Fazla kilolarımızla başımız dertteyken ve bahar başlangıcında bu durumu daha çok önemser hale gelmişken, doğal olarak diyetlerin yanı sıra ‘detoks’ programları da ilgimizi çekiyor. Geçtiğimiz günlerde, ‘Buda Size Yemeğe Gelse’ adlı kitabın yazarı Hale Sofia Schatz, Hillside Su Otel’de bir detoks programının yönetmenliğini yapmış ve bu, bedeni toksinlerden arındırma uygulamalarından elde edeceğimiz sonuçların, yalnızca bedenimizle sınırlı olmayacağı yolunda alışılmışın dışında fikirler öne sürmüştü.
Schatz’ın eserinin adı, Buda’nın ölümünden hemen önce davet edildiği akşam yemeğini ve vejetaryen rejimle beslendiği halde ev sahiplerine saygısızlık etmek istemeyerek sunulan et yemeğini yemesi ve hemen ardından da ölmesini anımsattı bana.
‘Bir an için Buda’nın size yemeğe geldiğini düşünün. Neler hazırlardınız’’ diye soruyor Hale Sofia Schatz ve sözlerini şöyle sürdürüyor: ‘Büyük olasılıkla gidip ayaküstü yenen sandviçler, vb. almazdınız. Onun yerine alışveriş yapmak ve kendi mutfağınızda kendi ellerinizle ortaya çıkaracağınız en taze, en lezzetli ve sağlıklı yemeği hazırlamak için zaman ayırırdınız.’
Yazar ve eğitmen nazire yapmış olmalı ama algılayışlarımız başka başka’ Eğer bu soru bana yöneltilseydi, sanırım cevabım, ‘Et yemeği pişirmek gibi bir yanılgıya düşmezdim’ olurdu. Çünkü anlatılana göre, İ.Ö. 476’da Buda Himalayalar’ın tepelerini görmek ister ve uzun bir yolculuğa çıkar. Bu sırada dizanteriye yakalanır. Müritleriyle birlikte yollarının üzerindeki bir çiftlikte konaklarlar. Et yememesine karşın, ikram edildiği için reddedemez ve bu nedenle ağırlaşarak yaşama veda eder. Bazıları Buda’nın zehirlenerek öldüğünü söyler. Her ikisi de doğru olabilir. Çünkü vejetaryen birisinin et yediğinde hastalandığını kendi deneyimlerimden biliyorum. Yoğun ısrar karşısında ya da uyumsuz davranmamak adına ne zaman gözlerimi kapatıp sunulan yemeği tatsam, hemen ardından mutlaka rahatsızlanır ve etin bedenim üzerinde zehirleyici etki yaptığını düşünürüm.
Yine, ‘Bedeninizle Birlikte Ruhunuzu Beslemek’ kavramıyla farklı bir beslenme ve yaşam tarzını ortaya koyan Schatz’ın, ‘Ne yersen, osun’ sözünün de, çoğumuzun üzerinde yeterince durmadığı vejetaryen beslenmeyi anımsatır nitelikte olduğunu düşündüm. Aslında bu söz, en az birkaç bin yıllık anonim bir deyiştir ve vejetaryen beslenmenin gerekliliğine inanıp bu fikri savunan Uzakdoğulu bilgelere aittir. Bedenimizi oluşturan hücrelerimiz belli ve birbirinden farklılık gösteren süreler içerisinde yenilendikleri için, gerçekten de yediklerimizden oluşuruz ya da ‘ne yersek, oyuz.’
İnsanoğlunun orijinal beslenme biçimi vejetaryenliktir. Charles Darwin başta olmak üzere birçok bilim adamı, ilk insanların sebze ve meyveyle beslendiğini ve anatomik yapılarının da buna göre evrimleştiğini saptamıştır. Ancak buzul çağı yaşandığında, yiyecek hiçbir şey bulamayan insanların var olabilmek için et yemek zorunda kaldıkları tahmini yapılmaktadır. Yerleşik düzene geçildiğinde ise, hayvanların büyük çoğunluğu avlanmak yerine evcilleştirilmiş ama yine, kesilip yenmiş ve böylece bu hatalı alışkanlık sürdürülerek, bugünlere uzanan mutfak kültürlerinde de yerini almıştır.
İşin pratik kısmına ve kilo sorunumuza gelirsek, yapılan istatistikler, sebze yiyenlerin et yiyenlere oranla daha ‘hafif’ olduklarını ortaya koyuyor. Çünkü uzmanların saptamalarına göre, vejetaryenlerin sindirim sistemleri daha sağlıklı çalışıyor. ‘Detoks’lanmaya’ takmışken, ölüm korkusu karşısında birtakım kimyasal reaksiyonlar gösteren hayvanların etinin yenmesinin, bedenlerimize toksin yüklemesi anlamına gelebileceğini göz ardı etmemeliyiz.
