Kız Kulesiii’nin Diş zevki… ayy pardon sevki
SSK’dan faydalanarak İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi için, sevk almaya Bakırköy/Osmaniye’ye (Yani Samatya Hastanesi’nin polikliniğine) gittim. Enfeksiyon doktorum: ‘Bizim bölümden, diş bölümüne konsültasyon iste, sonra oradan sevk istersin, yaparlarsa alabilirsin beeellllki’ demişti.Saat 11.30 gibi hastaneye gittim, Doktorum yerinde yoktu. Eeee onu bekleyene kadar öğlen tatili olacak ve en az 1 saat öylece boşa beklemem gerekecekti.Bu arada ben en iyisi diş bölümüne bir gideyim, sevk ediyorlar mı diye bir sorayım dedim.
Bölüme girdim, soldaki bir odada bir bey oturuyor ve önündeki evraklarla ilgileniyordu. Sonra baktım karşıda bir kadın personel var, hemen ona yönelip İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ne sevk istediğimi, alabilmem için enfeksiyon bölümünden kağıt almama gerek olup olmadığını sordum. Kadının bana Okmeydanı’na gitmem gerektiğini, orada tedavi olabileceğimi söylemesi üzerine, ben de oraya daha önce gittiğimi, ama bana 8 ay sonrasına gün verdiklerini söyledim. Bu konuşmalarımızı duyan o sol odadaki bey “……. Hanım nedir konu?” diye sorunca, kadın personel, “hocam bayan Çapa’ya sevk istiyor?” deyince, hoca beni odasına çağırdı J
Hoca: Neden Çapa’ya sevk istiyorsunuz?
Tedavime orada başladım ve orada devam etmek istiyorum. Ücretliolmak maliyetli olduğu için de SSK’dan yararlanmak istiyorum.
Hoca: Enfeksiyondan ne için kâğıt alacaktınız?
Benim immun yetersizliğim var.
Hoca: İmmun yetersizliğiniz neye bağlı olarak var?
Ben HIV +’im!!!
Ben bunu söylediğim an, odada bulunan ve benim sol tarafımda öne doğru bir kolunu dizine dayayıp oturmuş olan ilaç firmasının mümessili + olduğumu duyduğu an hemen geriye doğru yaslandı. Aayyy böyle durumlarda adamların boynuna atlayıp şappuurr şuppurr öpesim geliyor. Bazen de benden çekinmiştir diye, ben mi paranoyak düşünüyorum diyorum. Belki de adam benim yüzümden geriye yaslanmadı, ammaannnn ne bilim işte. Keşke sorsaydım… “Ne o? Korktun muuu şekerimmm?” diye J
Hoca: Raporunuz var mı?
Kule: Evet var ama yanımda değil.
Hoca: !!!
Kule: Ama yanımda lenfosit profili (bağışıklık sistemini ölçmek için yapılan bir tür test) sonuçlarım ve sağlık karnem var.
Hoca: Bir bakayım onlara. (Bu arada hoca tek tek hepsini inceledi, karnemde ne ilaçlar kullandığıma baktı vee…)
Hoca: Tamam sen şu karşıda birazcık otur, personel gelsin de işlemini yapsın.
Kule: Peki, çok teşekkür ederim…
Söz dinleyen uslu kızlar gibi gittim ve odanın tam karşısında ki banka oturdum. Ahahaayyy valla kendimi o an küçücük uslu bir kız gibi hissettim, sanki annem bana “uslu durursan sana lolipop alıcam kızım” demiş bende cici bir kız olmuştum…
İyi yürekli hoca kâğıtlarımı hazırlarken,
Hoca: Peki neden özellikle Çapa’yı istiyorsunuz?
Orada bize daha özenli bakıyorlar…+’lerle Dr. Serdar Bey ilgileniyor ve direkt bölüm hocalarına yönlendiriyor. Böylece çok da fazla sırada beklememiş oluyorum.
(O dönem bunları söylerken henüz yüzünü bile görmediğim Dekan Yardımcısı / Periodontoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Sevgili Prof. Dr. Serdar Çintan ile ne kadar iyi birer dost olup, sık sık kahve hüpleteceğimizi ve fakülte içerisinde HIV+’lere karşı ön yargıları kırmak – farkındalık yaratmak için ortak çalışmalar yapacağımızı bilmiyordum.)
Sevki aldım ve çookk teşekkür edip çıktım. Taannnrrıımmm yine şanslı günümdeydiimmm…
Sevkli Kule : ) İlk Bahara çıkarken / 2005
Kule Diş Çektirdi
Dün dişimi çektirdiimmm. Çok kanlı ve zorlu bir işlem oldu. Bayağı bir ağrım vardı ama bugün rahatlıkla diş hikâyemi yazabilirim. Yazmanın en güzel tarafı bu işte. Konuşamasanız bile yazarak derdinizi anlatabiliyorsunuz…
Dün sabah 09.00’da 3. kattaki periodontoloji bölümünün Mavi Klinik kapısındaydım. Serdar Bey toplantıdaydı ve benim beklemem gerekiyordu L Neyse saat 11.00 ‘e doğru benimle ilgilenen kız yanıma geldi ve Serdar Bey’in saat:14.00 ‘ye kadar çıkamayacağını onun yerine bana Aslan Hoca’nın (ne güzel bir isim değil mi?) bakacağını söyledi. OK dedim. Aslan kaplan fark etmez bir hoca olsun da…
Neyse aldılar beni içeri ve ahı gitmiş vahı kalmış dişime baktılar. Sonra Aslan Hoca beni asistan kızla birlikte iki kat aşağıya başka bir bölüme yolladı. İşte bu diş kanal tedavi yapılsa kurtarıla bilinir mi, kurtarılamaz mı? diye. Orada ki Dt. kadın da baktı ve dişimin mevta olduğunu söyledi. Asistan kız orada “bu bayan (yani bennn) Serdar Bey’in biraz özel hastası, bırakamıyorum da…” dedi. Neeee? “Biraz özel” miiiiii? Aaaa teessüf ederim. Ben baştan aşağı özelim…
Yukarı çıktıktan sonra diş çekimi için odaya aldılar. Nedenseee benim işlemler de hep öğlen saatlerine yakın oluyor. Nedenini söyleyeyim, ben HIV + olduğum için en son hasta olarak alıyorlar ve benden sonra öğlen tatili boyunca odayı kapatıyorlar ve temizleyip, sterilize ediyorlar. (Olması gereken bu, yanlış anlama olmasın, elbetteki tüm hijyen kurallarının uygulanması gerekiyor…)
Kızlar yine astronot formunda hazırlandılar. Saçlarında boneler, üzerlerinde 10 beden büyük yeşil ameliyat önlükleri ve bütün yüzlerini kaplayan şeffaf gözlükler (Asılında bunlar genel hijyen kuralları gereği böyle yapılıyor.) Sanki ben by-pass ameliyatına giriyorum. Bir tek Aslan Hoca Beyefendi böyle NASA üssü formatında değildi. Eeeeee adam karizma tabii. Sadece bir ağız maskesi ve eldiven taktı, o kadar. Ama gözünde kendi numaralı gözlükleri vardı. Tabii tüm gerekli hijyen hazırlıklarını yapmıştı.
Asistan kız önce bız bıızzt anestezi iğnemi yaptı. Ben yavaş yavaş uyuşmaya başladım. Hazır olduğumda hoca geldi ve sıvadı kollarını. Alllllahhhhh katur kutur uğraşıyor, penseyle her tutmada bir tutamı elinde kalıyor. Böyle kırıla kırıla yüzeydeki diş tamamen bitti. Sonra eline diş keskisi ve mini çekiç gibi bir şey aldı. Arada bir gözlerimi açıp bakıyordum da. Ahahaa bir bakıyorum 5–6 tane boneli – maskeli kafa hepsi benim tepemde ve ağzımın içine bakıyorlar. Hani derler ya “ağzımın içine düşecek” diye, aynen öyleydiler…
İnanın ağzımın içinde resmen inşaat yaptılar. Sanırım orada ne kadar alet varsa hepsini aynı anda ağzımın içine soktular. Hocanın iki eli, öte yandan 1. asistan kız habire ağız sıvımı çekmesi için hortumu gezdiriyor, 2. asistan kız da ağzımın iyice açık olması için bir aletle dudağımı çekip bastırıyor. İki dudağımın birleştiği sol taraf accık yarılmış. Ayy hoca vızır vızır çalıştı. Bir tek o kullandığı keski ve çekiç kısmı hoş değildi. Çünkü keskiyi dişin üzerine yerleştiriyor ve çekiçle gümmm gümmmm defalarca vuruyor. Dördüncü, beşinci vurmadan sonra, keskiyi beyninizde hissediyorsunuz. Bu o an için beyninizi zonklatıyor. Hoca baktı keskiyle olacak gibi değil, dişin ortasını aletle oydu. Aayyy bir de o aletin tiizzz sesi biraz gıcık oluyor. Vvıııııııızzzzzzzzzzz vıızzzzzzzz, iiiyyyynnn iiyyyyynnnnn… Ardından gelen kemik kokusu… Bööğğğğ…
Çekim sırasında da hoca bir yandan anlatıyor “İşte buu böyle böyle… şöyle… olacak” diye. Kendimi yemek programında gibi hissettim. Ama izleyici olarak değil, masaya yatırılmış hindi gibi. Düşünsenize Hoca anlatıyor : “Evveeett sevgili izleyiciler ve öğrencilerim… Bu günkü diş operasyonu programımızda çift köklü Kule hindi oyma ve doldurma var…”J
Eennn sonunda dipte kalan kökü çıkartmayı başardılar. Veeee çok komik bir an, diş çıktığı an oradaki herkes aynı anda “ooohhhh” dedik.
