Allahım, bir gün bana organlarıma hitaben bir dahili memo yazacağımı söyleselerdi gülerdim. Hoş şimdi yazarken de gülüyorum ama sinirden. Sinir sistemime, ayrıca memo yazarım, şimdilik genel memorandum ile idare etsin. Kendine mektuplar, ruhla ve tanrıyla sohbet, iç sesimle muhabbet derken, iş raydan, ok da yaydan çıktı, sonumuz hayrolsun.
Ben bu Reiki seanslarından ürkmeye başladım… Evet! Ürküyorum, ne zaman başıma bir halt gelse, sorunun sebebine inmek konusunda önce isteksizce kıvırtıyorum, sonra “aman ne var, bir bakalım neler olup bitiyormuş iç dünyamın derinliklerinde” şeklinde özetlenebilecek gereksiz bir merakla mental çalışma yapıyorum. Sonrası bu: Abuk sabuk yazılar.
Evrenin işi gücü yok, benim sorumla ve de sorunumla mı ilgilenecek? Tabii ki hayır. İşte bu nedenle benimle kafa yapıyor. Ben de cevap buldum bulacağım diye debelenip bunları yazıya döküyorum. Olay bundan ibaret. Hadi ben safım diyelim-ki beni tanıyan kimse beni bu şekilde tanımlamaz, evren de çok masum sayılmaz yani bu anlamda.
Ayrıca sırf Reiki seanslarından ürkmüyorum. Düşüncelerimden de ürküyorum artık. Düşündüğüm herşey, daha ben içeriğinin farkına varana kadar görünmez bir hortumla hayatıma çekiliyor. Bu tıpkı halının altına itilen, kanepenin arkasına düşen gerekli gereksiz herşeyin elektrik süpürgesinin içine çekilmesi gibi. İşin kötüsü makineden takır tukur ses gelene kadar neler olup bittiğini anlamıyorsun da. Sonra işin yoksa makineyi temizlerken ayıkla dur.
Eğer düşünceleri süzen bir filtre varsa, kesin benim versiyonumda yok. Bu modellere ekleme yapılamıyorsa makineyi değiştirmek gerek. Bu da başka konularda değişime direnmeme yolundaki genel tavrımdan filtrelerin de nasiplenmesini izin vermem gerek demek oluyor. Bu iş giderek fil ödevi halini almaya başladı. Sanırım bu çapta bir operasyon annelerimizin bahar temizliği dediği cinsten bir uygulamaya eşdeğer enerji ve vakit alacak.
Hoş bu son olayda “bi hasta olayım bakayım nasıl oluyor” diye de düşünmemişimdir elbet. Abartmayalım, yani ben bile o kadar düşüncesiz olamam. Düşünmüşüm bir şeyler tamam, ama düşüncesizce düşünmemişimdir değil mi? Olsa olsa düşüncesizlik değil, bilinçsizlik durumu mevcuttur.
Ancak ara ara aklıma gelen düşünceleri ucuca ekleyince anlıyorum ki, beynim bu masum düşünce materyallerini kullanarak akılllara durgunluk verecek bir bomba yapmış. Bense şimdi onun tam üstünde oturuyorum. Daha doğrusu bu ne rahatsız koltuk böyle diye söylenirken farkettim ki bu koltuk değil, koltuk kılığına girmiş bir bomba. Kim koydu diye sormuyorum, cevabı bilmemekle cevabı bilmekten korkmak arasında gidip geliyorum çünkü. Tik tak sesleri arasında hormonlarım depreşiyor ve kime hitaben söylediğim belli olmayan cümleler kuruyorum:
“Çabuk söyle, kırmızı kablo mu yoksa mavi mi? Kesiyorum bak!!!!”
Cevap veren olmuyor, vakit ise hızla azalıyor. “Kesiyorum bak” deme cesaretinize kendi kendinize bile yabancı kalmanızın şaşkınlığını atamadan bir de kestim gitti eylemine geçiveririyorsunuz kaşla göz arasında.
Olası sonuçlar:
a. Müjde: “Hehe hee. Patlamadı işte. Doğru kabloymuş. Biliyordum!!!!”
b. İmam: “Merhumu nasıl bilirdiniz?”