Tıbbi saptamalar uzantısında ve sayısız uzmanın görüşlerini pekiştirir biçimde, bizi Ayurvedik beslenmeyle tanıştıran Sayın Ender Saraç, konuya ilişkin olarak şu açıklamada bulunuyor: ‘Et, bağırsakta sindirim salgılarıyla reaksiyona girerek kansorejen kimyasal maddeler üretir. Etin sindirim için insan bedeninde uzun süre kalması çok olumsuz etkiler yaratmaktadır. İnsanın vücudundan etin sindirilerek tamamen terk edilmesi yaklaşık beş gün sürer. Oysa vejetaryen beslenmede bu süre bir buçuk gün civarındadır. Çürüyen et sindirim sisteminde toksik maddeler üretir ve bu maddeler bağırsakları önceden eskitip yıpratırlar…’
Dünya Diyetisyenler Birliği ve İngiliz hekimlerinin birlikte yaptığı bir araştırmaya göre, etle beslenenlerde birçok hastalığın yanı sıra ‘şişmanlık’ da görülür. Genel olarak bakıldığında ise, vejetaryenlerin daha sağlıklı ve ince yapılı oldukları altı çizilerek belirtilmektedir. Vejetaryenlerin ortalama vücut ağırlıklarının, et yiyenlerden 10 kg. daha düşük olduğu saptaması yapılmıştır.
Kısacası, forma girmeye çalışırken de, Doğu felsefelerinin yaşamın her alanına sızmaya başladığını görüyoruz. Önceleri Feng Shui’yle tanıştık, Çin tedavi yöntemlerinden Akupunktur, bedensel arınmayı içeren ve denge unsuruna da dikkat çeken Hint beslenme sistemi Ayurveda derken, şimdi de Hale Sofia Schatz’ın geliştirdiği farklı bir bakıştan haberdar olduk: ‘Arınma bedeninizde yıllık bir ayarlama yapmaya benzer. Yılda bir iki kez bedenimizin her zamanki beslenme kalıplarını bırakarak dinlenmesine izin vermeliyiz ki eskimiş hücre malzemelerini boşaltabilsin, yeni enerjiye kavuşsun ve kendini yeniden yapılandırsın. Temizlenmenin birbirinden ayrılmaz iki hedefi (toksinler, bağırsağı kaplayan tabaka ve bakteriler gibi) artıkları boşaltmak ve hücre gelişimini canlandırarak bedenin yenilenme yetisini yükseltmektir. Beden toksinleri atıp yenilenmeye başlayınca, insanlar çoğunlukla yaşamlarının öbür bölümlerini de ‘toksik’ olan ve fazlalık sayılan ne varsa bunlardan arınma isteğine kapılır. Bu farklı kişilerde farklı biçimlerde oluşur. Kimileri bağımlılık haline gelmiş yeme kalıplarını kırma dürtüsü hisseder. Başkaları ise kendilerini tatmin etmeyen ilişkileri sonlandırmış ya da birden meslekleriyle ilgili bir şeylerin farkına varmışlardır’ Fiziksel değişiklikler sindirimin düzelmesinden bağırsakların iyi çalışmasına, kilo vermekten cildin pürüzsüzleşmesine, daha iyi uyumaya ve enerjinin artmasına kadar uzanır.’
Gerçi, uzmanların uyarılarıyla, ph değerlerine ve içerdikleri minerallere dikkat ederek yeterince su içmemiz halinde, bedenimizi atıklardan (toksin) arındırabileceğimizi ve benzeri fiziksel sonuçlar elde edebileceğimizi biliyorduk. Schatz’ın öne sürdüğü görüş ise, Uzakdoğu felsefelerinin bütünselliğini içerir nitelikte. Bir Feng Shui uzmanı olan Karen Kingston da benzer bir düşüncenin uygulatıcısıdır. Ancak Hale Sofia Schatz bedeninizdeki toksinlerden arındığınızda yaşamınızdaki fazlalıklar da gidecek derken, Karen Kingston evinizdeki dağınıklığı gidermenin doğal bir uzantısı ‘fiziksel tapınağınız’ olan bedeninizde de görülecektir açıklamasında bulunur ve yine detokslama yöntemleri ile benzeri sonuçlardan söz eder. Karen Kingston ayrıca, zihinsel, ruhsal ve duygusal dağınıklıktan kurtulmak amaçlı bazı uygulamalar da geliştirmiştir. Genel olarak bakıldığında, bedeni atıklardan arındırmak için uygulanan ve çoğu birbirini andıran birtakım yöntemler olduğu görülüyor ama bu tür uygulamaları, uzman denetiminde yapmamız gerektiğinin altı çiziliyor ve hatalı uygulamalar sonucunda sağlığımıza ilişkin ciddi risklerle yüz yüze gelebileceğimize dikkat çekiliyor. Bu noktada, bedenlerimizi yılın belli dönemlerinde atıklardan temizlemenin dışında, olabildiğince az atık biriktirmenin yollarını da incelemek yararımıza olabilir.