Ölüm sebebimi öğrenen dostlarımın yüz ifadelerinden korkuyorum…
Ailemin üzülmesinden, yaşayacakları utançtan korkuyorum…
Annemin gözyaşlarından korkuyorum…
Kendim için hiç mi hiç korkmuyorum…
Belki yeni bir bedenle tekrar döneceğim bu dünyaya…
Belki de cennet cehennem denen yeni dünyamda yasayacağım…
Kendim için değil, geriye kalan harabeden korkuyorum…
15 Mart 2006
Artık 30 yaşındayım, insan hayatı için yeni bir dönem, 31, 32, 38, 40…
Güzel bir doğum günü partisi oldu, tüm arkadaşlarımla eğlendik coştuk, bir dolu hediye, bir dolu sevgi seli… İnsanın çevresinde sevenleri olması ne güzel bir duygu…
İşim var, ailem var, 1 aydır süren hayatımda ilk defa ciddi düşündüğüm bir ilişkim var, insan daha ne ister ki?..
16 Mart 2006
Saat 18:30’da bir müşterimiz toplantıya gelecek, hazırlık yapılması lazım!
Cep telefonum çalıyor, hastaneden arıyorlar, bir haftadan beri beklediğim ama her aradığımda halen test sonuçlarınız çıkmadı denilen hastaneden arıyorlar… Oh, sonunda doktor hanım test sonuçlarımı almış ve bana telefon açıyor.
– Mert Bey, merhaba ben … hastanesinden Dr. … Geçen hafta Hepatit testinizin pozitif sonuçlanmasından sonra şüphelenerek, size bir dizi enfeksiyon testi uygulamıştık, hatırlıyorsunuz değil mi?
– Evet hatırlıyorum, hatta 3 günde çıkması gereken sonuçlarımın halen çıkmadığı söylendi her aradığımda, bir sorun mu oldu?
– Bazı sonuçlarınızda da pozitiflik var.
– Hangi sonuçlarımda?
– HIV testi sonucunuz pozitif çıktı, ama endişe etmenize gerek yok, bu tip testlerde yalancı pozitiflik çok karşılaşılan bir durumdur.
– Peki benim simdi ne yapmam gerekiyor?
Başımdan omuzlarıma ve oradan da ayakuçlarıma kadar ne olduğunu bilmediğim bir şey aktı ve gitti, hiçbir şey hissetmiyor ve duymuyordum, son hatırladığım şey:
– Siz en iyisi bu testi başka bir hastanede veya laboratuarda kontrol ettirin!
– Teşekkürler!
Sormam gereken çok sorum vardı, HIV pozitif ne demekti, AIDS miyim yani?
Ölecek miyim?
Kımıldayamıyordum, düşünemiyordum…
Bir süre masamın başında, dış dünyaya kapadım kendimi.
Ne çalan telefon sesi ne de ofisteki diğer sesler…
Etraf karanlık ve sessiz, ben tek başımayım sanki,
Ben öleceğim,
Ağlamalı mıyım yoksa?…
Toparlanman lazım Mert, toparlan!
Bu kesin yalancı pozitiflik, yok daha neler sen AIDS olamazsın…
Koca Türkiye’de bu hastalık seni mi bulacak?
Hem sen iyi bir insansın, neden sen?
Yok böyle bir şey, filmlerde oluyor, saçmalama!
Kapı çalıyor, ısrarla çalıyor ve kendime geliyorum…
Müşterimiz salına salına giriyor içeri, hal hatır soruluyor ve sonra iş konuşulmaya başlanıyor, yarım saat geçiyor, ben kimim, bu adamlar kim ve biz ne konuşuyoruz?..
İzin isteyip çıkıyorum toplantıdan, diğerleri devam ediyor.
Montumu alıp, atıyorum kendimi arabama.
Peki nereye?
Hastaneye gideyim.
Bu saatte hiçbir hastanede eliza testi yapmazlar, sabahı beklemem lazım,
Nasıl bekleyeceğim ama!
Eve gidemem bu halde.
Sokaklarda gezeyim en iyisi…
Dakikalar boyunca arabam beni sürüyor ve bir bakmışım Tuzla’dayım, karanlık tersanelerin arasındayım, dönmem lazım. O sırada telefonum çalıyor, sevgilim arıyor, açmayacağım, açamam şimdi! Onunla ne konuşacağım, ya sesimden anlayıp şüphelenirse!