Adrenalin için Evereste tırmanmaya, rafting yapmaya vs. İhtiyaç yok. Düşün yeter. Adrenalin yukarı, trombosit aşağı. Yok korkulmasın son cümle geneli değil, sadece beni kapsıyor, adrenelin trombosit arasındaki bu gereksiz ilişki herkeste yok. Ben özelim o yüzden bende var, sizde yok. Şaka yaptım yahu, hepimiz özeliz. Hem böyle bir özellik yerine daha hoş farklar seçebilirsiniz diyorum hani.
Neyse… Şu memoyu bir yazayım o masum görünüşlü düşünceleri de teşhir edeceğim.
Sadece bir ipucu veriyorum: İlk kitap, “bitti, o da şimdilik” diye noktalanmıştı. Birinci düşünce bu. Burada bitmez bu iş, devamı gelecek niyetinin evrene salındığı an bu andı işte. Diğerlerinden de bahsedeceğim ama, sonra. Zaten üç kuruşluk aklım kaldı toparlamaya çalışıyorum işte, biraz sabır, sırayla yazacağım, tabii sıraya sokmayı başarabilirsem. Çil yavrusu gibi dağılıp kafalarına göre takılan bu düşüncelerden neler çekiyorum bilmiyorsunuz tabii. Birini yakalıyorum diğeri kaçıyor, köşekapmaca ve körebe oynuyoruz bir nevi. Tamam, kendimde olmayan erdemleri sizden bekliyor olmam ironik hatta sinir bozucu ama, yolu yok.
Sabır… Size de bana da. İlave olarak bana sabır üstü az sebat da lazım gibi görünüyor. Garson!! Pardon Tanrım! Bana kafamı toplamak, düşüncelerimi sıraya dizmek, bu hayat dersi sırasında farkındalık sağlayana kadar sabır gösterip sebat etmem için güç ver!
Amin
Dahili Memo 1
Tüm organlara:
Konu: Durum Özeti ve Acil Eylem Planı
Kandaki demir ve trombosit oranları ile ilgili durum ve normale göre düşük tansiyon gibi insan ırkının geneline uymayan ama pek çok kişinin farkında olmadan yıllarca gül gibi yaşayıp gittiği değerlerle batı tıbbı nezdinde başımız derde girmiş bulunuyor. Her ne kadar şahsen onları ikna etmeye uğraştıysam da gelinen nokta itibariyle bizden sıkı önlemler almamızı talep ediyorlar. Hatta, bu sıkı önlemlerin ilki fayda etmezse sıkı ve uzun süreli önlemleri sırf burnumuza dayamakla kalmayacaklar aynı zamanda en iyimser ihtimalle damarlarımızdan zerk edecekler. Hadi 3 haftadır sesimizi çıkartmayıp paşa paşa damardan kan verdik. Hem de yolda bir polis çevirmesi olsa beni eroinman sanacakları kadar delik pahasına. Ama daha ilerisi evlenmeden olmaz…
Yine kısa bir hatırlatma yapmakta fayda var: 13 Aralık 2004 tarihinde genel muayenede doktorun “bir kan değerlerinize bakalım, bana biraz solgun geldiniz. Kansız olabilirsiniz” demesi üzerine aynı gün yaptırdığımız kan testlerinin sonuçları için 15 Aralık 2004 tarihinde acilen hastaneden aranıp, testleri tekrarlamak istediklerini öğrenmiştik.
Acilen aranmak sevimsiz bir durum. Acilen aranma sebebini bilmemek ve yeni testin sonucu çıkana kadar yarım saat daha orada, kan verme odasında beklemek, test sonucu verilirken tüm laboratuvar ekibinin inceleyen bakışlarına maruz kalmak da… Daha da komiği, hayatımız boyunca tansiyon değerleri hariç kendimize ait hiçbir değeri bilmek zorunda değilken şimdi başta kan olmak üzere pek çok parçamızın olmaları gereken normal değer aralıklarını ezbere bilmek zorundayız. Gerçi hala bazıları için test kağıdına bakıp kopya çekiyoruz ama olsun, büyük ilerleme kaydettik denilebilir.
