Zenginlik mutlu, sağlık ihya eder…

Yaklaşık 10 milyar dolarlık kişisel serveti var. Şöhreti dünyaya yayılmış. Tek sözü ile tüm sanal alem alarma geçiyor. Kendisi evde oturmuş neredeyse ölümü bekliyor. Evet, anladınız, Steve Jobs’dan söz ediyorum.

 Apple’ın ölümsüz sanılan kurucusu ve CEOsu hasta. Pankreas kanseri. Bilinen o ki son yedi yıldır bu hastalıkla “savaşıyor”. Yani kendini “ya yen ya da yenil” zihinsel durumunda tutuyor. Yani hastalığına destek veriyor. Yani hastalığından memnun, onu güçlendiriyor…

“Bu kadar katılık mı olur, kalpsiz!” Benim için böyle söyleyebilirsiniz. OL’sun. Buyurun ne isterseniz söyleyin ve yine de yazdıklarımı okuyun. Mümkünse Jobs’a da okutun.

Öncelikle şunu belirteyim. Karşı çıktığımız her şeye kendi gücümüzü aktarırız. Kabul ettiğimiz her şeyin de gücüne ortak oluruz. Kanserle savaşmak yerine “bu hastalık belki de bana bir şey söylüyordur, bir dinlemekte yarar var” demek onun gücüne ortak edebilir bizi. Sadece hastalığın ne dediğini dinleyerek iyileşen o kadar çok insan varken bu teoriyi ciddiye almak akıllıca olabilir diye düşünüyorum. Hele hele kaybedecek hiçbir şey kalmadığında, neden olmasın?

Spiritüel açıdan pankreas sevgi ile ilişkilendirilir. Kişi sevgiyi ilk olarak ve en derin şekliyle anneden alır. Annesi erken ölmüş, şu ya da bu biçimde uzaklaşmış, ne sebeple olursa olsun evlatlık verilmiş bir kişinin derinliklerinde “sevgi alış verişi” konusunda görülmez bir zırh oluşur.

Çocuk yaşında, içinde bulunduğu saflık halinde “annem beni sevseydi terk etmezdi” düşüncesi ortaya çıkar belli belirsiz. Deneyimler sonucu kişi kendisine yöneltilen sevgiyi göremez hale gelir. Kim ona ne kadar sevgi verirse versin, kişi o sevgiyi alamaz. O kendine “annem bile beni sevmediyse o zaman kimse sevemez” demeye başlamıştır çoktan. Kendini sevilmeye değer bulamaz, bulamayınca verilmesini anlamaz, anlamayınca verilen sevgiyi hiç alamaz.

Sevgisizlik, verilen sevgiyi alamamaya dönüşmüştür çoktan. Bu noktadan sonra kişide “çaresizlik” duygusu ortaya çıkmaya başlar. Bir yanda sevgisizlik öte yanda çaresizlik, derken kişi kendini “güç arayışı” içinde buluverir. Başına her gelen kötü olayda farkında bile olmadan “beni kimse sevmiyor o zaman yardım alamam, demek ki çare yok, güçlü olmalıyım” demeye uzun zaman önce başlamıştır. İşin garibi bu düşüncesi otomatik hale geldiğinden aklından geçenlerin farkında bile olmaz.

Bedendeki her organ bir düşünsel durumun ruh alanı üzerindeki etkisini yansıtır. Mesela akciğerler ruhta üzüntü ve keder yaraları olduğunda hastalanır. Mide yaşamda yenilikleri alamadığımızda ya da bir kişiyi/olayı kabul etmeyi reddettiğimizde sorun çıkarır.
İşin aslına bakarsanız kişi bu organların yansıttığı bu ruhsal yaralarının farkında bile değildir. Yarayı oluşturan deneyim çok uzun zaman önce hatta belki ataları tarafından yaşanmıştır ve olay tüm yönleriyle görülmemiştir. Düşen uçağın kara kutusu dinlenmeden olayın tamamını çözemediğimiz gibi, beynin kara kutusunu açmadan deneyimin kilitlerini de açamayız.

Pankreas doğrudan doğruya sevgi ile bağlantılıdır. Kişi sevilmediğini hissettiğinde yaşamdan zevk alamaz hale gelir. Hayat artık “tatlı” değildir onun açısından. Diyabet çıkar ortaya. Şekeri ememez. Bedeni kişiye “ruhunda sevilmeme yarası var” demektedir.

Kanser ise hangi organda olursa olsun kişinin ilgili durumdan dolayı benmerkezci bir düşünce yapısına geçiş yaptığını söyler. Kişi var olan tüm kaynakları ihtiyacı olan duyguyu alabilmek için harcamaya razıdır. “Ben sana …. vereyim, sen bana sevgiyle teşekkür et” demektedir ve elbette bunun bilincinde değildir.

