Su orucuna başladığımızdan beri özelden yazan veya arayanların ve dahi sessiz kalıp çekirdek çitleyerek bekleşenlerin merak ettikleri her şeyi açıklıyoruz, toplaşın.
Öncelikle, adı Su Orucu ama bu bir su içmeme orucu değil, yanlış anlayanlar olmuş. Suya ilaveten, şekersiz katkısız az miktarda kahve ve çay tüketebiliyorsunuz. Bunun dışında yemek, mineral ve vitamin takviyeleri de kullanılmıyor. Bedenin kendi kimya laboratuvarına ya da benim deyimimle aşırı yüklenmedikçe kendi mükemmel sağlık kodlarını hatırlayabilecek muazzam kapasitesine teslim oluyorsunuz.
Bu uygulamaya en azından ilk seferinde bir partnerle başlamanız tavsiye edilir. Yanınızda biri olması, deneyimlemediğiniz için bilmediğiniz bir süreçte, olmasından korktuğunuz herhangi bir aksilikte size fiziki ve manevi destek verecektir. Ani tansiyon düşmesi/çıkması veya kalp çarpıntısı, ishal, gaz, bulantı gibi semptomlar kişiden kişiye değişebilir, hatta eğer görece sağlıklı beslenen bir hayat düzeniniz varsa bunlara eser miktarda maruz kalırsınız. Ama başlarken bunu pek bilemediğimiz için ikinci kişinin varlığı önemli. Tek başınayken cayma/kaytarma/erteleme kapıları pek bir açık, sağlam cereyan yapıyor hatta.
Ayrıca “Amaaan şimdi aç kalıp da ne olacak, iki lokma atsam ağzıma ne farkeder” ve benzeri şekilde sizi yoklayan zihinsel şeytanlarınıza karşı da sağlam bir işbirliği yaratıyor emin olun.
Gelelim sorularınıza…
Bunlar genelde aşağıdaki başlıklar altında toplanıyordu:
“Neden böyle bir şey yapıyorsunuz ki AMACINIZ ne?”
“Onu bunu boş verin de kaç KİLO verdiniz bakiim?”
“Biz de uygulamak istiyoruz da SÜRECİ merak ediyoruz, zorlandınız mı?”
“SONUCU merak ediyoruz, ne gibi değişiklikler oldu?”
AMAÇ’tan başlayalım. Geyik olsun diye, Afrika’daki açlar için, ODTÜ’de ağaçlar kesilmesin diye açlık grevi yapıyoruz dedik, yalan.
Bu bir ruhsal, zihinsel ve bedensel arınma süreciydi bizim için. Daha önce deneyimleyen danışan ve öğrencilerimin aldıkları sonuçlar ilgimi çekti.
Dinlerin çoğunda oruç vardır biliyorsunuz. Bunlar bedeni terbiye etmekten, açın halini anlamaya, Tanrı’ya yaranmaktan, Tanrısal olana yaklaşmaya kadar pek çok amaç taşıyor. Biz ise beden kadar zihni ve ruhu da terbiye etmek, açın halinden anlamak kadar AÇLIĞIN ne demek olduğunu keşfetmek, Tanrıya yaranmaktan çok, Tanrısal olan yanımıza dokunmak olarak özetlenecek bir amaçla başladık bu içsel yolculuğa.
İki satırla KİLO konusunu da yazıvereyim de çatlamayınJ
Bel, kalça, bacak ve kol ölçüleri alındı önerildiği gibi ve günlük su tüketimimizi not aldık. Meali 7 günlük oruçta arkadaşım 5, ben 7,5 kg vermişim.
