20 Temmuz 1995 sabahı, Silifke’den erkenden yola çıkmış, Tarsus ve Mersin’i hızla geçtikten sonra Adana’nın Osmaniye ilçesine gelmiştik. Buradan Yarpuz’a çıkmamız gerekiyordu. İki az bilinen kekik türü olan Origanum laevigatum ve Origanum bargyli‘yi toplayacaktık. Yarpuz yoluna tırmanmaya başlarken Origanum laevigatum da görünmeye başladı ve yol boyunca sağı solu süsleyerek bölgede yaygın olarak yetiştiğini gösterdi. Yarpuz’a kadar rastladığımız diğer ilginç türler şunlardı: Delphinium peregrinum, Sideritis perfoliata, Calamintha nepeta subsp. nepeta, Melissa officinalis subsp. inodora, Micromeria cremnophila subsp. amana, Stachys pumila, Stachys diversifolia.
Yarpuz’a vardığımızda gördüğümüz taş binalar bizi şaşırttı. Meğer burası bir ara vilayet merkezi olmuş ve görkemli bir hayata şahitlik etmiş. Şimdi ise köy görünümünde mütevazı bir yerleşim birimi. Arabayı kahvenin yanına park ettik. Bu sırada yanımızdan geçip tek kol yukarı doğru yürüyen tam teçhizatlı komandolar o an pek dikkatimizi çekmemişti. Kahvede oturup, köylülerle sohbete başlamıştık ki bir er gelip komutanın beni görmek istediğini söyledi. Daha çayımı yudumlamadan kalkıp eri takip ettim. Yolun karşı çaprazında yer alan küçük bir binadan içeri girdim. Jandarma subayı Alaaddin üsteğmen beni nazikçe buyur etti, kibar ifadelerle kim olduğumuzu ve burada ne aradığımızı sordu. Kendimi tanıttım ve neyin peşinde olduğumuzu anlattım. Bu arada gelen çayı yudumlarken, “Hocam, buralar pek tekin değil. Bir ay önce PKK burada üç masum köylüyü boğazlarını keserek öldürdü. Bu yüzden biraz yukarıda bir komando karargahı kuruldu. Amanoslar eskisi gibi değil” diyerek biraz önce şahit olduğumuz asker varlığını izah etmiş oldu. Kendisine, dünyanın yolunu Origanum bargyli toplamak için geldiğimizi ve toplamadan dönmek istemediğimizi inandırıcı bir üslupla ifade etmeye çalıştım. Yardımını rica ettim. Bizi komando birliğinin karargahına gönderebileceğini söyledi. Teşekkür edip odadan çıktım. Bizimkileri toparladım ve yola koyulduk. Yol boyunca mevzilenmiş komandoların koruduğu yoldan ilerledik. Bir müddet sonra karşıdan bir jip göründü. İçinden inen çakı gibi bir subay bizi durdurdu, kendini tanıttı ve elimizi sıktı. Abdülkerim Binbaşı’nın bizi karşılamaya geldiği belliydi, çok sıcak davranıyordu. Eczacı olduğumu öğrenince Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden Prof. Dr. Maksut Coşkun’u tanıyıp tanımadığımı sordu. Çok iyi tanıdığımı söyleyince Maksut’un bacanağı olduğunu öğrendim. Dostluk havası daha bir ısındı. Önce karargaha gitmemizi önerdi. Yolda bu birliğin tamamen gönüllülerden oluşturulduğunu ve bir ay önce buraya Urfa’dan intikal ettiklerini söyledi.
Kamp, filmlerde görüp gıpta ettiğimiz Amerikan ordu kampları gibiydi. Erlerin her türlü konforu sağlanmış durumdaydı. Enfes yemek çıkıyor. Uydu antenleriyle ulaşılan TV’lerin karşısında erlerin komutanları ile güler yüzlü bir disiplin içerisinde yemek yemelerini görmek gözlerimizi yaşarttı. 400 gönüllü arasından seçilen 100 komando bu dağlarda vatan müdafaası yapıyor, bölücü örgütün yurdumuzun bu cennet köşesinde yuvalanmaması için uyumadan bekliyor.
Biz yemek yerken dağ nöbeti bitenler 12 saat süren nöbetten geliyor, diğerleri gidiyordu. Arı gibi hummalı bir faaliyet disiplin ve düzen içinde sürüyordu. Komutan bizim GPS’i (Küresel Yer Belirleme Sistemi) görünce ilgilendi ve orduda kullanılanı çıkarıp gösterdi. Askerin teçhizatı arasında GPS olduğunu da görmek ordumuzun modernliği hakkında gurur duymamıza yeni bir vesile teşkil etti. Hele gece gören dürbünlerin ve hedefe kilitlenen silahların da var olduğunu duymak bizi heyecanlandırdı. Birliğin gelmesiyle PKK’nın bölgeden derhal çekildiğini ve son bir aydır hiçbir olayın olmadığını öğrenmemiz hem içimizi ferahlattı, hem de ordumuzun konuya verdiği önemin ne denli ciddi ve haklı olduğunu gösterdi.
Bitki toplamayı bitirince Ağulu denen bölgedeki tepeye çıktık. Bu noktadan, ileride Suriye toprakları rahatça görülüyordu. Epey oyalanmıştık, aynı güzergahtan kampa geri döndük. Komutana rapor verdik, gösterdiği ilgi ve sağladığı yardımlar için teşekkür ettik, vedalaşıp ayrıldık. İstikamet Düziçi (Haruniye) idi. Ertesi gün Düldül dağları ile randevumuz vardı.
Bizlere o gün hoşgörülü davranıp, destek veren komutan ve erlere, bu vesileyle, bir kez daha şükranlarımızı arzediyoruz.
1 H.Duman, K.H.C.Başer and Z.Aytaç, Two New Species and a New Hybrid from Anatolia, Tr. Doğa J. Botany, 22, 51-55 (1998).
2A.Güner, N.Özhatay, T.Ekim and K.H.C.Başer (Eds.), Flora of Turkey and the East Aegean Islands (Supplement 2), Vol. 11, Edinburgh University Press, Edinburgh, p. 208 (2000)