Bir telefon daha, ısrarla çalıyor, kankim arıyor.
– Ne haber? Nerdesin?
– Arabadayım, Tuzladayım.
– Bu saatte ne işin var oralarda?
– Hiiiç, geziyorum
– Senin sesin iyi değil, bir şey mi oldu? Hadi çabuk bana gel evdeyim!
Onun ses beni rahatlatmıştı, ona söylemeliydim, beni en iyi o anlardı…
Gene arabam beni sürerek, Levent’imin evinde buldum kendimi. O gün başımdan geçenleri anlattığımda, sanki gözünün önünden film kareleri geçti.
Hani biz iki ihtiyar beraber yaşlanacaktık; elli beş yaşında alacağımız bireysel emekliliklerimizle Metrocity’de stüdyo daire alacaktık, yazları Bodrum’da olacaktık; köpeklerimiz bahçede koşuşturacak, biz de organik tarım yapacaktık. Halen bekar olursak da birbirimize bakacaktık…
Duraksadı, ağzından tek bir söz çıkmadı, gözleri hafif sulanır gibi oldu, ama hemen toparladı kendini…
– Kafana taktığın şeye bak, kesin yalancı pozitifliktir, doktor da öyle söylemiş işte!
İkimiz de o an için buna inanmak istemiştik, evin içinde Polyannacılık oynamaya başladık. O günü hiç yaşamamışız gibi yemek yedik, film izledik…
Gece saat 1’e doğru evimdeydim, sessizce odama gittim kapımı kapattım, yattım.
Karanlıkta, kapalı kapılar arkasında insan kendi kendine kalıyor değil mi?
Tüm gece dua ettim, bildiğim tüm duaları saydım,
Tanrıya horozlar koyunlar adakta bulundum, fakirleri doyurdum.
Eski yaşamıma geri dönmeyi diledim,
“Pozitif” olmamayı diledim.
O gece sabaha karşı hava aydınlanırken uyuyakalmışım. Lafın icabı uyuyakalmışım dedim, bedenim yatar şekilde dinlendiğini sanıyordu ama zihnim halen çalıyordu, ölmeden yapmam gereken işleri listeliyordu.
Ailemi, arkadaşlarımı, işimi hazırlamalıydım bu vedaya…
Tıpkı bir bilgisayar yazıcısı gibi kağıt bedenim kendini sağa sola savuruyor, zihnim sayfaları ardı ardına yazdırıyordu.
Ne kadar da çok işim varmış, otuz yıla insan ne çok insan ne çok şey sığdırmış!
Bakalım yetişecek mi her şey?
Zilin sesiyle uyanıyorum ve yarış başlıyor. İşe gitmeden mümkün olduğu kadar çok laboratuara kan vermeliyim ve pozitif olmadığım ortaya çıkmalı.
1, 2, 3… Artık kollarım açıyor, her girdiğim laborant beni telkin etmeye çalışıyor ama içimdeki fırtına dinmek bilmiyor, bir yere daha kan vermeliyim, bir yere daha…
Belki orada sonuç farklı çıkar. İçimden bir ses ‘’umudunu kaybetme, her şey yoluna girecek!’’ derken, diğer bir ses: “Sen AIDS’lisin öleceksin, bu yol buraya kadar!” diyor.
O gün akşamüstü olmasını iple çektim, sonuçlarımı alacaktım ve hepsi de negatif çıkacaktı. “Merhaba, ben PolyMert, ya siz?”
Akşam saatlerinde tekrar içimden bir şeylerin akıp gittiğini hissettim, ilk hastanenin yaptığı test kesinlikle doğruymuş, hatta testlerimin geç gelmesinin sebebi de kesin sonuç alınması amaçlı “Western Blood” doğrulama testinin uygulanmasıymış.
Levent’imle sürekli telefon trafiğimiz sürüyor ve gene sevgilimden gelen telefonları toplantıdayım, konuşamam diye kapatıyordum.
Kendimi toparlamam gerekiyordu, önümü görmem lazımdı!
Kaç ayım veya kaç günüm vardı?
Kime ne şekilde anlatacaktım?
Hemen en samimi arkadaşlarımı ve sevgilimi Levent’imin evinde toplamaya karar verdim. Öncelikli olarak bunu sevgilimle paylaşmam gerekiyordu. Evet, çok doğru! O’na da bu hastalığı bulaştırmış olabilirdim!