İnsanlar genelde birkaç hafta hazırlıkla başlıyorlar ilk deneyimlerine. Şekeri, karbonhidratı, hayvansal gıdaları azaltmak ve oruca başlamadan önce bu grubu tümden keserek bedeni alıştırıyorlar. Yine genelde 1-3 günlük oruçla başlıyorlar. Ben de 2 ay önce şeker, glüten ve laktoz tüketimimi sınırlamıştım, ama bize öğretildiği ya da yönlendirildiğimiz gibi genelde 3 öğün ve arada atıştırmaların olduğu bir beslenme düzenimiz vardı
Bir süredir, autoimmune (doğuştan olan bağışıklık) sistem sorunları yaşayan gruplara danışmanlık ve Reiki desteği verdiğimden, bağırsak ve midenin hayati önemini bizzat gözlemledim. Bu grubun sağlıklarına kavuşabilmek için ne kadar literatür taradıklarını, yaşadıkları sıkıntılardan kurtulmak adına verdikleri çabaları, modern tıbbın gitgide hastayı müşteri gibi gören ve sağlığa kavuşturmak yerine bizi ömür boyu ilaç-doktor-hastane düzenine mahkum ettiğini dehşetle farkettiklerini biliyorum. Hiç bize dokunmaz diye düşünmeyin, obaziteden kalp damar rahatsızlıklarına, tansiyon, kolestrol problemlerinden alerjilere, MS’ten Siboya, bir çok hastalık, sık ve çok yemek, sağlıksız ürünler tüketmek, antibiyotik başta olmak üzere gereksiz kullanıldığında iyileştirmek yerine hasta eden ilaçlara mahkum edilmekten kaynaklanıyor.
Bu ara bilgi aklınızın bir köşesinde dursun, biz yine sürece dönelim.
Süreçle ilgili ilk soru, “zorlandınız mı?” olmuştu. Kısaca hem evet hem hayır diyebilirim. Biz bu konuda şanslıydık, autoimmune rahatsızlıkları sebebiyle bu konuyu araştıran, literatür tarayan ve deneyim günlükleri tutan Reiki öğrencilerimizin desteğini aldık. Açlık hissi, ağız kuruluğu, ishal ya da dışkılayamama, idrar ve ter kokusunda olası değişiklikler, tansiyon yükselmesi ve düşmesi, enerji seviyesindeki iki uca da kayabilen belirtiler, sivilceler, egzama benzeri reaksiyonlar, kaslarda seyirme gibi semptomlar ve bunların kişiden kişiye zamanlarının/yoğunluklarının değişkenlik gösterebileceği konusunda bilinçliydik kısacası.
Neler yaşadığımız, nasıl tepkiler verdiğimiz, nelere dikkat ettiğimizi ve hangi gün bedende ne gibi kimyasal reaksiyonlar ve metabolik onarımlar oluyor artık bunlardan bahsetmeye başlayabiliriz.
Her günün altında o gün metabolizmada ne işlemler görüldüğü bilgisini bulabilirsiniz.
Yasal uyarı: Günlük mecburen biraz b.tan konulara da değinmek zorunda çünkü dışkılama faaliyetinin niteliği, orucun önemli göstergelerinden biri. Sonra uyarmadı demeyin.
Orucun 1. günü
Sabahtan hayvansal gıda tüketmeden akşamı ettik. 20.00’da cacık ve salatadan oluşan son akşam yemeğimizi yedik. Son lokmadan sonraki ilk duygu “E ama hepsi bu kadar mı, açım ben?” şeklinde özetlenebilir. 4 gün sadece su, kısıtlı miktarda şekersiz çay ve kahve tüketerek geçecek mi gerçekten??? Umarım sürecin bir yerinde birbirimizi yemeyiz.
Arada eli kuruyemiş, meyve gibi atıştırmalıklara gidenler için kötü haber: yaklaşık 2-3 saat sonra “canım bir şey yemek istiyor ama ne?” duygusu bir yokluyor. Yaklaşık 10 dakika sürüp geçiyor.