Hoca dişi çektikten sonra asistan kıza ne yapması gerektiği konusunda talimatlarını verdi ve çıktı: “5,5 mm iple patil (böyleydi galiba) dikiş at, dikeyleri bırak, işte kanama devam ederse bilmem ne ne yap…”
Astronot kızcağız oturdu başıma, aldı iğneyi ipliği eline başladı dikmeye. Ama bir süre sonra baktım eline makası aldı dikişi geri kesti. Sonra yan odadan başka bir arkadaşını, Emine Hanım’ı (bayılıyorum bu kıza) çağırdı.
— Yaaaa Emine baksana bu ne dokusu? Diş mi, yanak dokusu mu?
— Hımmm sen neden böyle attın dikişi?
— Hoca böyle yapmamı söyledi.
— Sen buraya 8 dikişi at (dikiş 8 şeklinde olacakmış yani)
— Haaaa Matrix dikiş yani, tamam…
dedi ve bu sefer öyle dikmeye başladı. Ama iğneyi bir türlü istediği taraftan çıkartamıyordu. (Bunu aralarındaki konuşmalardan anlıyorum.) En sonunda iğne yamuldu. Yenisini getirttiler. Bu arada başka bir dişçi çocuk daha geldi, o da bu sefer bilmem ne şeklinde atsana dikişi demez mi… Asistan kız “ama hoca bana böyle yap dedi” deyince, yine attığı o Matrix dikişi de söktü ve ilki gibi yapmaya başladı. Üç kere dikti söktü. Yapboz tahtasına döndüm heeee. İşte o zamanda ben kendimi aynen bulunmaz Hint kumaşı gibi hissettim. Kes biç dik… olmadı bir daha… bir daha… Artık ağzımı 1,5 saattir açık tutmaktan kafatasımı hiçbir şekilde hissetmez olmuştum…
Daha sonra bu yaşadıklarını arkadaşlarımla paylaştığımda “Yaaa Kule ağzını 3 kere dikmişler ama gene de başarılı olamamışlar, çok konuşuyorsun” demişler ve hep birlikte gülme krizlerine girmiştik. Valla 3 değil 33 kere de dikseler nafile, susmam…
Koltuktan katlığımda aynaya bir baktım, kan revan içindeydim. Yanaklarım, burnumun ucu… Aynı kan emmiş vampir gibiydim. Hemen peçeteyle sildim, temizlendim.
Kullandıkları tüm aletler kâğıtların içinde geliyor. Bu çok hoşuma gitti. Veeee hani diyorum yaa hep astronot gibi giyiniyorlar diye. Aslında tüm operasyonlarda böyle giyindiklerini düşünüyorum. Başka bir odanın önünden geçerken de aynı şekilde kurbağa yeşili modasını takip ettiklerini gördüm. Belki orada ki o kişi de bir virüs taşıyıcısı idi. İki kat aşağı indiğim bölümde böyle değillerdi çünkü. Haaa belki de cerrahî işlem olduğu için önlük seti kullanıyorlardı. Neyse sözün özü: Bu bölüm işlerini süper iyi yapıyor!..
İşin garip tarafı bana yaptıkları tüm işlemlerde hiiiçç acı duymuyorsunuz. Çünkü yüzümün sol tarafı olduğu gibi hissizdi. Ben böyle anlatıyorum ama inanın korkacak hiçbir şey yok.Ben bunun gibi daha ne diş ameliyatları geçirdim. Beş altı kere buna benzer operasyonlar oldum (Şimdi düşünüyorum da o zamanlar bir HIV taşıyıcısı olduğumu bilmiyordum bile !!! Onun için hijyen kurallarının her zaman standart uygulanması şart.) Hatta birinde de ön diş etlerimi bilmem kaç mm kesmişlerdi. Yani dişçi korkusu olanlar bu yazımı okuyup da tırsmasınlar… İlk zamanlar bende diş hekiminin daha kapısına gelince bile avuçlarımın içi terlerdi, o ilaç kokusunu alınca dizlerimin bağı çözülürdüJ
Seneler önce bir keresinde üst köpek dişimin önündeki dişe kanal tedavi yapmışlardı ve üzerine bir pamuğu tampon olarak koymuşlardı. Tabii yine tüm yüzüm uyuşuktu ve hiçbir şey hissetmiyordum. Bana yarım saat kadar sonra bu tamponu çıkartıp atmamı söylemişlerdi. Babamla arabada eve gidiyoruz, ben artık pamuğu çıkartayım dedim. Haaaa tamponu çekiyorum çekiyorum gelmiyor.Haydaaaaa işin yoksa dön geriye dedim içimden. Uzanıp dikiz aynasına baktım ki meğer pamuk yerine üst dudağımı çekiyormuşum. Uyuşuk ya hissetmiyorum. O ameliyat sonrası yüzüm çok şişmişti ve üç gün öyle gezmiştim.
Dün fakülteden çıktım doğruuuu eczaneye, yazdıkları ilaçları almaya. Hemen orada ağrı kesiciyi içtim. Hala o çekiç sesleri beynimde yankılanıyordu. Birde eczacıdan bir torba buz istedim, yanağıma tuta tuta eve geldim. Otobüste de kafamı kaldıramadım. Yanımda oturan kadın neyim olduğunu sordu. Zar zor dişimi çektirdiğimi söyledim… Söylemez olaydım.İşte onun da oğlu dişçiymiş… Bunları iyi bilirmiş… Buzu ara ara tutmam gerekirmiş… Onu ye bunu yeme… Oğlunun geçenlerde bacağı yanmış, On gündür o da hasta bakmış… Oğlu çocuk gibi olmuş muşşş… Aayyyy baydı beniiiii… Diş çekiminin üstüne hiç çekilmiyordu valla…
Saat 15.00 gibi eve geldim ve vurdum kafayı yattım. Gece bir ara annem “kızım ilaçlarını içmeyecek misin?” diye bir kaldırdı. Birkaç lokma atıştırıp HIV için kullandığım günlük dozlarımı içtim ve tekrar yattım. Dün ağzımı hiç aralayamıyordum bile. Ağzımı açtığım an dişimle beynimin arası cereyan yapıyordu.
Bu gün daha iyiyim. Ama hala ağzımın içinde o kan tadı gitmedi… Ahahaayyy iğrencim biliyorum… Aynayla da dikiş atılan yere baktım. Ehhh fena değil, sonunda kız dikişi tutturmuştu…
Bakın size bir de kısa bir fıkra yazayım:
Adamın biri kahvede oturmuş, ahaliye atıp tutuyormuş…
– Benim yanıma gelen bütün kadınlar beni gördümü ağızları bir karış açık kalıyor…
– (Hayretle dinleyenler) yapmaaa yavv, nasıl yapıyorsun bunu beehh, sırrını bize de ver (demişler.)
– Ben diş hekimiyim de : )))
Oyulmuş ve içi doldurulmuş Çift Köklü Hindi Kule : ))))))
İlk Baharı Bulmuşken / 2005
Vidalı Kule : )
Aradan 3 ay geçti veee bu gün de vidalı Kule oldum.
Çekilen dişimin yerine implant (eksik olan dişlerin fonksiyon ve estetiğini tekrar sağlamak amacıyla çene kemiğine yerleştirilen ve uygun malzemeden yapılan yapay diş kökleridir) yerleştirildi...
Neyse önce olayı ve mahallini anlatmaya başlimm…
Tam saatimde diş fakültesinin üçüncü katında, Mavi Klinikteydim. Selam kelamdan sonra, beni koltuğa bir güzel uzattılar ve bir yanak içinden, bir de damaktan anestezi için iğneyi çaktılar. Bu arada da odanın içinde 4–5 kişi harıl harıl çalışıyor. Biri aletleri diziyor, öteki etrafa bezler yayıyor, bir tanesi kocaman bir aleti içeri taşıyarak kurmaya çalışıyor, bir öteki de lambayı – masayı (neredeyse kendini bile) sera streç film ile kaplıyor. Tabii bu aletleri bayatlamasınlar – taze kalsınlar diye sarıp sarmalamıyorlar. Eeee ne de olsa anlı şanlı HIV virüsünden bahsediyoruz, onun için gerekli tedbirleri almak gerekir tabii.
Bu arada iğnemi yapan Emine Hanım (accaip şeker bir kız) o müşfik sesi ile: “bu hazırlıklar implant yerleştirme operasyonunun için, sizden ötürü kaynaklanmıyor, sakın size böyle vebalıymışsınız gibi davrandığımızı düşünmeyin, yanlış anlamayın lütfen” dedi. Ne kadar duyarlı bir kız yaa. Tek kelime ile:BRAVOOOO. O an benim psikolojimi düşünmüş ve neler hissedebileceğime ilişkin süper bir empati kurmuş, beni rahatlatmıştı.
Asistan kızlar tatlı bir telaş içinde “aman bunu şöyle yapalım… şunu böyylee yapalımmm, yoksa Aslan Hoca kızar…Aslan hoca masasını sağında ister…” gibi cümlelerle birbirlerine talimatlar veriyorlardı.
