündüm ve onlara inandım. Dediklerini de harfi harfine uyguladım. Bu arada böyle bir diyet programına başladığınızda, çevrenizde ne kadar çok “beslenme uzmanı” olduğunu görüp şaşırıyorsunuz. Herkes kendince bir uzman bana öğütler veriyordu da çoğu gazetelerden öğrenilmiş, kulaktan duyma şeylerdi. Kimsenin araştırma etme zahmeti yoktu, daha da komiği bana öğütler verenlerin göbekleri kendilerinden önce gidiyordu.

Tibet’in Gençlik Pınarı

Ben ev-ofisi düzeninde çalıştığım için, yaz aylarının geçmesiyle birlikte eskisi kadar hareket etme imkanı bulamamaya başlamıştım. Hani yazın çek ayağına şortu, pabucu yürü allah yürü yapabiliyorsun da, nedense havalar soğumaya başladığında ve bir yandan da işler yoğunlaştığından bunu pek gerçekleştiremiyorsun. Bu noktada evin içinde beni hem hareket ettirecek, hem de enerjimi arttıracak bir şeylere ihtiyacım vardı ve “Tibet’in Gençlik Pınarı”nı bu noktada hayatıma ekledim.

Bu hareketler dizisi, Tibetli rahiplerin uyguladığı bir nevi yoga programı esasında. Çok basit beş temel hareketten oluşuyor ve her sabah uygulamanız yirmi dakikanızı bile almıyor. Ama hem çok sıkı hareket etmiş oluyorsunuz, hem kilo vermenize yardımcı oluyor, hem de ruhsal enerjiniz artıyor. Youtube’a “Tibetan five rites” yazarsanız, nasıl yapabileceğinize dair videolara ulaşıyorsunuz. Ayrıca kitabı da var piyasada, okumanızı ve uygulamanızı öneririm.

Sürecin etkileri ve sonuçları

Bu yazıyı yazarken yeni beslenme düzenime geçişimin yedinci ayı dolmuş. Başladığımda 106.9 kiloydum, şu anda 91 kiloyum. Zaman içinde daha da kilo vereceğimi biliyorum, fakat artık çok da kasmıyorum kendimi. Bu eski yeme alışkanlıklarıma döndüm anlamına gelmiyor. Sadece mesela ilk aylarda tatlı niyetine birşeyler yemezdim, şimdi üzümlü ceviz sucuğu yiyorum. Canım çekerse dürüm falan götürüyorum. Ekmeğe bu kadar tavizim var. Şekerli tatlıları da anca kırk yılda bir önüme iyi bir baklava gelirse, benim için faydalı olmadığını bile bile, sırf tatmak adına yiyebiliyorum. Çikolata ise %70 oranda kakaolu bitterle kahve takılıyorum arada; çok keyifli oluyor. Bununla birlikte çok da aramıyorum zaten.

Bedenime aynada bakmaktan keyif duyuyorum. Çünkü o benim eserim ve evet her ne kadar bir sporcu olmasam da veya bir vücut geliştirmeci; bu haliyle de bana gayet güzel geliyor. Bu arada bu süreçte hiç spor salonuna gitmedim onu belirteyim. Hamster gibi yürüyüş bantında koşmak veya hiçbir yere varamadığın bisikletleri çevirmek cidden canımı sıkıyordu zamanında oralarda çalışırken. Bununla birlikte yoga, pilates vs. birçok değişik aktivite var yapılabilecek, belki bunlara da katılsam daha da hızlanırdı kilo verişim. Fakat benim deneyimim çok da kasmadan, kendimi aşırı yormadan, sadece yeme içme düzenini değiştirerek kilo verilebilir mi sorusunun yanıtını bulmak oldu. Evet, verilebiliyormuş.

Sağlık anlamında gayet enerjik ve sağlıklı hissediyorum kendimi. Yumurtayı çok yediğim için bana çevremden sık sık “aman ne yapıyorsun, kolestrolden mahvolursun” uyarıları geliyordu. Ben hiç dinlemedim ve mis gibi de yedim. Sırf bu yazıyı yazacağım için gidip kan testi yaptırdım. Kolestrolüm 157 çıktı ki 140 ile 220 arası normal değermiş. Diğer değerlerim de gayet güzeldi. Bu süreçte bir kere zehirlenmem, bir kere de soğuk algınlığı yaşamış olmam dışında bir sıkıntım olmadı. (Yaşım 36)

En önemlisi ruhsal enerjim değişti. Sabahları kalkınca hissettiğim o ağırlık, o depresiflik duygusuyla vedalaştım. Zaman zaman yine olmuyorlar değil evet, fakat bunun benim içsel başka sıkıntılarımdan olduğunu biliyorum en azından. Yediğim şekerin üzerime yaptığı gereksiz baskıyla uğraşmak zorunda değilim artık. “Tibet’in Gençlik Pınarı” hareketleriyle birleşince de enerjim daha da yükseldi.