İlk gün için, kalın bağırsağı rahatlatmak adına lavman yapılması tavsiye edildiğinden bu uygulamayı yaptım. Sanırım o akşama kadar ilk ve son defa doğuma girmeden önce yapılmıştı, her şeyin bir ilki, bazen de ikincisi var.
Sabah 6.30’da kalktık. Alıştığımız üzere kahvaltı yok günün açılışında. Bu gerçeği kabulle ve hem biraz hareket olsun, az da vakit geçsin düşüncesiyle yürüyüşe çıktık.
İçtiğimiz her bardak suyu işaretliyoruz. Su çok önemli, hem açlık hissini bastırıyor hem de az içildiğinde beyin şeker istediğini sanıyor. Yanlış duymadınız, araştırmalara göre beyindeki şeker ve su ihtiyacının kimyasal sinyalleri birbirine çok yakın. O yüzden uzmanlar canınız tatlı istediğinde önce 2-3 bardak su için 15 dakika bekleyin, hala tatlı istiyorsanız kan şekeriniz düşmüştür diye uyarıyor.
Akşamüstüne kadar 3-4 saatte bir yoklayıp geldiği gibi giden açlık hissi var. Dikkatimi çeken açlık hissinin geliş süresi uzarken, şiddeti de azalıyor. Bu iyi bir şey.
10 bardak su tükettiğim için İdrarın rengi artık şeffafa yakın, dışkılama yok, halsizlik hissi yok, hatta enerjik bile sayılabilirim. Bir de burun deliklerim açıldı, bu klima çalıştırmadığımız için olabilir ama aynı zamanda klimaya ihtiyaç duymadığımızı terlemediğimizi ve vücut ısımızın bir miktar düştüğünü farkediyoruz. İlginç.
1.Gün Neler olur:
Karaciğerimiz, bize 24 saat yetecek kadar enerji depolayan organımız. İnsülin de yağ yakmada ve depolamada etkili olan en önemli hormonumuz. Besin aldığımız sürece insülin bu besinleri glukoza dönüştürür ve karaciğere yollar.
Glikojen (kanda depolanan glikoz) gerektiğinde metabolizmanın en kolay ulaşacağı birincil enerji kaynağımızdır, ama karaciğerin depolayabileceği glikojen miktarı sınırlıdır. O zaman ne yapar? Hooop, limit aşımı miktarı yağa çevirir. Glikojenin aksine, karaciğerin bedenin yağ birikintilerine katabileceği yeni yağ yapma işleminin hiçbir üst sınırı yoktur. Meali, fazla gıdanın kalanı bize yağ katmanları olarak döner. İnsülin seviyelerimiz de tavandır bu sırada.
Orucun ilk 24 saatinde bu işlem tersine döner ve insülin depolardaki enerjiyi yakmaya başlar. Önce karaciğerdeki glukoz parçalanmaya başlar, sonra sıra yağlara da gelecek ama bu 1.günün işi değil henüz. Sırayla… Karaciğerdeki glukozun parçalanmasıyla insülin seviyesi normale dönmeye başlar.
Özetle 1. Günün kazanımı insülin seviyesinin normale dönmesi ve 24 saatten fazla enerji (Glukoz) depolamayan karaciğerin yeni enerji kaynağı için harekete geçmesidir. Bunu nereden sağlayacaktır? Ya yeni alacağımız besinlerden ya da depolanan yağlardan. Yani ikinci ve üçüncü güne geçmek için bu bilgi sağlam bir moral kaynağı. O yağlar yakılacak arkadaş. Zaten 24 saat aç kalmışız ki çok da zor geçmedi. Hadi o zaman ikinci gün başlasın.
Orucun 2. Günü
Sabah yürüyüşü enerjik başladı, dönüş yolunda ise enerjimiz biraz düşmüş gibiydi hani şu “ayaklarıma kara sular indi” hali. Sanki tüm ağırlığımız ayaklarımızda toplanmıştı ya da yer çekimi bizim bölgeye özel biraz artmıştı hissi. Akşamüstü sahilde keyifli bir meditasyon yaptık. 2 gündür şamanların özüt dediği kök çakra bölgesindeki ruhun ateşini canlandırma meditasyonları ve Reiki çalışmaları yapıyoruz zaten.