Hazırlıklar tamamlandı ve kafatasımın sol tarafı tamamen uyuştu. Derkkeennnn Aslan Hoca başucumda görünüverdi. Eldivenlerinin lastiklerini şaklata şaklata ellerine geçirdi ve yanı başıma oturdu. Yattığım koltuğu rahat çalışabileceği pozisyonda ayarlattı.Koltuk öyle bir ayarlandı ki, sağ kulağım Aslan Hoca’nın tam karın hizasına geldi. Aslan Hoca’nın midesi gurluyordu.
Periodontoloji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Aslan Gökbuget Hoca’dan bahsetmeden edemeyeceğim. Çok hoş bir karizması var. Koridordaki yürüyüşü öyle kendinden emin ki. Ona baktığınızda podyumda yürüdüğünü düşünürsünüz. Güven veren bir duruşu var.
Zaman zaman Aslan hocayı gördükçe aklıma 10 yıl öncesi geliyor. 3. katın (Mavi Klinikten ileride) en son bölümünde çocukların diş tedavilerinin yapıldığı Pedodonti Bölümü var. Kızım 4 – 5 yaşlarındayken vemuhtemelen ben henüz bir HIV+ olmamış iken (!!!) kızımın dişleri için sık sık o bölüme giderdim. Daha o zamanlardan Aslan Hoca’nın podyumda mı yoksa koridorda mı yürüdüğünü ayırt edemediğiniz tarzı dikkatimi çekerdi. Aradan yıllar geçmiş ve ben bir HIV+ olarak Aslan Hoca’nın önünde koltukta oturuyordum. Hayat ne garip tesadüflerle dolu değil mi?
Sıradan bir hasta olsaydım hayatta böyle hocalar falan bakmazdı bana. Çünkü gerek Serdar Çintan Hoca, gerek Aslan Hoca hasta muayene etmiyorlar.Bakın HIV’in hayatımda olumlu bir yönü daha oldu. Ve bu gün o harıl harıl hazırlıklar arasında kendimi çok özel hissettim. O kadar kişi benim için çalışıyordu. Fakültenin bu bölümü ne kadar duyarlı yaaa, maşallaahhh… Böyle insanlar/hocalar diğer çalışanlara/öğrencilere de güzel örnek oluyorlar.
Hatta Emine Hanım bana bir gün önceden telefon açtı ve “…… Hanım. Sizi takip eden doktorunuzla (enfeksiyon doktorumu kastediyor) bir görüşebilir misiniz acaba? Yarın size Agumenin antibiyotik vereceğiz. Kendi ilaçlarınızla bir etkileşim olmaması için danışmanızı ve öyle kullanmanızı istiyoruz” dedi. Okey aldıktan sonra akşama hemen kullanmaya başlamamı söyledi. Bu da çok hoşuma gitti. Kullandığım ilaçlara kadar düşünüyorlar. Bravo valla…!!! Kocaman allllkkıışşşş….
Hazırlık aşamasından sonra sanıyorum 30 – 35 dakika içinde çene kemiğim oyulmuş, içine bade (vida) koyulmuş ve dikişi bile atılmıştı. Aslan Hoca’nın mide gurultuları, çene kemiğimi oyan aletin gırgırtısı, ağız sıvımı çeken hortumun höpürdetmeleri arasında operasyon başarıyla tamamlandı.
İnsanın kafatasına bir şeyler vidalamaları garip bir his. Hatta komik. Kendimi dübel gibi hissettim. Sağlı sollu ha bire ağzımın içine bir şeyler sokup, katur kutur inşaat yaptılar. Gözümü arada aralıyorum, bir bakıyorum koca bir tornavida gözümün önünden geçiyor, bir bakıyorum 10 cc’lik enjektör burnumun ucunda, en sonlara doğru da ipler uzuyordu içimden… Ve tüm bunlar demin bahsettiğim gurultular, gırgırtılar armonisi eşliğinde yapılan hafriyat çalışmalarıydı. Ahahaaa ne eğlenceli değil miii?
Ne gece ne de bugün (çok şükür) hiç ağrım olmadı ve başka ilaç yutmadım. Yine inanmayacaksınız ama reikinin (Reiki, şifa ve ruhsal çalışma tekniklerine dayanan binlerce yıllık bir öğretidir)faydası diyeceğim. Yolda eve gelirken de kendime reiki verdim.
Arkadaşlarrr siz şimdi “yaaa Kule bu kadar da atma Allah aşkına… İnsanın hiç mi canı acımaz?” diye söyleniyorsunuzdur. İnanın bana tek duyduğum acı damağıma batan iğne oldu. O da sinek ısırığı gibi bir hissin % 37’si gibi bişiii… Nassı orantılama ama J Ağzınızı koccaammaannn açmak ve başınızı yana doğru tutmanız gerekiyor. Ehhh dudaklarınız az geriliyor, çünkü yanak etlerinizi bir aletle açık kalması için çektiriyorlar. Bu can acıtıcı bir şey değil zaten.
Giderken de hiçbir korkum ve tedirginliğim yoktu. Hem korkacak heeeççç bir şey de yok ki, başıma olmadık bir şey gelse, beklenmedik bir reaksiyon gelişse nasılsa hastane/fakülte içindeyim. Hemen acile alıp müdahale edebilirlerdi. Bunun böyle olduğunu düşünmek bile insanı rahatlatıyor.
Bana “Kule sen dişini bir yaptır bakalım, iyi ise sonra bende yaptırırım” diyerek, beni denek olarak kullanan arkadaşıma da duyurulur: “Hiiçççç acı yok. Rahatlıkla gidip sende yaptırabilirsin…”
Dolgularım için 4. kattan randevumu da aldım. Bana verilen tarihte servise başka hasta almayacaklar. Normalde günde dört kişinin tedavi işlemleri yapılıyormuş. Tüm günü bana ayırdılar. Eeee, +’im yaa. Millet gazino kapatır ben de diş fakültesinde kendime özel servis kapatıyorum. Vaayy bee fiyakaya bak!
Vidalı + Kule…
Yaz ortası / 2006
Dolgulu Savunucu Kule
Ehhemmm bugün gazino yerine diş fakültesinde bölümü kapatmıştım ya işte bugün dolgularım için gittim. Güya tam gün tüm dolgularım bitecekti ama olmadı. Çünkü sağlı sollu o kadar çok çürüğüm çarığım varmış ki. Yetişmesi mümkün değildi.
Bölümde bir odayı ‘özel vaka’ odası diye ayırmışlar. Asistan beni içeri aldı ve kullanacağım koltuğu gösterdi. İçeride üç adet koltuk vardı. Birine ben oturdum, diğerinde de başka bir adama işlem yapılıyordu. Sonra benim asistan doktorum grant tuvalet giyimli olarak yanıma geldi. Çok şirin görünüyordu: üzerinde önlükler, gözlükler, karnabahar şeklindeki bonesiyle sanki bir şirinlik muskası Kendinden emin bir şekilde yanıma geldi ve “burada kâğıdınızda yazmıyor ama sizinki HIV+’di değil mi?” diye sordu. Yaaa tanımı böyle ulu orta yüksek sesle söylediler mi illet oluyorum. Ama o sinirle carlamadım. Gayet kendimden emin bir şekilde “Evet” diye onu yanıtladıktan sonra 2, 80 koltuğa uzandım. Bu arada yandaki diğer özel vaka adamın işi bitti ve çıktı. Niyeyse yanımdan geçerken de bana trenmişim gibi bakıyordu Sonra asistan efendi geldi yanıma oturdu ve “Evveettt bir bakalım” diye hevesle işine koyulacaktı ki ben:
Kule: Sizden iki ricam var… Birincisi, bir daha HIV+ olan bir kişinin tanısını asla üçüncü şahısların yanında yüksek sesle söylemeyin. Şimdi ben bununla son derece barışık yaşıyorum ama başka kişiler bundan çok rahatsız olabilirler. Henüz tanı travmasını atlatamamış kişiler kendilerini çok kötü hissedebilirler. Karşınızdaki insanın ne hissedeceğini düşünmenizi isterim.
Asistan: Haaa aaaa şey hani biz burada hepatit de bakıyoruz. Zaten kapıda özel vakka yazıyor. Bizim burada ki tüm sağlık çalışanları bu odada yapılan tüm işlemleri bilir. O bakımdan rahatça söyledim.
Kule: Demin orada yatan bey sağlık çalışanı değildi ve sizi de gayet net duydu. Bu arada kapıda ki o özel vakka yazısı da ayrı tartışılır. Ben bu alanda savunucu olarak çalışıyorum ve sizi bu konuda uyarma ihtiyacı hissettim. (Gülümseyerek) İkinci ricam ise lütfen şu üstteki dolgusu kırık dişime işlem yaparken uyuşturmak için iğne yapar mısın? Sinire denk geldi mi dayanamıyorum da…
Asistan: Tabii… Önce dişin durumuna bir bakalım da…
Dediiii ve gıııyyy ggııyyyya dişi oymaya başladı veeee zınnkkkkkk… Amanın ben bir zıpladım yerimden sormayın. Dişimin çürüğü derindi ve benim ona dayanmam mümkün değildi. Bir anestezi iğnesi yaptı… Devam etti. Aaaaaahhhhh yookkk… hâlâ uyuşmamış. Hemşireye dönerek “bir iğne daha çakalım” dedi. Tekrar iğne yaptı… devam etti… Hhuuuaaaaaahhhhh gene uyuşmamış. Bu sefer “Allah Allah çok nadiren böyle olur bu da size denk geldi, en iyisi bir iğne daha çakalım” dedi. “Aaaaaaa bana bak şimdi ben bir çakıcam sana görecen gününü” diyecektim ama ağzım doluydu. Tüm dilim de uyuşmuştu. Akşamüzeri anca tam anlamıyla çözülmüştü
Dört tane dişimin dolgusunu tamamladı ve tak sepeti koluna herkes yoluna yaptı. Yarın da tekrar gidip kanal tedavisi için gün alacağım. Bakalım orada neler olacak?