Ancak, ilerleme kaydetmemiz beklenen konu bu değil. Değerleri ezberlemek yerine o değerleri iplemeyen kandaki maddelerin aklını başına toplamalarına destek vermek. Tamam, eyvallah, bu hastalık teranesinin yüzü suyu hürmetine ev ve iş hayatında bir takım haklı haksız kazançlar elde ettik. İş yerinden izin alıp arazi olmak, ev ahalisinin, arkadaşların ödünü patlatıp ilgi ve alakalarını temin etmek, nazlanmak, huysuzluk yapabilme özgürlüğü gibi tüm kazanımların bir bedeli var tabii ki. İşin sonu ağır batı tıbbı tedavisine doğru yelken açtığından, derhal bu durum özetini takip eden eylem planına tüm hücrelerimizle katılımımız beklenmektedir. Yani, eğlence bitti, şu “an”dan itibaren, hepimiz “ol”mamız gerektiği gibi olacağız. Artık olağan üstü hal uygulamasına geçmiş bulunmaktayız. Sıkı yönetim ilan edilmeden aklımızı başımıza devşirelim, trombositleri sevelim kampanyası başlamıştır, bilginize.
20 günlük hikayeden çıkartılacak dersler ve istatistiklere bakalım:
-
Trombositler işin ciddiyetini kavramamış görünüyor. Bu tabloya ve test sonuçlarına göre en dalgacı grup onlar. Bir gün 4 bin bir gün 38 bin değerle doktorları şaşırttığınız yetmiyormuş gibi ne ilaç dayanacaklarını bilmez hale getiriyorsunuz adamları. Olmanız gereken değerler 150 bin ile 400 bin arası. Sıfır atma olayı sadece para birimimimizde yaşandı, eğer beyin bu konuda sizi yanlış yönlendirdi ve hafızanızı bulandırdı ise beyin ayrıca bunun hesabını verecek. Anladınız herhalde. Bir sonraki kontrole kadar (6 gününüz kaldı hatırlatayım) hane nüfusunuzu 100 bin’in üstüne çıkarmazsanız başımız belada demek. Bu süre içinde tüm ilgili birimlerin, risk analizi, önümüzdeki döneme ait hedef değerlerini, hata analizlerini, müşteri şikayetlerini, Pazar payımızı ve her türlü prosesi (ay pardon kaptırmışım kendimi) içeren raporlarını masamda istiyorum. Dizaztir rikaviri , bisinis (tamam layf da olabilir) kontinyuti çalışmalarını da öyle.
Ayrıca bir süre, bağışıklık sisteminin gözüne filan görünmeyin. Laboratuvar ortamında tespit edildi, hücre çapınızı değiştirmişsiniz işte, hiç inkar etmeyin. Sizin gibi yapan bir de RDW’ler var ama onlara şimdilik saldıran yok görünüyor. Yine de haksızlık olmasın diye onlar da uyarılacak, hemen “Her ne olursa bizi suçluyorsunuz, günah keçisi biz olduk, RDWleri kayırıyorsunuz, bu haksızlık!!” diye çemkirmeyin. Hele hele bağışıklık sistemi ile kan davası gütmeye kalkışmayın, onların bir günahı yok ama sizin bu aralar maskeli baloya gider gibi kılık değiştirme merakınız yüzünden bağışıklık sistemi sizi bize saldıran düşman gibi algılıyor. Kan davası gütme zamanı değil, zaten şurada soldan say 5 bin tanesiniz bugün itibariyle, kan akacaksa durduracak mecaliniz yok, böyle düşünmeden eylem yaparsanız toptan geldiğimiz yere döneriz haberiniz ola.
2. Unutmadan… Neymiş? Bağışıklık sistemi, karakterleri ve yaradılışları gereği espriden anlamıyorlar. Bi daha böyle sululuk yapmayın onlara. Hele hele parolayı sorduklarında bazılarınızın “trombon, transit, tramplen, tombul sosis” gibi kelime oyunları ile aklınız sıra bağışıklık sistemini ti’ye aldığınızın saptanması bardağı taşıran son damla olmuştur. Dolmabahçe sarayının önünde nöbet tutan Mehmetçik ciddiyetindeki bu grupla şaka olmaz. Bir daha hatırlatıyorum: Bağışıklık sistemi parola konusunda büyük/küçük harfe bile hassastır.