Huzurlu bir meditasyonun arkasından dönüşte ilk semptomlar başladı. Ayağımın altında yanma ve egzamaya benzer bir kaşıntı, 20’ye çıkan tansiyon -ki bu kısmı 2 sene önce böbrek taşı düşürürken yaşamıştım. Böbrek, bedende fiziksel (taş düşürme, adet sancısı vs) veya duygusal (travmatik olaylar) baskı altındayken stres hormonu üretiyor ve bu hormon da büyük tansiyonu yükseltiyordu, bunu biliyordum. Bu iki semptom bize yapılan uyarıyı hatırlattı: Vücutta var olan rahatsızlıklar kısa süreli nükseder ve sonra geçer, no panic J Birsen’in hemşireliği eşliğinde bol limonlu su tüketip saat başı tansiyon ölçerek geçti akşam.
Hala terlemediğimiz gibi Temmuz ortası Bodrum’da bayağı bir üşüdük, üstümüzü örtecek kadar diyeyim siz anlayın. Açlık hissi de düne göre oldukça az hatta kendimizi ruhen ve fiziken daha dingin hissediyoruz itiraf edelim.
2. Gün Neler Olur?
24-48 saat arasında, karaciğer boşalan glikojen depolarını doldurmak için glukoz yapmak zorundadır. İşte incelik burada başlar. Yeni besin girişi olmadığı için karaciğer depolardaki malzemeyi (aminoasitleri) kullanarak yeni GLUKOZ yapar. Bu aşamada diabetik olmayanlarda glukoz seviyesi düşse de normal aralıkta kalmaya devam eder. Düşen insülin de yavaş yavaş yağları parçalamaya hazırlanır. Farkındaysanız beden iletkenliği sağlamak için yeter miktarda su aldığı sürece, içeride bir kimya laboratuvarını çalıştırarak elindeki malzemeyle enerji üretmeye devam ediyor. Çok fazla halsiz kalmamanın ve günlük işlevlere devam edebilmenin arkasındaki sihirli formül bu.
Yağ yakmanın başlangıcındayız artık. 3. Günü heyecanla bekliyoruz.
Orucun 3. Günü
Sabah ağzımda “gece kalkıp süt içip bisküvi yemişim gibi” beyaz yapışkan ve şekerli bir tatla uyandım. Paranoyakça bir düşünceyle “Acaba uyurken birşeyler mi yedim farketmeden, hayır eminim yemedim, acaba mı? Yok canım” med cezirini de yaşadıktan sonra “yiyecek bir şey yok evde Nazlı’nın mamasını mı yiyeceksin yani, kendine gel” ikna turlarına başladım.
Bugün tansiyon da fena değil. Kader arkadaşımı kıskanıyorum çünkü bende hala dışkılama yok. Onda görünen en bariz belirti ise halsizlik bugün. Dolayısıyla sabah yürüyüşünden kaytardık. Kendimize nazlanacağız elimizden gelse ama ona da halimiz yok.
Dün ayak altımdaki yanma ve lenf bölgelerindeki ağrıların geçtiğini farkettim.
Akşam tuvalet faaliyetlerinde mutlu son, hatta son diyoruz bir daha sahne alıp, bis yapıyor. Sabah yürüyememe halimize olan hırsımızdan ve biraz daha iyi hissettiğimizden, akşam meydana kadar yürüdük. Dönüşte ve gece yatma faslında Birsen’de ve bende bir miktar çarpıntı, geçti gitti.
Halsizlik, kahvenin tat vermemesi, ağızda yapışkan bir tat, arada çarpıntı… Kahve içmem şırfıntı yapıyor modu… Ay söylenmeye bile halim yok.