Ahahaaa bu arada bu gün benim gittiğim bölümün kapısının bir yanında Endodonti Bilim Dalı, diğer yanında da Konservatif Bilim Dalı yazıyordu. Sanırım ben Endodonti’ye gittim. Çünkü Konservatifte konserve yapılmadım.
Dolgulu geveze Kule :)))
Yaz sonu / 2006
Kule’nin Dişçiliklerdeki Savunuculuğu…
Bir gün içinde yaşadığım iki olayı anlatmak istiyorum size…
1. Olay:
Bahsetmiştim ya, kanal tedavim için tekrar Diş Hekimliği Fakültesi’ne gideceğim ve gün alacağım diye. Dolgularıma yardım eden kızla birlikte Endodonti bölümündeki doktor ile görüşecektik. Doktor Hanım gelmemişti. Oradaki hemşire “siz biraz dışarıda oturun ben kendisini arayayım size bilgi veririm şimdi” demişti. Çıkıp on dakika kadar bekledim. Hemşire geldi yanıma ve:
Hemşire: Kanal tedaviniz yapılırken doktorların giydiği cerrahi önlükleri set olarak sizin dışardan alıp getirmeniz gerekiyor
Kule: Nedenmiş o?
Hemşire: (Bilmiş bir edayla ve çenesini yukarı doğru kaldırarak) Sizin özel durumunuzdan dolayı
Kule: Ne fark eder ki! Kimin ne taşıyıcısı olduğunu bilemezsiniz. Fakültede birçok kez, birçok işlem yaptırdım ve hiçbir bölümde de böyle bir şeyle karşılaşmadım.
Hemşire: O bölümlerin dernekleri var, bizim bölümün yok onun için siz alacaksınız(!)
Kule: Tamam peki gerekiyorsa alırım. Ne deyip de almam gerekiyor bu seti. Yani ne olarak soracağım ve nereden temin edebilirim?
Hemşire hemen yan odada birine diş muayenesi yapan doktora dönerek:
‘Selçuk Beeyyy… Hani böyle hepatiti falan olanlara bakarken doktorların giydiği önlük setine ne deniyor?
(Eehh o zamanlarda, sonradan Selçuk Bey’in de hastası olacağımı bilmiyordum.)
Yakışıklı Selçuk Bey: “Tek kullanımlık Cerrahi önlük seti deniyor” dedi ve beni de söööyle bir süzdü. Ama bu bakış ‘özel vaka mı?’ bakışıydı.
Sonra hemşire bana dönerek ve tam salonun ortasında durarak yüksek sesle:
Hemşire: Buraya yazıyorum. Ayrıca sizin cep telefon numaranızı da alayım. Doktor Hanım tarih belirleyince biz size haber veririz. Buranın numarasını da yazayım, siz de sorabilirsiniz. Ben haftaya burada yokum. Aradığınızda burada olacak olan hemşire arkadaşa (ses tonu yükselerek ve kelimeyi vurgulayarak) HIV hastası olduğunuzu, durumunuzu ona da söyleyin ki haberi olsun
dediiii…’Tamam’ dedim ve bir hışım kapının önüne çıktım, durdum. ÇOK SİNİRLENDİM !!!
Amaaa yookkk… bu okumuş kesimin cehaleti böyle cazgırlıkla bilinçlenmezzz… Bağrınıp söylensem ben haksız duruma düşecektim. Onun için sakince ve etkili hareket etmeliydim.Hemen bir kat aşağıya Aslan Hoca’nın odasına gittim. Beni yukarıya onlar yönlendirmişti ve bir problem yaşadığımda gelebileceğimi söylemişlerdi.
Emine’nin yanına gittim ve üst katta yaşadıklarımı anlattım…
Kule : Yaaa acaba ben mi alınganlık yapıyorum diye düşündüm? Ama en son o hemşirenin yüksek sesle tanımı herkesin önünde deklare etmesi beni çileden çıkarttı. Şu an gerçekten çok sinirliyim(!) Hem o önlükleri gerçekten benim mi almam gerekiyor? Gerekiyorsa tabii ki alırım. Yanlış bir şey yapmamak için önce size sormak istedim.
Emine : Çok çok haklısınız… Ve bunları yapan eğitimli insanlar. Hemen Aslan Hocayla bir konuşalım, onunda bundan haberi olsun. Gelin benimle… dedi. Hastasından özür dileyerek ve müsaade alarak (bir yandan da hastanın ağzına pamuklar tıkıyordu…) benimle birlikte Aslan Hoca’nın odasına geldi. Fakültede prof’ların odalarının dışarıdan kapı tokmakları yoktur, her biri kendi anahtarıyla girer. Emine kapıyı anahtarıyla açtı, girdi ve beş dakika sonra beni içer davet etti. Aslan Hoca ile tokalaştıktan sonra neler olduğunu tekrar anlatmamı istedi. Anlattım… Fakülte içerisinde, özellikle de eğitimli insanların böyle şeyler yapmalarına ne kadar kızdığını, benim çok haklı olduğumu dile getirdi. Sonra dekan yardımcısı olan Serdar Çintan’ı aradı ve yaşanan durumu özetledi:
Aslan Hoca :Yaaa Serdar’cım… benim takip ettiğim + bir hastamız vardı ya ….. Hanım, kendisi de şu an yanımda, yaa yukarıda durumuyla ilgili kendisine çok kötü davranmışlar. Ne yapalım bunlara? Ana bilim dalı başkanlarını toplayıp bir konuşalım, eğitsinler personellerini…
Aaahh aahh hayranım bu adama…
Telefonu kapattıktan sonra “Serdar Bey şuan dekanın yanındaymış. Siz şimdi hemen oraya gidin ve durumu sıcağı sıcağına orada da anlatın, dekan da duysun bunları” dedi. Ben Aslan Hoca’dan aldım gazııı, fişşşeekk gidip soluğu dekanın odasında aldım. Odaya girdiğimde dekan Hasan Meriç ve dekan yardımcısı Serdar Bey oradaydı.
Olayı bir kez daha orada da anlattım. Ben anlatıp isim kullandıkça Serdar Bey’de bir yandan notlar alıyordu. “Peki dün dolgularınızı yapan asistan mıydı? O da tanınızı yüksek sesle söylemişti değil mi? Adı neydi onun? Şimdi size kim bakacaktı? O demin sizi üzen hemşire hangi bölümdeydi? Peki dün dolgularınız yapılırken asistanın giydiği önlüğü de siz mi aldınız?” diye sorular sordu. Teekk tekkkk hepsini ispiyonladım
Sadece özel vaka odasında böyle hazırlık yapıldığını ve önlük giyildiğini, diğer yan tarafta hiçbir öğrenci ve asistanın ne önlük, ne bone, ne de gözlük taktığını görmediğimi söyledim.
Haaa yazmayı unuttum. Dolgularımdan sonra işim bitti ve toparlanmak üzere, boynumda asılı olan önlüğü çıkartırken hemşirenin biri dezenfekte için içeri geldi ve iki elini havaya kaldırarak ‘dur’ işareti yaparak ‘siz hiçbir şeyi ellemeyin, üzerinizden çıkanı da oraya koltuğun üzerine bırakın yeterli’ dedi. Ahahhaaaayyy düdük makarnasına bak yaaaa, “Yokk canım istersen elim değmişken yerleri, camları da bir sileyim” diyecektim… Bunlara bak bak, çal çal oyna… Yok, walla bunlar adama kafayı oynattırırlar…
Neyse konuya ve dekanın odası sahnesine dönelim: Dekanda anlattıklarımı duydukça ağzını büzerek üzgün olduğu anlamına gelen mimikler yapıyordu.
Serdar Bey : Tamam, siz meraklanmayın ….. Hanım. Ben gerekenleri yapacağım, sizi en kısa zamanda arayacaklar. O önlükleri de siz almak durumunda kalmayacaksınız. Hafta içi sizin dernekteyim, danışma kurulu toplantımız var. Daha önce de gelmeyi çok arzu ettim ama yoğunluk nedeniyle gelemedim. Geçen Güven Hoca da Ankara’da yaptığınız panelden bahsetti, çok başarılı geçmiş. (Ara bilgi: Serdar Bey aynı zamansa HIV ile yaşayan insanların hak savunuculuğunu yapan ve çeşitli hizmetlerden ücretsiz yararlanabildikleri Pozitif Yaşam Destek Merkezi’nin (http://www.pozitifyasam.org/index.php?option=com_content&task=view&id=94&Itemid=92 )danışma kurulu üyesidir. Prof. Dr. Güven Külekçi de İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı başkanıdır. Ve bu konuşmadan kısa bir süre önce kendisi ile birlikte bir panele konuşmacı olarak katılmıştık. Bu panelin yazısı da aşağıda yer alıyor))
Kule : Aaa evet. Sizleri merkezimizde görmek bizleri çok mutlu eder. Her zaman memnuniyetle bekleriz. Evet, Güven Hoca’nın sunumun da bayıldım ben. Ne kadar güzel ve bilgilendiriciydi. Ben yaptığım konuşmamda sizin, Aslan Hoca’nın ve bölümünün de adını zikrettim. Ne kadar duyarlı ve doğru hizmet verdiğinizi, sizleri çok takdir ettiğimizi dile getirdim. Burada da böyle eğitici seminer, panel, ne olursa dernek olarak her zaman destek vermek için hazırız.
