İnsanoğlu varoluşundan bu yana her zaman değişik yöntemler ve enstrümanlarla güçlü olabilmenin, ayakta kalabilmenin yollarını aramış. Önce doğaya karşı başlayan bu süreç daha sonra zaman ve teknoloji ilerledikçe diğer insanlara ve toplumsal kalıplara karşı da güçlü olabilme zorunluluğunu beraberinde getirmiş.Toplumsal kalıpların zihnimizdeki izdüşümlerine karşı olan gücümüz ve dayanıklılığımız ise belki de en zor hayat sınavımız.
Tarihsel sürece bir göz attığımızda meydana gelen ve tasarlanan tüm savaşların özünde ya güç sahibi olmak ve bu gücü arttırarak korumak ya da elindeki gücü kaybetmemek ilkesi yatıyor.
Daha sonra sanayileşme sürecinde bu sefer güç, “ mal, para” anlamı taşıyor ki bu anlam sınırları çoğunlukla kontrol edilemeyen bir ihtiras haline çok kolaylıkla gelebiliyor.
Peki, güç nedir ve burada sevginin yeri var mı, varsa nerede?
Güç, insanın enerji bedeninin büyümesinden, beslendikçe gelişmesinden ibaret bir durum. Enerji alanımız büyüdükçe kendimizi iyi, mutlu, sağlıklı kısaca “güçlü” hissediyoruz ve biz yüzyıllar boyu enerjimizi büyütüp güçlü olmanın tek yolunu “başka insan ya da olayların enerjilerinden çalmak” olarak tanıdık, (ki bunu çoğunlukla farketmeden ve hatta sevgi adı altında yaptık) çünkü öyle öğrendik. James Redfield’in 9 Kehanet’inde yazdığı gibi aile içindeki ilişkilerimizde dahi korkutarak, sorgulayarak ya da acındırarak yaklaştığımız bir çok davranışın özünde yine sözde “sevgi” vardı. Nedeni de basitti.” Ben onun iyiliği için söyledim, ya da onun için iyi olacağını bildiğimden öyle davrandım!… gibi.
Artık yeni milenyumda “güç” dediğimiz şeyin bu bildik yöntemlerle olmadığını çok iyi biliyoruz, çünkü denedik hem de çok denedik ama tutmadı, olmadı.
Biz gücü başka yerler ya da kişilerde aradığımız sürece , en azından mutlu olamadığımızı anladık. Gücün kendimize karşı güçlü olmaktan başladığını ve kendimizi sevmeden ve geliştirmeden asla mümkün olamayacağını artık biliyoruz.
Önkoşulsuz sevginin ne olduğunu anlamak için kendimizi geliştirmedikçe gerçek güç ve mutluluğu bulamayacağımızı görüyoruz.
İnsan ilişkilerinde bu enerji savaşları bitmedikçe sevginin asla paylaşılmayacağını anlıyoruz. Menfaat ya da enerji hırsızlıkları sürdüğü sürece “koşulsuz sevgi ve gerçek gücü” hiç tanıyamayacağız.
Dileğimiz ve hedefimiz varlığımızı devam ettirmeyi sağlayan bu enerjiyi bir başka kaynaktan alıp, insan ilişkilerimizde sadece sevgiyi yaşayabilmek. İnsan ilişkilerimizi kendimizi iyi, güçlü hissedebilme amacıyla değil, paylaşımla sinerjik etki gösteren sevgiyi yaşayabilmek ve yaşatabilmek için sürdürmek. Ne kadar ütopik ve aslında bir o kadar da kolay!
Bununla ilgili olarak, bizler kişisel gelişim sürecinde, önce kendimizi sevmekle başlayan ve bütünün hayrını hedefleyen öğretilerle geldiğimiz bu noktada, bugünün paylaşılacak ve paylaşıldıkça daha da zenginleşecek güzel günlerin ilki olduğu inancındayız.
Dünyada ulaşmak istediğimiz her konuda ilk temennimiz şu: “Önce sağlık”
Doğru! Ancak sağlığı da biz yine dar bir tanımla değerlendirdik.
Bizler artık sağlığın “holistik tıp” tanımı ile bütünleyici bir konseptle mümkün olabileceğinin farkındayız. Buradaki bütünsellikten kasıt sadece fiziksel bedendeki sağlıklı olma halinin yeterli olmadığı gerçeği.
Prof.Dr. Mehmet ÖZ’ün söylediği gibi kalbi sadece bir organ olarak görür de “yüreği şifalandırmazsak” tam bir şifadan söz edemeyiz. Hastamızın zihin kalıplarını şifalandıramadığımız takdirde o hastalığın köklü bir şekilde tedavi edilemeyeceği gerçeği hepimizin malumudur.
Bu bütünsel şifa ihtiyacı aklımıza gelen bütün rahatsızlıklar için geçerli.
Kişisel gelişim sürecinde ilk basamak bu gerçeğin ışığı altında hareket ederek fiziksel, zihinsel ve ruhsal boyutta bildiğimiz ya da halen öğrenmekte olduğumuz tekamül adımlarını özenli atmamızdır.
Dergi adımı yine böyle bir adım. Kutluyorum.
Daha sağlıklı, daha mutlu, daha güçlü, daha sevgi dolu ve daha kaliteli bir hayat için kendi gücümüzün daha farkında bir yaşam için kişisel gelişim yolumuza katkıları bulunan, bu alanda çalışmalar yapan bütün ışık işçilerine teşekkür ediyor, şükranlarımı sunuyorum.