Höyt!!!! Vurdurmayın yumruğumu masaya… Elim incinecek, 2 bin taneniz daha oradaki morarmayı tamir için gideceksiniz, sınır boylarında yeterli nöbetçi kalmayacak. Zaten bağışıklık sistemi sizi telef etmekten helak oldu, gerçek kanamalar için sizin, gerçek düşmanlar için onların mecali kalmayacak. Yine de masaya vurasım var. Tokmak bulun bana! Elimle değil tokmakla vuracağım masaya ve dahi gerekirse kafanıza kafanıza.
-
Bu aralar bünyenin fazla sarsılmaması gerekiyor. Habire düşme eğilimindeki maddeleri ben sıkıca teğelledim gerçi ama yine de adı üstünde teğel, her an sökülebilir. O yüzden hoplayıp zıplamak, sarsılmak filan yasak bi süre. Hatta bu aralar yakın çevremizin talep ettiği ama işimize gelmeyen herşeyi “trombositlerim düşüyo” diye reddedebiliriz, ama etik değil, hatırlatayım.
Ayrıca yukarısıyla buraya gelmeden önce yaptığımız kontrata göre kira dönemi sonunda bütün enerji bedenlerimizi sağlam teslim etmemiz konusunda bi madde var. Aksi halde depozitodan düşüyorlar. Bu durumda bizim eterik bedenemiz mis gibi temizdi, ruhsal bedenimiz de sağlam gibi bahaneler bizi kurtarmaz. Fizik bedenimiz de sağlam teslim edilecek, mızıklanmayın. Aura çizikleri, yırtıkları, çakra sökükleri önümüzdeki günlerde edinilen beceri kazandırma kursları neticesinde tamir edilecek. Ama hiç kurs alınmayacakmış gibi kendi şahsi gayret ve kabiliyetimizle elimizden geleni ardımıza koymamak lazım
-
Aşırı A vitamini almak vücudun demir emilimini baskılıyor. Bu fazla artistik cümlenin “bizimle ne alakası var” derseniz şöyle açıklayayım: Artık günde 8-9 tane çiğ havuç yemek ve tavşan olarak evrimleşmeye çalışmak gibi gizli planlarınıza beni alet edemeyeceksiniz demek! Tamam, son altı ayda belki bütüne göz attığımızda A vitamini ihtiyacımız vardı ve aş erme boyutlarında havuç yeme krizleri yaşadık ama geçti artık. Geçmek zorunda, manavların bu yöndeki sızlanmalarını ve en has müşterilerini kaybetmekten duydukları endişe ile bize duygusal baskı yapmalarını duymazdan gelmek zorundayız arkadaşlar. Durum ciddi.
Doktor önce avuç içlerimize baktı sonra da gözlerimizin içine ve dedi ki “ 1 sene boyunca A vitamini almasan da olur!!!” Bu gözlerimin içine bakış neticesinde ne kadar güzel elleriniz var gibi bir cümle kurmamasına takmadım hayır. Niye böyle dedi asıl takıntı o, çünkü avuç içlerim sararmak ötesi turunculaşmıştı da ondan. Özetle, sırf havuç değil A vitamini içeren balık, (ya başka ne demişti doktor?) alabalık, ayıbalığı (tamam salladım, klasik sınavda sorunun cevabının gerisini hatırlamayan ve derse çalışmamış öğrenci psikolojisi, kabul. Neyse ne) yemeyecekmişim. Oh beee. Haa, hatırladım bi de patates. Ayrıca demir ihtiva eden şeyler de alacakmışım. Bu demir ve A vitamini arasındaki ofsayt durum hakkında eşim aylar önce uyarıda bulunmuş, yetinmemiş başımın etini yemişti. Şimdi sayenizde ben demiştim’le başlayan bir sürü cümle kuruyor ve bunlara tek başıma cevap yetiştirmek durumunda kalıyorum. Bir daha bir bütün olduğumuzun bilinciyle hep birlikte cevap yetiştirelim. Tamam, bir “bütün” olarak havuç yeme yasağına uysak da olur, abartmaya gerek yok.