Serdar Bey : Çok teşekkür ederim. Aslında burada teşekkür edilecek bir şey yok. Yapılan tüm hizmetler, hijyen kuralları vesaire hepsi zaten olması gerekenler. Biz bunları düzgün yaptığımız için farklı görünüyor. Güven Hoca yıllarca hijyen konusunda olması gerenleri anlatmaktan dilinde tüy bitti. Bu kurallar sadece size özgü değil, herkese yapılması gereken prosedürdür.
diye konuştuk ve ben anlaşılmaktan, dinlenmekten, böyle duyarlı insanların varlığını görmekten, en çok da yukarıdaki servisi ispiyonlamış olmaktan son derece memnun bir şekilde ayrıldım.
Serdar Çintan’ı görenler bilir. Ayyy ne tatlı bir adam yaaa. Tombiş tombiş yanakları var, tam ısırmalık. Bu gün dekanın odasında zor tuttum kendimi, üstüne atlayıp, yanaklarını iki elimle avuçlamak, mıncıklamak ve ısırmak istedim. Haarrrrr… Yanaklarının üzerlerinde benim diş izlerim, pembeleşmiş yanakları ile gülümseyecek. Ayyy pamuk helva gibi bişiiii… Vayyy bee hayallere bak.
Dekan beyin de, insanı kesen derinlikte güzel mavi bakışları var. Bu fakültede böylesine duyarlı insanların yönetimde olması çok güzel.
2. Olay:
Bu soğukta yollarda helak olmayayım diye babam arabayla getirmişti beni. Dışarıda beni bekliyordu. Buradan da sevkimi yenileyebilmem için Bakırköy/Osmaniye polikliniğine götürecekti. Altı ay önce İÜ Diş Hekimliği Fakültesi’ne şans eseri nasıl sevk aldığımı yukarıda yazmıştım. Yine aynı adama gidip tüm şirinliğimi takınarak, tekrar şansımı denemek istiyordum. Normalde hayatta öyle başka yere sevk falan vermezler. Ama benn aldımmmm. Yine aynı bey efendiye gittim ve kapısını tıklattım:
Kule : Merhabalarrr… (Mütevazı bir gülücük) Anımsadınız mı beni?
Örnek dişçi : Hımm! Sima yabancı gelmedi ama…
Kule :(Hemen koltuğun ucuna ilişip oturdum ve) Ben altı ay kadar önce sizden İmmün Yetersizliğim nedeniyle İstanbul Diş Hekimliği Fakültesi’ne sevk almıştım. Süresi bitti de, acaba yineleyebilir miyiz diyorum? Hem yapılan işlemlerim de yarım kaldı.
Örnek dişçi : Haa evet. Raporunuz var mı elinizde?
Kule : Eveeett… Bu sefer hazırlıklı geldim. Geçen sefer raporum yanımda değildi ve ben + olduğum konusunda kendimi size inandırana kadar epeyce bir zorlanmıştım.
Örnek dişçi : Şimdi sorun o değil. Seninle alakalı değil yani. Şimdi SSK da kalkıp bize ”bu hastaya neden siz bakmıyor da sevk ediyorsunuz” diyor. Onun için elinde böyle bir rapor olursa bizde, fakülte şartları takip açısından daha iyi oluyor diye rahat yollayabiliyoruz. Yoksa bizde burada bakar yaparız sorun değil. Ne yapıldı dişlerine?
Kule : Dün dolgularımın bir kısmı tamamlandı. Diğer yarısı da şubata ertelendi. Ama şimdi acil olarak bir kanal tedavisi gerektiren bir dişim var, ısıya çok duyarlı hale geldi ve zaman zaman ağrısını hissettiriyor.
Örnek dişçi : Biz yapalım dişlerini!!! (Hoppaallaaaa… Millet HIV+ bakmamak için elinden geleni yapar, satacak sepetleyecek yer arar, bu adam gönüllü oluyor. Bravo valla)
Kule : Siz kendiniz hasta alıyor musunuz?
Örnek dişçi : (Gizli bir bilgiyi onaylar ve çookk nadir hasta baktığını ima eden bir yüz ifadesi ile evet anlamında başını salladı)
Kule : Eee iyi o zaman siz yapın benim dişlerimi. Hem böylece şubata kadar da beklememiş olurum : ) Ama bana da geç bir tarih verecekseniz o zaman fakülteyi beklemem daha iyi olur çünkü orada daha implantım yapılacak. Yalnız dolgu yaptırırken benim bir şartım oluyor. Anestezi yapılmadan dayanamıyorum ben. Uyuşturursanız gelirim size : )) (Aayy dişimi yapan bulmuşum, bir de adama şart koşuyorum yaaa. Eeee koşarım tabii, anlı şanlı Kule’nin dişlerini yapma şansına nail olacak J )
Örnek dişçi : SSK implantı karşılamıyor haberin olsun. Anesteziye de pek yanaşmıyoruz biz. Çünkü hastanın verdiği reaksiyonla dişin ne derecede ve derinlikte çürük olduğunu anlıyoruz.
Kule : Siz daha önce hiç dolgu yaptırdınız mı?
Örnek dişçi : (Gururlanarak) Hayır bende çürük olmaz.
Kule : Hııı tabiiiii onun için anlamıyorsunuz beni. Alet sinire denk geldi mi nasıl da zıplıyorsunuz yerinizde. Yaptırsaydınız anlardınız beni : ))
Örnek dişçi : Röntgenin falan var mı yanında? Bir bakayım.
Kule : Var var…
Örnek dişçi : (Baktıktan sonra) Oooo işlemlerin çokmuş senin. Valla istiyorsan burada da yaparız dişlerini ama takip açısından fakülte daha sistemli olur. Sevkin için de sen ocaktan sonra gel bana. Yıl devrinden sonra olması, tarih açısından da senin için çok daha iyi olur. Bu kapanan sevkinin de ödemesini yılbaşı gelmeden git al. Yoksa hakkın yanar alamazsın. Fakülteye ön ödeme yaptığın paraların, oradan toplu faturasını kestir, önüne de şöyle şööyylee böyle böyleee diye bir dilekçe yaz ve Fındıklı SSK’ya başvur. Senden birde banka hesap numarası isteyecekler. Dosyan incelendikten sonra para az bir kesinti ile hesabına yatacak.
Kule : Aayy çok teşekkür ederim. Çok sağ olun. Pekkiii size bir şey daha soracağım. Şimmmdiiii HIV + olan ve sevk problemi yaşayan arkadaşlarımı da size yönlendirsemmm, yardımcı olur musunuz?
Örnek dişçi : (Gözlerini hafifçe kısarak, başına nelerin geleceğini kestirmeye çalışan bir ifade takındı ve tatlı tatlı gülümsedi) Ayy o an bu hekimi de öpesim geldi. Aman bu gün pek de bir sevecenlik hallerindeyim J)
Kule : Ahahayy meraklanmayın tüm arkadaşlarımı buraya yığıp sizi zor durumda bırakmak niyetinde değilim : )))
Örnek dişçi : Tamam peki. Geldiklerinde senin adını versinler, yardımcı olurum.
Kule : Aayy süpersiniz walla. Çok teşekkürler. Her yerden bu kadar kolay sevk alınmıyor. Geçen yıl karşı yakada bulunan bir SSK’da yabancı uyruklu + bir kadın arkadaşımıza çok kötü muamele yapmışlardı. Diş hekimi olan kadın kendisine çok feci hakaretler etmiş ve bağıra bağıra “işte senin gibi pislikler, o…..’lar bu ülkeye hastalık taşıyıp bulaştırıyor, erkek doktorları kandırabilirsin ama ben yutmam, (zoraki muayene ettikten sonra da) Allah kahretsin ne yapacağım şimdi ben bu aletleri” diyip, muayene ettiği aletleri çöpe fırlatmış. Orada bulunan başka bir meslektaşı“aman hocam ne yapıyorsunuz yavaş olun biraz” diyerek ikaz etmiş. Bu yabancı uyruklu arkadaşımız aslında Türk bir erkekle evli. Evli barklı kadına, her yabancı uyruklu sanki fuhuş yapıyormuş gibi kendi önyargıları sebebiyle hakaret etmiş. Üstelik iffetine laf ediyor kadın. Affedilir şey değil. Dernek olarak hem kendisine hem de başhekimliğe uyarı niteliğine bir yazı gönderdik.
Örnek dişçi : (Meslektaşı adına utanç duyarak başını öne eğerek) Kim o hekim? Adını biliyor musunuz?
Kule : Evet biliyorum. Hülya… (Onun o fırlatıp attığı aletler onun burnuna girsin e miii…) (Ohhhh!!! Hülya zebanisini de ispiyonladım yaaaa. Belki isim vermekle yanlış yaptım ama olsun onun o kötü ünü yayılsın. Rezil kadın…)
Örnek dişçi : Hımm o bölümün başında Hülya var.