3. Günde Neler oluyor?
Ketoz fazı. Düşen insülin lipolizi uyarıyor yağlar parçalanıyor. İçimizin yağları eriyor. Ketoz halinin en halk diliyle anlatımı budur bence. Ama biraz daha bilimsel takılmamız gerekirse, normalde, vücudunuz enerji için glikoz (şeker) yakar. Hücreleriniz yeterince glikoz almazsa, vücudunuz bunun yerine yağ yakar. Bu, kanınızda ve idrarınızda ortaya çıkabilen ketonlar denen bir madde üretir.
Beden ilerleyen saatlerde artık bu parçalanan yağ asitlerini enerji olarak kullanacak.
Orucun 4. Günü Energizer Hali
Sabah yürüyüş sonrası, dünden daha iyiyim ben, yol arkadaşım daha halsiz ve uykuya çekiliyor ama bunun dışında bir sağlık sorunumuz yok. Hatta o kadar enerjik hissettim ki öğlen temizlik yapıp, geçiş döneminde tüketeceğimiz çorba ve zeytinyağlı yiyecekleri hazırladım. Mini tencerelerde evcilik oynar gibi, porsiyonlar birer çay bardağı olunca…
Gün sonu raporu: Aslında 4 gün sonunda çok da acıkmadığını farkediyorsun. Hatta 3.gün bariyerini aştıktan sonra en azından bana en kolay gelen gündü bu.
4. Gün Neler oluyor?
Parçalanan trigliseritler (kandaki yağlardan biri) enerjiye çevrilir. Aslında trigliseritler fazla yağlı yiyecekler ve alkol türevleri tükettiğimizde karaciğerimizin doymuş yağı kolestrole çevirmesiyle oluşur.
Bir gün önce de artık glukoz bulamayan bedenimiz bu yağları yakarak keton parçacıkları oluşturmaya başlamıştı ya… Hah işte o ketonlar var ya o ketonlar… Hücrelerin ve dahi beynimiz artık %75 bu ketonlardan aldığı enerjiyle çalışıyor. 3. Gün ile 4. Günün farkı da bana göre bu. Bir gün öncenin yorgunluğundan bende eser kalmadı. Hatta hafif bir aydınlanma hali ve daha berrak düşünme modu.
İlginç bir şekilde kas kaybı yok ama bariz bir şekilde, 3.günden sonra atılanın sadece ödem değil birikmiş yağlardan gittiğini kendinizi gözlemleyerek algılayabiliyorsunuz.
Sanırım önemli bir uyarıyı 4. gün için eklemek durumundayım:
Diyabetsiz bir insanda insülin, glukagon ve diğer hormonlar kandaki keton seviyelerinin çok yükselmesini önler. Bununla birlikte, diyabetli insanlar kanlarında keton birikimi için risk altındadır. Dolayısıyla diyabetik grubun su orucunu mutlaka doktor kontrolünde yapması gerekir gibi görünüyor.
Kilo vermek isteyenler için kötü haber ilk 3 gün yağ filan yakılmadığını hatırlatalım. 4. günden sonra yağ yakma işlemi başlıyor. O halde oruçla terbiye ettiğimiz, toksin atıp karaciğeri canlandırdığımız bu süreçten sonra bize düşen beslenme alışkanlığımızı değiştirmek.
+ Ara ver: Bir kere midenin sürekli atıştırarak yani sık beslenerek yorulmaması için, sindirim denen işlemin bitmeden yenisinin tetiklenmemesine dikkat etmek gerek.
+Az ye: Karaciğerle iyi geçinmek gerek, kendisi belli miktar glukoz depoluyor ama fazlasını sınırsız miktarda yağ olarak biriktirebiliyor. Ki o yağlar dışta olduğu kadar içte organ çevrelerinde ve damar içlerinde de yağlanma olarak tezahür edebiliyor.