5. Dengeli beslenecekmişim kısacası. Benim dengeden anladığım hızlıca in-çık, sallan yuvarlan, salıncakta sallanır gibi bir aşağı bir yukarı git-gel, yemek tuzlu olmuşsa biraz su ve patates ekle tuzunu çeksin, çok mu çekti biraz daha tuz at, kilo mu aldın hızla zayıfla, dibine kadar git haşat et bünyeyi, yoruldun mu 15 saat uyu, denge sözkonusu olduğunda bungy jumping yap. Bir aşağı bir yukarı ine çıka sonunda bir yerde dengede durulur.
Sorun varsa kısa vadeli çözümlerle günü kurtar, sorun var da rahatsız etmiyorsa görmezden gel, görünen bir sorun yoksa da hiç kafayı yorma. Aşırı denge durağan bir durumdur ve fazlasıyla zararlıdır. Çok dengeli olmak matah birşey değildir. Böyle değilmiş, iyi de şimdiye kadar niye kimse durdurmadı, uyarmadı ki? Uyardılar, durdurmaya çalıştılar da ben mi iplemedim? Dengeli davranma, dengeli beslenme gibi içinde her türlü denge sözcüğü barındıran eyleme koyduğum tavır ve yarattığım kalıplar konusunda kendimi tekmelemek istiyorum ancak bu teoride kulağa hoş gelse de pratikte kolay gerçekleşir bir eylem değil. Velhasıl, hayatında denge konusunda her daim sınıfta kalmış birinin karşısına dikilebilecek en gıcık sınav bu farkındalık adına. Eğer bu bir dersse ve finalde de buradan soru gelecekse, ciddi zorlanacağım. Ne diyor evrensel kurallar:
Kolay dersleri öğrenemezseniz zorlaşırlar. Dışsal sorunlar, içsel durumunuzun eksiksiz bir yansımasıdır. İçinizdeki engelleri ortadan kaldırdığınız zaman dış dünyanız değişir. Acı, evrenin sizin dikkatinizi çekme yöntemidir.
Mesajı herkesin aldığını umarım. İçimizdeki engelleri kaldırarak dışımızdaki dünyayı, özellikle doktor dolu ortamları değiştirmek gibi bir misyonumuz var, bu hepimizin görevi, başarabiliriz. Size güveniyorum hücrelerim, külliyen harikasınız!!!! (Yeterince gaza gelmediyseniz, doktor bol miktarda tüketilecek kuru bakliyatın bu sorunu ziyadesiyle çözeceğini söyledi, bilesiniz.)
Dahili Memo 2
6 gün sonraki kontrolde yamuk yapmanız sonucu 4 gün kortizon verdiler. Gençliğinize veriyorum ve diyorum ki:
-
Kortizonu yedikten sonra aklınız başınıza gelmiş görünüyor, efendi efendi yükseldiniz. Amman sakın bozmayın dengeyi.
-
Yine haftaya tekrarlanacak kan sayımında kaytaran olursa bunlar maaşınızdan kesilecek. Bilginize.
-
Dalak sadece maaşla kurtaramayacak görünüşe göre, kendisine şimdiye kadar metabolizmamıza olan katkılarından dolayı teşekkür edip, malulen emekli edeceğiz bu gidişle. Ne dedi doktor? İlaçtan sonra yine düşme trendi devam ederse, dalağını alırım senin dedi. Adam mafyavari konuştu, hepiniz duydunuz.
-
Bugün burnumun kanaması şakaydı değil mi? Bir daha böyle şaka yapmayın fena olur. Hele hele doktor duyarsa yandık.
Kendimize biraz zaman tanımaya ne dersiniz? Hayatın ve sağlığın anlamını düşünmek üzere hep birlikte süresiz yıllık izne çıkmayı teklif ediyorum. Kabul edenler, etmeyenler?
Edilmiştir.