Jobs’un durumuna bu bilgilerin ışığında bakalım şimdi. Biyolojik annesi onu evlatlık vermiştir. Çocuğunu alacak aile için tek kriteri vardır, “yeni ebeveynlerin yüksek tahsilli olmaları” koşuldur. Ailedeki insanları araştırmak sosyal güvenlik kurumlarının görevidir ve mesela sadist olup olmadıklarını zaten kurum araştırmıştır. Ya da annesi öyle varsayarak sorumluluğunu azaltmıştır. Babasının ne dediği ise zaten çok önemli değildir. O Suriyeli biridir ve anne tarafına göre hiç de kızlarına uygun bir aday olamaz.

Yeni aile ise kız çocuk istemektedir. Ayrıca yüksek tahsil falan da yapmamışlardır ve bunu da gizlemişlerdir. Yine de çocuğu kabul ederler ve anlaşılan o ki kendi olanaklarına göre en iyi şekilde de yetiştirirler. Steve (adını acaba kim verdi) bu yeni ailede olabildiğince sevgi ile büyümüş olsa da ruhu gerçeği bilmekte ve elbette kabul etmemektedir. “Öz annem beni istemedi, demek ki sevmedi, bunlar nasıl sevsinler ki” demeyi eminim hiç durduramamıştır. İşin kötüsü belli bir zamandan sonra bu düşüncesine o kadar alışmıştır ki böyle düşündüğünü unutmuştur bile.

Sonunda büyür, üniversite çağı gelir. Stanford’a kaydolur. O “sevilmeyen bir çaresiz” haline çoktan dönüştüğünden ailesinin tüm birikimlerini o okulda, onun için harcamalarına rıza gösteremez. En iyisi okulu bırakmaktır ve o da öyle yapar. Ancak güç de kazanmalıdır ve bu yüzden bazı kurslar alıp o kurslarda elde ettiklerini kendisine ciddi bir güç sağlayacak bir işe kanalize eder.

Onun ağzından gelen bilgi “kaligrafi kursu” gibi bir deneyimden bugünkü Apple’ın temelini attığı yönünde. Sevgisizlik ve çaresizlik içinde büyük bir başarı kazanmıştır. Hayal bile edemeyeceği kadar parası ve bir de ünü olmuştur. O bir çaresiz olduğunu kendisine hatırlatır ve hoop, kendi kurduğu şirketten kovulur. Zihni bilinçdışı alandan ona “ben sana çaresiz olduğunu söylemedim mi” diye bağırıyordur.

Bütün bunlar olurken pankreas yavaş yavaş “ben çaresizim üstelik de sevilmiyorum” düşünsel toksinini temizleyip atamaz hale gelmeye başlar. En büyük başarılarını kazandığı yaşamının ikinci bölümünde ortaya pankreas kanseri çıkar. İlginç bir şekilde ölümcül değildir kanseri ve bir ameliyatla sorun çözülecektir. O günden bugüne yedi yıl geçmiş, annesine olan kızgınlığı ve kırgınlığı bir an bile sönmemiştir.

Gazetelere göre, biyolojik babasının kendisiyle görüşme isteğini “ya param içinse” diyerek reddetmiştir. Anne ve babasını reddedince yaşamı reddetmiş olur kişi. Nasıl mı? Kişi aslında % 50 annesinden ve % 50 de babasından ibarettir. Onlara ait her hangi bir parçayı reddettiğinde kendi içindeki bir şeyi de reddetmiş olur. Yani kendi bütünlüğü kendini reddeden düşünceleri nedeniyle zarar görür.

Artık çok geç gibi duruyor. Doktorlar bu kez gerçekten en fazla altı ay ömür biçmişler. Basında çıkan haberler böyle söylüyor.
Bence henüz her şey bitmedi. Sıkı bir çalışma ile pankreasını onu hasta eden tüm toksik duygu ve düşüncelerden arındırmak için hala şansı olabilir. Yaşama dönmezse bile ruhunun yarasını iyileştirerek yeni nesillerin dersin devamını yüklenmesini engelleyebilir.

Yapılacak şey çok da basit.
Sevgili Steve Jobs, lütfen dene:

Her sabah kalk ve biyolojik annen ile biyolojik babanın resimlerini al. Anneni babanın solunda tutacak şekilde resimleri karşına koy. Önlerinde eğil, kollarını ileriye uzat, avuçlarını yukarıya çevir ve “anne, baba, biliyorum ki benim için en uygun biyolojik anne baba sizdiniz, bana yaşamı siz verdiniz ve ben bunu ancak şimdi görebiliyorum, daha önce göremediğim için özür diliyorum, sizi seviyorum, size ve tüm kaderime % 100 EVET” de. Beş dakikanı (ya da bedeninin izin verdiği daha kısa süreyi kademeli olarak arttıracak şekilde) bu şekilde geçir. Aksatmadan her gün yap. Zihninin kin ve nefret düşüncelerinin seni yaşamdan almasına izin verme.
Kim bilir belki de ruhunda aynı yara önceden vardı, kanıyordu, göremiyordun ve bu ebeveynlerle o yarayı iyice kanatarak sana göstermeleri için bir anlaşma yapmış, sonra da unutmuşsundur. Bu noktadan sonra buna inanmazsan bile dene lütfen.
Dene ki, bizi I-Phone 40 ve I-Pad 12 den mahrum etme…

Zeynep Alan Sevil Güven