Peki olumsuz yöne olmadı mı? Aman canım sende diyeceğiniz şeyler. Bir kere gardırobumda giyebileceğim pantolon kalmadı, çünkü hepsi kocaman kaldılar. Ayrıca bazen dışarıda yiyecek bir şey bulmak sorun olabiliyor. Çünkü fast food ve ekmek arası kültürü çok yaygın bizde. Siz ekmek ve kızartma yemiyorsunuz. Bu durumda seçenekleriniz azalabiliyor. Eşim bundan şikayetçi oldu ilk başta: “Onu yemiyorsun, bunu yemiyorsun; ben sana ne yedireceğim” diye söyleniyordu. Hani önceki senelerde bir pilav, ya da makarnayla da idare edebiliyorsunuz o gün pratik olsun diye. Ama şimdi öyle bir şey yok ve doğru düzgün yemek hazırlanması gerekiyor her gün. Bu da her zaman mümkün olamayabiliyor. Bir da mutfak masrafınız artmış gibi görünüyor. Gerçi tatlıları, meyve sularını, kolaları kestiğinizde bu dengeleniyor da böyle çok daha fazla para veriyormuşsunuz gibi geliyor. Tabii en önemlisi tatlı denen kavramla vedalaşmak ki çocukluğumuzdan beri şekerli ürünleri “ödül” ve “mutluluk” olarak gören beyin programlarımız için çok zor bu ve bir çok arkadaşım sırf bu yüzden “Başlamam ben diyete miyete” tepkisini verdiler bana. Eh, bir adım adın görün bakalım ihtiyacınız var mıymış, yok muymuş.

Sözün özü

Ben yeni beslenme düzenimden gayet mutluyum ve bu süreci kısaca özetlemeye çalıştım sizlere. Ahmet Aydın’ın “Taş Devri Diyeti” ve Canan Karatay’ın “Karatay Diyeti” kitaplarını, öncelikle sağlıklı beslenme konusunda bilgilenme adına mutlaka öneririm. (Tabii ki herkesin metabolizması farklı yapıda olabilir. Eğer emin değilseniz kendinizden veya ciddi sağlık sorunlarınız varsa, doktorunuza danışarak başlayın bu diyetleri uygulamaya.) Üzerine bir de Yasemin Soysal’ın “Tek Şişman Beyniniz” kitabını eklerseniz, zihinsel süreç yönetimi açısından harika olur. “Tibetin Gençlik Pınarı”yla da bedeniniz ve ruhunuz da fıstık gibi olur. Böyle hayat yolculuğunuza daha pozitif, en azından ekstra negatiflikleri üzerinizden atmış olarak devam edersiniz.

(İk Yayın: Cosmopolitan)

Hasan 'Sonsuz' Çeliktaş

18 Kasım 1976'da Mersin'de doğdu. Toros Koleji'ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü'ne girdi. Fakültesini çok sevdiğinden mezuniyeti sonrasında oradan ayrılamadı ve asistan kadrosunda eğitim hayatına devam etti. 2005'te ise İzmir'e yerleşti. 2001 yılında "Sonsuzlukotesi" mail grubunu kurmasıyla başlayan yazarlık hayatı, önce 2002'de sonsuzlukotesi.com'u, daha sonra da 2004'de derKi.com'u kurmasıyla devam etti. Bir yandan da Cosmopolitan, Esquire, Yeni Aktüel, Zodiac, Akşam Brunch gibi dergilerde ve Akşam Gazetesi'nde serbest yazar olarak yazıları yayınlandı. 2011'de ise Anadolu topraklarından doğup Amazon.com'da yayınlanan ilk Türk Spiritüel dergisi "The Wise"ı oluşturdu. Halen yazmaya devam ediyor. Duru Sonsuz ile Özün Dünya'nın babası sıfatıyla onlara rehberlik yapmaya çalışıyor...