+Yeterli su tüket: Metabolizmanın tüm kimyasal işlemleri gerçekleştirmesi için suya ihtiyacı olduğunu hatırla. Besinleri işlemek, enerjiye dönüştürmek, hücreler arası gerekli sinyalleri taşımak, toksinleri atmak… Hepsi suyla mümkün.
Orucun 5. günü
Hani 4. gün ağzımızın içinde kötü bir tat vardı ya… Artık sadece tükürüğümüzde değil, ter ve idrarda da asetona benzer, kimyevi bir koku var. Bu, bedenin otofaji fazına geçtiğinin belirtisiymiş. Otofaji kısaca, bedende sağlıklı hücrelerin sağlıksız olanları imha ederek ya da kendi içindeki zararlı maddeleri bir kese içinde toplayıp hücre duvarından dışarı teperek yaptığı temizlik. Bunu yapabilmesi için bedenin “azıcık aç” kalması gerekiyor.
Yaşadığımız duygu da aynen bu, “sanki içeride bir şeyler başka bir şeyleri kemiriyor” Neredeyse o imha işlemini canlı yayında takip edebiliyoruz.
Gelelim enerji durumuna, aşırı dinlenmiş hissediyoruz kendimizi, bir gün öncesinin halsizliğinden eser yok. Yiyecekleri düşünmek ve görmek “can çekmesi” yaratıyor. Bedenimiz değil zihnimiz aç, bu ilginç bir gözlem bizim için.
Orucun 6. Günü
Bugün itibariyle farkındayız ki bizi yoran oruç değil, meğer yemek hazırlama, alışveriş, toplama, yıkama vs gün içinde ne kadar zaman harcatıyormuş, derdimiz o boş vaktin yerine bir şeyler koyabilmek. Ne yapabilirim, birşeyler yapmalıyım, saatin akrebi niye bu kadar ağır hareket ediyor ruh hali. Sabır en büyük erdemim değil, söylemiş miydim?
İdrar hiçbir ek besin almamamıza rağmen bulanık. Allah bilir neleri atıyoruz bedenden dışarı, şikayetimiz yok lakin. Bu otofaji işini sevdim, arada gaz veriyorum sağlıklı hücrelerime “yiyin bozulanları, yararlı şeylere çevirin, işe yaramayanları da paketleyip kapı dışarı edin.” Görsel bir kadın olarak hücre içinde koroplast çöp torbalarına bozulmuş hücreleri doldurup akşamdan kapı önüne koyan minik işçi hücreler hayal ediyorum. Enerji ve şifa çalışmalarında çok işime yarayan vizyon gören yanım pek bir şaha kalktı, gayet güzel, hatta şahane ötesi.
Neyse bugünü de atlattık kaldı son gün.
Orucun 7. günü
Harbi üşüyorum, terlemiyorum, dişlerimdeki kireç tabakası bile diş fırçaladıkça sökülüyorsa yerinden damarların içinde biriken kireç de aynı yolu izliyordur diye akıl yürütüyorum. Cildimiz yağsız ve aydınlık.
Her ne kadar verdiğimiz kilonun yarısını alacağımızı bilsek de tartının gösterdiği rakamlara ziyadesiyle memnun oluyoruz. Çünkü o kalan yarının ödem değil, yakılan yağlar olduğunu biliyoruz.
Kendimizi genç ve dinç hissediyoruz, bunun bir sebebi de uzun süreli açlıklarda büyüme hormonunun üstündeki baskının azalması ve bedenin gençleşme fazını başlatmasıymış. Bildiğin anti-aging ya da bir nevi Benjamin Button fazı.