Allahım bunu ona nasıl söyleyecektim, daha tanışalı bir ay olmuştu, zaten bir hafta evvel Hepatit C olduğumu söylemiş, o da “Sorun yok ilacı var alırsın, geçer.” demişti.
Peki AIDS’liyim dediğimde aynı hoşgörüyü gösterecek miydi, yoksa arkasına bile bakmadan koşup bir test yaptıracak ve bir daha beni görmek bile istemeyecek miydi?
Yıllar sonra onca arayıştan sonra O’nu bulmuştum. Her seferinde yeni bir kişiliği tanımak, yeni bir bedeni tanımak, huyunu suyunu anlamak, hobisini fobisini çözmek… Her seferinde köprüler inşa edip, yıkmak ve baştan başlamak; öyle zor ki… Evet demiştim, zor oldu, ama bu kez başardım demiştim! Peki ya şimdi, bu virüs hayatımı kökten yıkacak ve bir daha… Ya beni bırakıp giderse ne yapacağım ben?
O günlere kadar çok fazla inançlı bir insan değildim, Allah’ın varlığına inanırdım sadece… Allah bir kapıyı kaparsa, diğer bir kapıyı açar derler. Güler geçerdim… Benim içinde aynı şekilde bazı kapılar kapandı, bazı özgürlüklerim elimden alındı ama bana sevginin kapısı açıldı. Bana her şeyin yoluna gireceğini ve SONuna değin benim yanında olacağını söylediğinde kulaklarıma inanamadım! Ben bir HIV pozitiftim, beni sevmekten vazgeçmeyecekti ve yanımda olacaktı!
Böyle zamanlarda bu iki cümlenin ne anlama geldiğini bilemezsiniz:
Tekrar savaşacaktım,
SONu zorlayacaktım,
SEVDİKLERİM için bunu yapacaktım,
Onları yarı yolda bırakmayacaktım.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, hasta hakları konusunda doktorasını yeni tamamlamış, çiçeği burnunda avukat arkadaşım da vasiyetimi yazmak amaçlı olarak, eve çağrıldı.
Şimdi bu satırları yazarken bir yandan ağlıyor diğer yandan gülüyorum, vasiyet yazmak mı yok daha neler!
Avukatçığım, HIV/AIDS hakkında ansiklopedi bile yazabilirmiş meğer… Birkaç saatlik konu hakkında bilgilendirme yapmasının ardından kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Ölmeyecektim, ilaç tedavisi vardı, bir ömür boyu sürecekse de bir kurtuluş yolu vardı! Avukatçığım yarın sabah beni bu konunun en iyilerinden bir doktora götürecekti.
9 yıllık arkadaşım ve canım iş ortağımın bana sarılıp, “Neyim var, neyim yok her şeyim senindir, ne gerekiyorsa yapacağiz!” demesi; iki gündür göz pınarlarımda biriken yaşlara son darbeyi vurdu…
Reikici kızlarım da hemen birkaç gün içinde Reiki 1. aşamayı almam için seans ayarladılar, iyi gelecekmiş, çok çalışmam lazım çok!
İnsanın böyle arkadaşları olduktan sonra sırtı yere gelmez diyorum ve kendimi şanslı hissediyorum.
O gece beş gerçek dost ve bir hayat arkadaşının verdiği enerji ve umutla hayata tekrardan başladım.
Sevgilim ve yakın çevremde kimsede virüse rastlanmadı!
Artık korkmuyorum…
Hayata daha sıkı bağlanıyorum…
Dokuz uzun ay geçti aradan;
Sağlıklıyım, mutluyum, dimdik ayaktayım…
Ailem sevdiklerim ve sevgilim gene bir aradayız.
Hayat bana bir şans daha verdi ve artık ölmekten korkmuyorum.
Hayatı bizi test etmek için yapılmış bir arena olarak görmeye başladım. Her bir zorluk aşılınca, bedenimiz ve ruhumuzla bir üst seviyeye geçiyoruz. Olgunlaşmamız için daha da zoruyla yüzleşiyoruz!
Ne derler!
Allah insana taşıyabileceğinden ağır yük vermezmiş!
Demek ki, güçlüyüm ve HIV / AIDS ile yaşayanlar çok güçlüyüz!