Geçen ay ki yazımızı, sürekli diyet yöntemleri deneyenler ama kalıcı sonuç alamayanlar için bir tavsiye ile bitirmiş ve “..şeker hastasıymış gibi beslenin..” demiştik. Sağlıklı olmak ve de öyle kalmak için bu çok doğru bir yöntemdir. Ancak beslenme alışkanlıklarınızda köklü bir değişiklik gerektirir. Başlangıçta biraz zor gelse de mantığını kavradığınızda çok kolaydır. Bu yazıda anlaşılır bir dille basitçe bunun mantığını anlatmaya çalışacağım.

 

 

Özellikle ABD ve batılı ülkelerde şişmanlık ve şeker hastalığı gün geçtikçe artmaktadır. Artan refah seviyesi, gelişen teknoloji ve rahat yaşama isteği insanları giderek daha çok hareketsizliğe itiyor. Kısa sürede fazla kilolardan kurtulma arzusu, neredeyse mucize vadeden diyetlerin doğmasına yol açtı. Birçok diyet yöntemi kısa bir süreliğine popüler olmasına rağmen bir süre sonra büyük hayal kırıklığı yaratıyor. Diyet programlarına, diyet merkezlerine, diyet kitaplarına çok büyük paralar harcanıyor. Buna rağmen hızlı verilen kilolar yine aynı hızla yerine konuyor, hatta daha fazlası..Tüketim çılgınlığı insanları şişmanlatırken de zayıflatırken de para kazanmaya devam ediyor. Bu durumdan kazanç sağlayan çok büyük ve güçlü bir kitle var. Birçoğumuz bilerek yada bilmeyerek bu karşı konulmaz akışın içinde bulunuyoruz..
 

Alınan kaloriyi kısıtlamaya dayalı diyetler hala rağbet görüyor. Birçok diyet programı kısa süreliğine tek yönlü beslenmeyi öneriyor. Kan grubuna, vücut tipine dayalı beslenme önerenler de var. Bir kısmı bir süreliğine işe yarıyor. Gerçekçi olmayan sınırlamalar koyanlar bir süre sonra terk ediliyor. Yiyeceklerdeki yağ oranını iyice azaltılmış ürünler işi abartmış durumda. Megamarket raflarını, yağı alınmış, diet, light, 99 % fat free gıdalar dolduruyor. Oysa başta bitkisel yağlar olmak üzere çoğu yağlar vücut için gerekli. Kimse dedelerimizin ve ninelerimizin tereyağını hatta kuyruk yağını bandıra bandıra yedikleri halde nasıl zinde ve ince kaldıklarını tam olarak izah edemiyor. Bana göre bu konuda büyük bir yanıl(t)ma söz konusu. Besinlerdeki – doğal miktardaki- yağın günahı boşu boşuna alınıyor. Hala daha popüler olmayı sürdüren yağlı yemeyi serbest bırakan diyetler bunu ispatlamış durumda (ör. Atkinson ve Montignac diyetleri). İnsülin tahrik edilmediği, pankreas zorlanmadığı sürece vücudumuz yağın fazlasını cilt ve sindirim sistemi vasıtasıyla atabilir. Biraz yürüyüş ve hareket bu sürece yardımcı olacaktır.
 

İnsülin tahrik edildiğinde ise kandaki şekerler öncelikle harcanmak isteneceğinden (şekeri düşürmek için salgılanan ünsilin tarafından), vücutta geçici olarak bulunan tüm yağlar doğruca yağ depolarına gönderilir. Bir kere depolanan yağların yeniden yakılması çok daha zordur ve  daha fazla hareket gerektirir. Dolayısıyla şişmanlığın ve bir çok hastalığın esas sorumlusu yağlar değil bu kötü glusidler (doğal olmayan karbonhidratlar)dir. işte şeker hastaları, glisemik indeksi (kan şekerini yükseltme potansiyeli) yüksek olan bu besinleri  yiyemezler/ yememelidirler.

 

Bunların başlıcaları, rafine beyaz şeker, rafine beyaz un, beyaz pirinç(unu), zamanla geliştirilip doğasından uzaklaştırılmış patates ve alkoldür. Görüldüğü gibi bunların hemen hepsi doğal hali değiştirilmiş besinlerdir.

 

Beyaz un,           

Beyaz şekerden önceki yazımızda bahsetmiştik, beyaz un fabrikalarda kabuk kısmından ayrıştırılarak elde edilmektedir. Kepek denilen bu kabuk bir çok mineral ve vitamin (özellikle B1) içerir. Normal şartlarda beyaz un da şeker gibi hızla emilerek kana geçer, böylece kan şekerini yükselterek ünsilin salınımını uyarır. İşte kepek bunu önleyerek buğdayın vücudumuz için dengeli besleyici ve enerji verici bir besin olmasını sağlar. Tokluk hissi veren kepeğin ayrıca sindirim sistemi üzerine de olumlu etkileri vardır. Geleneksel tam un yerine rafine beyaz unun yaygın olarak kullanılması yüzyıldan daha eski değildir. Beyaz ekmeğin bir çok mineral ve vitamin ihtiva etmediği artık biliniyor, ancak eskiye dönmek yerine ekmeğe vitamin eklemek yoluna gidiliyor. Mevcut sistem oturmuş ve karlı olduğu için kimse bunu değiştirmek istemiyor tabiki.. Beyaz unun raf ömrü daha uzun, ekmeği de daha lezzetli kabul ediliyor çünkü..