Çoğu kişide eğer bedende hastalıklar sebebiyle ya da beslenme düzenine bağlı olarak fazla toksik madde varsa bu 5-7 gün arası biraz sıkıntılı geçebiliyormuş, bulantı, alerjik reaksiyon gibi. Çünkü beden iltihabı, virüsleri temizlerken ciddi toksin salabiliyor kana ve boşaltım sistemine. O yüzden tavsiyem 3-4 günle başlamak ilkine. Deneyimleyenler her orucun bir öncekinden daha rahat geçtiğini çünkü bedenin alıştığını ve daha da önemlisi her oruçla daha bir pür-i pak olduğunda hemfikirler.
5 – 7. gün arası metabolizmada neler oluyor:
Protein koruma fazı: 4.gün lipidleri yakmaya başlayan metabolizma, adrenalin ve yüksek büyüme hormonu sağlayarak protein seviyesini sabit tutar. Meali, metabolizmada protein var ancak enerji için kullanılmaz ve yağ içermeyen kas kütlelerini koruma altına alınır. Yaş aldıkça yavaşlayan büyüme hormonunun bu arkadan itmeyle neler başarabileceğini hayal edin…
Ayrıca, kasların yumuşaması ilk etapta “eyvah kaslarım mı eriyor?” endişesi yaratsa da, olan şudur: Kasların arasındaki glikojen ve fazladan tutulan su boşalmaktadır. Oruç sonrası yapılan egzersizler ve dengeli beslenme ile o görece yumuşama hali çok çabuk toparlanıyor.
Gelelim kan değerleri ve elektrolit dengesine: Oruç süresince metabolizma kandaki glukoz seviyesi ile elektrolitlerin dengede kalması için gerekli donanıma sahip. Yani sodyum, potasyum, magnezyum, kalsiyum ve fosfor takviyesi alınmasa bile bunlara dair kayıp yaşanmaz. Aslında evrim boyunca uzun süreli açlığa idmanlı olan bedenimiz bu açlıkla başetme ve onarma kimya bilgisini devreye sokarak resmen hava atıyor bize.
5. güne biraz fazla enerjik hatta az uyku uyuyarak giriyor olabilirsiniz. Mental açıdan da sağlam bir zihin açıklığı, rahat plan yapma, mevcut durumları iyi analiz edebilme gibi ilginç bir durum yaşanıyor. Mistik bir deneyim yaşamadım itiraf etmem gerekirse ama gerçekten hipomani derecesinde aktiftim zihin ve beden olarak.
Son üç gün bize, yağ yağmaya devam etmenin yanında, beynin glukoz yerine ketonlarla beslenmesi, daha sağlıklı enerji üretmesi, kendini yeniden programlayarak sağlıksız hücrelerin dönüştürüldüğü/atıldığı otofaji fazını deneyimleme fırsatı verdi. Daha detaylı bilgi edinmek için, Otofaji konusundaki çalışmalarıyla Nobel ödülü alan Japon bilim insanı Dr. Yoshinori Ohsuminin çalışmalarına göz atmak isteyebilirsiniz.
Bu süreç, klasik olarak yönlendirildiğimiz sürekli birşeyler yeme alışkanlığımızı sorgulamamıza sebep oldu. Aslında bedenin kendini onarabilmesi için, gerçekten belli periyodlarla açlığa ihtiyacı var. Bu periyod 8 saat yemek, 16 saat açlık olarak ketojonik beslenme olarak da biliniyor. Peki ketojenik beslenme ile uzun süreli oruçların farkı ne? İlkinde hedef yağ yakmak ve sağlıklı kilo vermekken, ikincisinde buna ilave olarak derin hücresel onarım bonusu var diyebiliriz.
Kişisel inancım, başlangıçta yapamam ben bunu düşüncesi ya da yaparsam bedenim zarar görür mü korkusu duymadan insülin direnci, kolestrol dengesi, hücre yenilenmesi ve organ onarımı için biraz sebat ederek herkesin uygulayabileceği ve fayda sağlayabileceği yönünde. Tabii ki belli ağır vakalarda mutlaka doktor kontrolünde olması şartıyla.
Son söz: Çok yaşayın, iyi yaşayın 😉