Bilmem nereden… tanıyorum kendisini. Burada gelen hastaların özel hayatları bizi kesinlikle ilgilendirmez. Nereden gelmiş, napmış, neciymiş bizi alakadar etmez. Önemli olan işlerinin yapılması.
Kule : Keşke tüm bölüm başları sizin gibi olsa. Bu arada Pozitif Yaşam Derneği’ni duydunuz mu?
Örnek dişçi : Evet duydum.
Kule : (Sevindirik oldum birden) Aaaa nereden duydunuz?
Örnek dişçi : Duydum işte. Ben pek yanaşmıyorum öyle şeylere (üzerine iş yıkıp, üye falan edeceğim diye korktu herhalde) Benim sosyal tarafım da çoktur. Serdar’la bilmem ne toplantılarında beraberiz.
Kule : Aaaa ne güzeell… Ben de derneğin üyesiyim, aynı zamanda da UNAIDS’e danışmanlık yapıyorum. Ben böyle çok konuşan biri olduğum ve hak ihlallerine dayanamadığım için bu alanda savunucu oldum. Size hemen merkezimizin broşüründen vereyim. Web sitemizi ziyaret ederseniz bizi daha yakından tanır ve faaliyetlerimizi görebilirsiniz. Ayrıca kendi hastane dönemimi de yazmıştım onu da okuyabilirsiniz. ‘+’lı Yaşam’ diye geçiyor (Reklammlaarrrr…). Ben artık müsaadenizi istiyorum. Ocak ortası gibi tekrar gelirim size. Tekrar teşekkürler. Görüşmek üzereeee…
Çok şükür çıkabildim. Zavallı babacığım da haaala beni arabada bekliyor. Kızı içerde lak lak etsin (biz bu laklaka savunuculuk diyoruz ya ona gülerim) adamcağız bırakın kök salmayı, neredeyse dallarındaki meyveler toplanmış ve konservelenerek raflardaki yerlerini almıştı.
Süper dişçi beyimizle daha başka konularda da sohbet ettim ama ben yazmaktan, eminim siz de okumaktan yorulmuşsunuzdur. Geçen hafta Ankara’da Gazi Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde konuşmacı olduğum panelden, oranın dekanlık olarak da ne kadar duyarlı olduğundan da bahsettim. Meğer oranın dekanıyla da çok samimi arkadaşmış ve aynı sene mezun olmuşlar. Gerçekten Dekan Gökhan Bey bizimle çok ilgilenmişti…
Aayyhh işte böyle dostlar… Bu gün işlerimi hallederken sadece kendime Müslüman olmadım ve HIV ile yaşayanların da sevk işleri için şahhaaane bir diş bölümü başkanını, gönüllü sevkçi başı olarak göreve atadım. Vatana millete ve tüm HIV+’lere hayırlı uğurlu olsun…
Sabahki o hemşire olayını da aslında ben kendi adıma kafama takmazdım. Cahillik işte der, güler geçerdim. Ama her + benim gibi gülüp geçemez. Öyle bir olaya maruz kaldı mı utancından omuzları düşer ve sesini bile çıkartamadan gitmek durumunda kalabilir. Bizler bunlara ses çıkartmazsak, onlar bu yaptıklarının normal olduğunu düşünmeye devam edecekler. Bizim başımız dik arkadaşlar… Bizler utanılacak bir virüsü taşımıyoruz. Esas onlar bu cehaletlerinden ve yaptıklarından utansınlar…
Aayyhh yine başarılı bir sevk alma zaferinden ve hemşireyi ispiyonladıktan sonra kendimi kutluyor ve sizleri gıdılarınızdan şakkadanak öpüyorum…
İspiyoncu Kule…
Kışa Yakalanmışken / 2005
Kule Ankara Gazi Üniversitesi Diş Fakültesi’nde Panel’de
Ankara Gazi Üniversitesi Diş Fakültesi’nde bir panele Pozitif Yaşam Derneği adına HIV+ kimliğimle konuşmacı olarak davet edildim.
UNAIDS Serap Hanım bana, daha önce birlikte çalıştığı “Güven Hoca da seninle aynı uçakta gelecek” demişti. İstanbul Diş Hekimliği Fakültesi Mikrobiyoloji başkanı olan Güven Bey’i sima olarak tanımıyordum. Ankara’ya indiğimde transfer aracı beni karşıladı ve söför “Güven Külekçi’yi de beklememiz gerekiyor” deyip onu karşılamaya gitti. Beni de üşümemem için araca bindirdi. Kısa bir süre sonra transfer görevlisi çocuk belirdi ama… aaaa aaaa yanındaki o kendinden emin yürüyüşlü hoş kadın da kim öyle? Eeee hani Güven Bey nerede?
Bayan arabaya bindi ve
— Merhaba hoş geldiniz, ben Kule… (tabii burada gerçek adımı söyledim)
— Merhaba. Ben de Güven
Huupppsss yani Güven Bey değil hanımmışşş. Biz tanışma kısmını yaparken söför aracı beşinci vitese takmıştı bile : )))
Üniversitenin dekanı Gökhan Bey ve yardımcısı bizi çok sıcak karşıladı. Panel saati geldiğinde büyük amfi salona geçtik. Salon neredeyse yüzde doksan oranında doluydu. Akademisyenlerin ve öğrencilerin olduğu salonda yaklaşık 400 kişi vardı. Geniş salonda oturacak çok az boş yer kalmıştı. Panelde konuşmacı olarak: Gazi Ünv. Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalından Doç. Dr. Nesrin Çobanoğlu, İst. Ünv. Diş Hek. Fak. Mikrobiyoloji Dalı Bşk. Prof. Dr. Güven Külekçi ve Dr. Serap Asar Brown vardı. En önce destaann gibi bu kişilerin CV’leri okundu (amman ne çok iş başarmışlar, valla bravo.) Ben en son sürpriz konuşmacı olacaktım. Tabii orada bulunan kameramanlar ve medya mensupları dışarı çıkarıldıktan sonra. Sunumlar bittikten sonra Serap Hanım ile göz teması kuracak ve eğer ben istiyorsam çıkıp konuşacaktım.
Her birin sunumu çok güzel ve çarpıcıydı. Hekimliğe yönelik, HIV+’lerin hak ettiği hizmetlerin sunulabilmesi için çok da bilgilendiriciydi. Serap Hanım HIV ile yaşayan başka bir arkadaşımın (Garo’nun) yaşam öyküsünü anlattığı ‘Mandalina Kabukları’ seslendirmesini tüm salona dinletti. Sonra medya mensubu olup olmadığını kontrol ederek ve fotoğraf alınmamasını söyleyerek beni sahneye davet etti. O ana kadar “lenn ben ne halt edecem şimdi, ooff amma da kalabalık salon. Çıkmasam mı acaba? Ama bu kadar kalabalık bir kitleyi bilgilendirmeden kaçırırsam da yuuhh olsun bana” diyerek uyuşan ve uçları buz gibi olmuş parmaklarımı ovalayıp oturuyordum. Yüreğimde çokkk derinlerde garip bir heyecan vardı ama bir o kadar da çok soğukkanlı görünüyordum. En sonunda kendime “Amann ben mi konuşamayacağım. Çıktım mı aslanlar gibi de anlatırım” dedim.
İç dünyamda onu bunu derken kendimi bir an sahnede, mikrofonun önünde buldum. Gerçi bir ara sahneye şşööllee endamlı endamlı yürüyüşümü hatırlıyorum. Siyah etek, siyah gömlek, boynumda iri kırmızı bir kolye, sivri burun – sivri topuk ayakkabılar ve siyah üzerine kırmızı beyaz çizgileri olan ince çorap (kırmızı ve siyahın muhteşem uyumu) (Valla uçakta çok korktum, uçak düşer de çorabım kaçar diye ) veee kıyafete göre makyaj. Benim kendime özel göz makyajım vardır. Göz kapağımı diklemesine, giydiğim kıyafetin renklerine göre iki ayrı renge boyarım. Aayyhh bir de öyle çimil çimil baktım mıııı tamamdır…
Neyssseehhh… Konuya dönelim. Yeter bu kadar kendimi yağlamam…
Mikrofona eğilerek ve salonda hemen herkesle göz kontağı kurmaya çalışarak:
Kule : Merhabalar… Az önce koltuğumdan buraya bakıp dinlemek çok daha rahattı. Buradan salona bakmak epeyce farklı.