 

Beyaz pirinç (unu),

Pirinç de buğday gibi kabuğundan ayrıştırılmaktadır. Pirinç unu hızla emilerek kan şekerini hızla yükseltir. Uzak doğuda tercih edilen sert pirinç vücudumuzda tolere edilebilir ancak pirinç unu beyaz undan çok farklı değildir. Uzak durulması gerekir. Hatta yumuşak pirinç yerine bulgur pilavını tavsiye edebilirim. Anne sütü yerine pirinç unu ve şekerden yapılan mamalarla beslenen çocukların bir anda semirmesi bu yüzdendir. Ne acıdır ki bu mamaların anne sütünden daha yararlı ve besleyici olduğu söylemleri yakın zamana kadar destek bulmuş ve hiç gerek yokken birçok anne emzirmeyi  bırakmıştır.

 

Patates,

Birkaç yüzyıl öncesine kadar Avrupa’da daha çok hayvanlar için üretilmekteydi. Orta çağdaki kıtlık ve sonrasında uzun savaş dönemlerinde birçok insanın hayatını kurtaran gıda maddesi oldu. Tıpkı kurtuluş savaşımızda arpadan ekmek yaptığımız gibi. Böyle tüketilmeye başlayan patates o zamanlar daha küçük ve daha kalın kabuklu idi. Zamanla kabuğu inceldi, irileşerek batı toplumlarının vazgeçilmez yiyeceği haline geldi. Yoğun gluten ve enerji içermesine rağmen besin öğeleri açısından fakirdir. İçerdiği C vitamini ise kızartma yada püre yapıldığında hemen hemen yok olur. Doğal boyuyla ve kalın kabuğuyla kalsa daha yararlı olurdu..

Uzak doğuda ve Avusturalya’da daha faydalı türleri bulunmakla birlikte ülkemizde bunlar pek bulunmuyor. Bir tek patates yenilerek yapılan diyetler bile var ki bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Püre, kızartma ve çips halindeki patatesten uzak durulmasında büyük fayda var, illa yenecekse fazlaya kaçmadan az pişmiş ve kabuğuyla tüketilmesini tavsiye ederim.

 

Alkollü içecekler ve diğerleri,

Özellikle damıtılmış, nişasta ve patatesten elde edilen servisi sırasında içine şeker yada limon katılan bira ve spirit denilen içecekleri kastediyorum. Şarap glisemik indeks açısından en masum olanlarındandır.

Bunların dışında patlamış mısır ve mısır unu (kabuğu pişirilirken yandığından, yada öğütüldüğünde kaybolduğu için bütün mısır tercih edilmelidir). Haşlanmış haldeki pancar ve havuç, bazı çok tatlı meyveler (ör. hurma) ve bal… sayılabilir ki kanımca aşırı tüketilmedikçe pek sorun olmaz.

 

Birkaç tavsiye daha..

Mutlaka kahvaltı yapılmalı, asla aç kalınmamalıdır, açlık çekilerek yapılan rejimlerin düzeltmesini vücut mutlaka yapar. Aralarda bolca meyve ve sıvı tüketilmelidir. Vücudumuz her acıktığında besin elde edebileceğini bilmelidir. Aksi takdirde kıtlık uygulamasına geçer ki siz aldığınız kaloriyi azalttıkça o da metabolizmayı yavaşlatarak daha az kalori harcama yoluna gider.. Birçok rejimin başarısız olma nedeni budur. Genelde olduğu gibi sonunda vücut galip gelir ya da en azından dayansanız bile hasta görünümlü olursunuz. Tek seçenek doğru besinlerle  tok  kalmaktır. Yemek öncesi alınan glisemik indeksi yüksek şekerleme ve pastalar kısa bir süre sonra çok daha fazla acıktırıp yemeğe adeta saldırmanızı sağlar..

 

Burada bahsedilen besinleri mümkün olduğunca beslenme biçimimizden çıkarıp doğru beslenmez isek hiçbir diyet yöntemi kalıcı olmayacaktır. Bir kere bunun bilinmesi ve beslenme alışkanlığımızın köklü olarak değiştirilmesi gerekecektir. Bunu yeterince insan yapmaya başladığında raflar buna uygun malzemeyle dolar. Ancak o zamana kadar diabet standları çok işinize yarar. Sağlığımız ve fiziğimiz birden bire değişmez, büyük kilolara ve sağlıklı olmayan bir vücuda çok yavaş bir şekilde ulaşırız. Bunun düzelmesi de zaman alacaktır kuşkusuz. İnce ve zinde olmak için, beslenme alışkanlıklarımızı, hatta düşünme şeklimizi değiştirmemiz gerekiyor. Neden kilo aldığımızın farkına varırsak neyi değiştirmemiz gerektiğini de biliriz. Bu değişim için motivasyon, fiziksel ve duygusal bedenimizin dengede ve huzurlu olmasıyla sağlanabilir.. Spor yapmak bu motivasyonu sağlar herşeyden önce. Spor yapmak kasları güçlendirir ama sadece spor yaparak fazla kilolardan kurtulmak oldukça güçtür.

Seyit Aydoğmuş