Başta benim CV’m okunmadı. Onun için sizlere kendimi ben anlatayım. Ben PYD üyesiyim …… (burada yaptığım işi, derneği ve misyonunu anlattım) Az önce Serap Hanım sunumu sırasında salona “daha önce aranızda kaç kişi HIV+ gördü?” diye sormuştu. Yanılmıyorsam sadece iki kişi el kaldırmıştı. Evet!.. Şu andan itibaren bu salonda bulunan herkes bir HIV+ görmüş durumda. Ben bir HIV+’im… (!!!) (Salonda bir şok durumu) İki yıldır HIV ile yaşıyorum. Tanı aldığımda AIDS tablosundaydım… dedim ve öncesinde yaşadığım fiziksel rahatsızlıkları, hastane dönemimi, nasıl aylarca bakıma muhtaç kaldığımı, tanı anı neler hissettiğimi/zi, ilaçlarıma başladıktan sonra hayatı nasıl geri kazandığımı, altı ay sonra tatilde rafting bile yaptığımı anlattım…
Sonra benim dişçilerle yaşadığım örnekleri paylaştım:
Kule : Fakültede tedavime başlamadan önce yıllardır aile dostumuz olan İlker Bey’e… burada adını söylemekten çekinmiyorum, nasılsa hangi İlker olduğunu bilmiyorsunuz; sarı çizmeli İlker ağa diyelim. (Salonda kahkaha…) Ben duyarlı olduğum için İlker beye + olduğumu açıklamıştım. Hem kendine hem de bana daha dikkat etsin diye. İlker Bey’ler iki ortak çalışıyorlar (dedim, dememle salonda kocaman bir kahkaha koptu) Ayyhh pardon ben dişçiliği şirketleştirdim galiba. Bizim bu Sarı çizmeli İlker ağa benim + olduğumu duyduğu anda “hayy Allah dişlerinde kanama olduğunda seninle de çok uğraştık. Şimdi bizimde gidip test yaptırmamız gerekecek” demişti. Ve o gün benim tedavimi ortağı : ) yapmıştı. Sonraki haftalarda gitmek için ne zaman arasam ya suları kesikti ya da temizlik vardı. Hep bir sonraki haftaya kalıyordu. Hhhhaaaaa anladdıımmm… Baktım bu haftalar hiç bitmeyecek ben en iyisi fakülteye gideyim dedim. O zaman en çok diş doktorumu değil de, bir dostumu kaybettiğim için üzülmüştüm. Sonra Serdar Çintan ve Aslan Hoca tarafından takip edilmeye başladım. Bakın + olmanın iyi tarafları da var. Yoksa böyle prof’lar nerdeee bana bakacaklar.
Sonra da implant için gittiğimde yaşadığım olayları (yukarıda bunu daha önce yazmıştım), o bölümün ne kadar duyarlı ve bilinçlenmiş olduğunu uzun uzun, ballandıra ballandıra anlattım.
Kule :Sizler bu işin eğitimini alıyorsunuz. Sizlerden ricam işinizi hakkıyla yapın ve sarı çizmeli birer hekim olmayın…
dedim. Konuşmam bittiğinde Aallaahhh salonda bir alkış koptu ki sormayın. Nesrin Hanım da“en güzel etik dersi siz verdiniz. Bunların üzerine söylenebilecek başka hiçbir söz yok” diyerek bana sarıldı ve öptü. Ben tekrar mikrofona eğilerek “bu alkışları kendim için değil, tüm HIV ile yaşayan ve yaşamış olan (vefat edenler yani ) arkadaşlarım için istiyorum” dedim ve kendim de dâhil olmak üzere tüm salon alkışladık…
Soru soranları yanıtladım. Arka taraflardan bir kız “bu hastalığı nasıl kaptığınızı biliyor musunuz? Ve öğrendikten sonra günlük yaşantınızda ne gibi değişiklikler oldu?” diye sordu. Ben deeee“Sizce bu virüsü nereden almış olduğumun bir önemi var mı?” diye karşı bir soru sordum. Tüm salon ‘Haaaayyıııırr yoookkkk’ dedi.
Kule :Size bir HIV+ geldiğinde, sen eşcinselsin, sen seks çalışanısın sizlere bakmam, ama sen bir ev kadınısın sana bakarım mı diyeceksiniz? Sizlerin bunu deme ve seçme şansınız yok. Ayrıca kimde virüs olduğunu da asla bilemezsiniz, dedikten sonra virüsün pencere dönemini anlattım ve sorusunun geri kalan kısmını da yanıtladım.
Panel bittiğinde konuşmacılara çiçekler takdim edildi. Bana da pembeli beyazlı bir demek çiçek verdiler. Sonra da kokteyle geçtik ve soru cevaplara orada da devam ettik. Çoğu kişi benim ne kadar doğal olduğumdan, gözerimin içinin parladığından ve konuşmamdaki esprilerimi çok güzel ve yerinde kullandığımdan söz ettiler (artık benim havaları düşünün.) Kalabalık bir grup öğrenci ile konuşmam sırasında “mezun olduktan sonra hanginiz beni tedavi etmek ister” diye sorduğumda hiç biri bir saniye bile tereddüt etmeden “ben… ben… beennn…” diye el kaldırdılar. Harika…
Hava alanına dönerken de Güven Hocayla çok sohbet ettik. Konuşmamı accaip çok beğendiğini defalarca dile getirdi. (Arkadaşlar bakın sizler beni susturmaya çalışıyorsunuz ama millet kelimelerime hayran, kıymetimi bilin hee.)
Güven Hoca ile uçaklarımız yarımşar saat ara ile farklı uçuşlardı. Ben dalmışım neredeyse uçağı kaçıracaktım. Uçağa en son ben bindim. Cam kenarına geçmek için koridor tarafında oturan bey bana yol vermek için ayağa kalktığında bana bakarak İngilizce flowersss falan filan bir şeyler dedi. Bir o kelimeyi anladım, çiçekle ilgili bir şey diyormuş, Tabii gerisini anlamadım Arka sırada oturan biri de o ecnebi adamın bana (artık ne dediyse) söylediğine güldü. Sinir oldum oturdum… Beş dakika sonra yanımdaki ithal adam bir diğer sıradaki adama Almanca bir şeyler söylediğini duydum. Sonraaa ben kendisine Almanca bilip bilmediğini sorduğumda, onun meğerse orijinal bir Alman olduğunu öğrendim. Aallaahhhh biz bir başladık muhabbete… (Hıhh arkadaki adama da bu kapak olsun, uyuz anlamadık diye güldü bana, yiyorsa bunları da anlasın göreyim onu.) Alaman kankam bana; bu çiçekler yoksa düğün çiçeği mi? öyleyse mutluluklar demiş… Ne alakaysa. Ben giyinmişim kara kırmızı. Gelinlikli bir halim mi vardı ki.
İş seyahati için burada olan, benim kanka Almanla Türkiye’nin turistik yerlerinden, dünyanın yedi harikalarından (sekizinci ben oluyorum ), ülkelerin sosyal yapılarından, benim ne iş yaptığımdan… falan falan bahsettik. Bana ne iş yaptığımı sorduğunda, önce “yoksa film artisti – sanatçı falan mısınız?” dedi. Hahahaayyy güldüm. Aslına bakarsanız bu arada sizlerin sanal film yıldızıyım ben. Buraya yazıyorum senaryoları, sizde hafızalarınızda oynatıyorsunuz. Senarist ben, oyuncu ben, yönetmen siz… Acaba yüz yüze tanışmadığım kişiler beni kafalarında nasıl canlandırıyorlardır. Keşke resmedebilseydiniz, ben de görebilseydim…
Kankama HIV ile yaşayanlar için çalıştığımı anlattığımda; “yaptığın iş karşısında şapkamı çıkartıyorum” dedi ve dernekçe yaptığımız işleri çok takdir etti… Ve “Afrika’yı biliyoruz oralar çok feci durumda, peki Türkiye’de durum nedir?” diye sordu. Ben ilaca erişimin olduğunu ancak çok fazla dışlanma, damgalanma ve ayrımcılığın olduğunu anlattım. Adam çok şaşırdı ve “eeee buradakiler bunun öyle kolay kolay bulaşmayacağını bilmiyorlar mı?” diye sordu ve tek tek bulaş yollarını, nasıl bulaşmayacağını anlattı. Aaayyy hayran oldum. Alamanın normal vatandaşı bile böyle bilgili ve bilinçli… Hele kurban olam ben böyle bilgili insanlara…
Sonra adamcağız iş seyahatlerini ayın 22’sine kadar tamamlayıp mutlaka evinde olması gerektiğini yoksa karısının ona çok kızacağını söyledi. “Noel ağacının en üstündeki yıldızı yakmak benim görevim. Bunu yapmazsam karım bana çok kızar” dedi. Aayy ne şirin yaaa. Haa bu arada adam 65’lerinde falandı. Sohbetinden çok keyif aldım… Ayy sonra kendime de hayret ettim. Bazen Almanca konuşurken uygun kelimeyi bulamadığımda takılırım. Ama bu sefer tek bir kelime bile takılmadan çan çan konuştum. Sanırım ben karada konuşurken takılıyorum. Havada yabancı dil konuştum mu sorun yok. Yaa şu bizim İngilizce kurslarını havada uçuş halinde mi alsak nee?
Bir Ankara gezimi de böylece tamamlamış oldum. Eve vardığımda topuklarım acıyordu neredeyse. Eeeee güzellik için tüm gün o sivri topukların üzerinde kıvırtırsam böyle olur.
Kıvırtık Kule : )))
Kışın Ortasında / 2006
Kule Ankara Gazi Üniversitesi Diş Fakültesi’nde Panel’de
Ankara Gazi Üniversitesi Diş Fakültesi’nde bir panele Pozitif Yaşam Derneği adına HIV+ kimliğimle konuşmacı olarak davet edildim.
UNAIDS Serap Hanım bana, daha önce birlikte çalıştığı “Güven Hoca da seninle aynı uçakta gelecek” demişti. İstanbul Diş Hekimliği Fakültesi Mikrobiyoloji başkanı olan Güven Bey’i sima olarak tanımıyordum. Ankara’ya indiğimde transfer aracı beni karşıladı ve söför “Güven Külekçi’yi de beklememiz gerekiyor” deyip onu karşılamaya gitti. Beni de üşümemem için araca bindirdi. Kısa bir süre sonra transfer görevlisi çocuk belirdi ama… aaaa aaaa yanındaki o kendinden emin yürüyüşlü hoş kadın da kim öyle? Eeee hani Güven Bey nerede?
Bayan arabaya bindi ve
— Merhaba hoş geldiniz, ben Kule… (tabii burada gerçek adımı söyledim)
— Merhaba. Ben de Güven
Huupppsss yani Güven Bey değil hanımmışşş. Biz tanışma kısmını yaparken söför aracı beşinci vitese takmıştı bile : )))
Üniversitenin dekanı Gökhan Bey ve yardımcısı bizi çok sıcak karşıladı. Panel saati geldiğinde büyük amfi salona geçtik. Salon neredeyse yüzde doksan oranında doluydu. Akademisyenlerin ve öğrencilerin olduğu salonda yaklaşık 400 kişi vardı. Geniş salonda oturacak çok az boş yer kalmıştı. Panelde konuşmacı olarak: Gazi Ünv. Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalından Doç. Dr. Nesrin Çobanoğlu, İst. Ünv. Diş Hek. Fak. Mikrobiyoloji Dalı Bşk. Prof. Dr. Güven Külekçi ve Dr. Serap Asar Brown vardı. En önce destaann gibi bu kişilerin CV’leri okundu (amman ne çok iş başarmışlar, valla bravo.) Ben en son sürpriz konuşmacı olacaktım. Tabii orada bulunan kameramanlar ve medya mensupları dışarı çıkarıldıktan sonra. Sunumlar bittikten sonra Serap Hanım ile göz teması kuracak ve eğer ben istiyorsam çıkıp konuşacaktım.
Her birin sunumu çok güzel ve çarpıcıydı. Hekimliğe yönelik, HIV+’lerin hak ettiği hizmetlerin sunulabilmesi için çok da bilgilendiriciydi. Serap Hanım HIV ile yaşayan başka bir arkadaşımın (Garo’nun) yaşam öyküsünü anlattığı ‘Mandalina Kabukları’ seslendirmesini tüm salona dinletti. Sonra medya mensubu olup olmadığını kontrol ederek ve fotoğraf alınmamasını söyleyerek beni sahneye davet etti. O ana kadar “lenn ben ne halt edecem şimdi, ooff amma da kalabalık salon. Çıkmasam mı acaba? Ama bu kadar kalabalık bir kitleyi bilgilendirmeden kaçırırsam da yuuhh olsun bana” diyerek uyuşan ve uçları buz gibi olmuş parmaklarımı ovalayıp oturuyordum. Yüreğimde çokkk derinlerde garip bir heyecan vardı ama bir o kadar da çok soğukkanlı görünüyordum. En sonunda kendime “Amann ben mi konuşamayacağım. Çıktım mı aslanlar gibi de anlatırım” dedim.
İç dünyamda onu bunu derken kendimi bir an sahnede, mikrofonun önünde buldum. Gerçi bir ara sahneye şşööllee endamlı endamlı yürüyüşümü hatırlıyorum. Siyah etek, siyah gömlek, boynumda iri kırmızı bir kolye, sivri burun – sivri topuk ayakkabılar ve siyah üzerine kırmızı beyaz çizgileri olan ince çorap (kırmızı ve siyahın muhteşem uyumu) (Valla uçakta çok korktum, uçak düşer de çorabım kaçar diye ) veee kıyafete göre makyaj. Benim kendime özel göz makyajım vardır. Göz kapağımı diklemesine, giydiğim kıyafetin renklerine göre iki ayrı renge boyarım. Aayyhh bir de öyle çimil çimil baktım mıııı tamamdır…
Neyssseehhh… Konuya dönelim. Yeter bu kadar kendimi yağlamam…
Mikrofona eğilerek ve salonda hemen herkesle göz kontağı kurmaya çalışarak:
Kule : Merhabalar… Az önce koltuğumdan buraya bakıp dinlemek çok daha rahattı. Buradan salona bakmak epeyce farklı.
Başta benim CV’m okunmadı. Onun için sizlere kendimi ben anlatayım. Ben PYD üyesiyim …… (burada yaptığım işi, derneği ve misyonunu anlattım) Az önce Serap Hanım sunumu sırasında salona “daha önce aranızda kaç kişi HIV+ gördü?” diye sormuştu. Yanılmıyorsam sadece iki kişi el kaldırmıştı. Evet!.. Şu andan itibaren bu salonda bulunan herkes bir HIV+ görmüş durumda. Ben bir HIV+’im… (!!!) (Salonda bir şok durumu) İki yıldır HIV ile yaşıyorum. Tanı aldığımda AIDS tablosundaydım… dedim ve öncesinde yaşadığım fiziksel rahatsızlıkları, hastane dönemimi, nasıl aylarca bakıma muhtaç kaldığımı, tanı anı neler hissettiğimi/zi, ilaçlarıma başladıktan sonra hayatı nasıl geri kazandığımı, altı ay sonra tatilde rafting bile yaptığımı anlattım…
Sonra benim dişçilerle yaşadığım örnekleri paylaştım:
Kule : Fakültede tedavime başlamadan önce yıllardır aile dostumuz olan İlker Bey’e… burada adını söylemekten çekinmiyorum, nasılsa hangi İlker olduğunu bilmiyorsunuz; sarı çizmeli İlker ağa diyelim. (Salonda kahkaha…) Ben duyarlı olduğum için İlker beye + olduğumu açıklamıştım. Hem kendine hem de bana daha dikkat etsin diye. İlker Bey’ler iki ortak çalışıyorlar (dedim, dememle salonda kocaman bir kahkaha koptu) Ayyhh pardon ben dişçiliği şirketleştirdim galiba. Bizim bu Sarı çizmeli İlker ağa benim + olduğumu duyduğu anda “hayy Allah dişlerinde kanama olduğunda seninle de çok uğraştık. Şimdi bizimde gidip test yaptırmamız gerekecek” demişti. Ve o gün benim tedavimi ortağı : ) yapmıştı. Sonraki haftalarda gitmek için ne zaman arasam ya suları kesikti ya da temizlik vardı. Hep bir sonraki haftaya kalıyordu. Hhhhaaaaa anladdıımmm… Baktım bu haftalar hiç bitmeyecek ben en iyisi fakülteye gideyim dedim. O zaman en çok diş doktorumu değil de, bir dostumu kaybettiğim için üzülmüştüm. Sonra Serdar Çintan ve Aslan Hoca tarafından takip edilmeye başladım. Bakın + olmanın iyi tarafları da var. Yoksa böyle prof’lar nerdeee bana bakacaklar.
Sonra da implant için gittiğimde yaşadığım olayları (yukarıda bunu daha önce yazmıştım), o bölümün ne kadar duyarlı ve bilinçlenmiş olduğunu uzun uzun, ballandıra ballandıra anlattım.
Kule :Sizler bu işin eğitimini alıyorsunuz. Sizlerden ricam işinizi hakkıyla yapın ve sarı çizmeli birer hekim olmayın…
dedim. Konuşmam bittiğinde Aallaahhh salonda bir alkış koptu ki sormayın. Nesrin Hanım da“en güzel etik dersi siz verdiniz. Bunların üzerine söylenebilecek başka hiçbir söz yok” diyerek bana sarıldı ve öptü. Ben tekrar mikrofona eğilerek “bu alkışları kendim için değil, tüm HIV ile yaşayan ve yaşamış olan (vefat edenler yani ) arkadaşlarım için istiyorum” dedim ve kendim de dâhil olmak üzere tüm salon alkışladık…
Soru soranları yanıtladım. Arka taraflardan bir kız “bu hastalığı nasıl kaptığınızı biliyor musunuz? Ve öğrendikten sonra günlük yaşantınızda ne gibi değişiklikler oldu?” diye sordu. Ben deeee“Sizce bu virüsü nereden almış olduğumun bir önemi var mı?” diye karşı bir soru sordum. Tüm salon ‘Haaaayyıııırr yoookkkk’ dedi.
Kule :Size bir HIV+ geldiğinde, sen eşcinselsin, sen seks çalışanısın sizlere bakmam, ama sen bir ev kadınısın sana bakarım mı diyeceksiniz? Sizlerin bunu deme ve seçme şansınız yok. Ayrıca kimde virüs olduğunu da asla bilemezsiniz, dedikten sonra virüsün pencere dönemini anlattım ve sorusunun geri kalan kısmını da yanıtladım.
Panel bittiğinde konuşmacılara çiçekler takdim edildi. Bana da pembeli beyazlı bir demek çiçek verdiler. Sonra da kokteyle geçtik ve soru cevaplara orada da devam ettik. Çoğu kişi benim ne kadar doğal olduğumdan, gözerimin içinin parladığından ve konuşmamdaki esprilerimi çok güzel ve yerinde kullandığımdan söz ettiler (artık benim havaları düşünün.) Kalabalık bir grup öğrenci ile konuşmam sırasında “mezun olduktan sonra hanginiz beni tedavi etmek ister” diye sorduğumda hiç biri bir saniye bile tereddüt etmeden “ben… ben… beennn…” diye el kaldırdılar. Harika…
Hava alanına dönerken de Güven Hocayla çok sohbet ettik. Konuşmamı accaip çok beğendiğini defalarca dile getirdi. (Arkadaşlar bakın sizler beni susturmaya çalışıyorsunuz ama millet kelimelerime hayran, kıymetimi bilin hee.)
Güven Hoca ile uçaklarımız yarımşar saat ara ile farklı uçuşlardı. Ben dalmışım neredeyse uçağı kaçıracaktım. Uçağa en son ben bindim. Cam kenarına geçmek için koridor tarafında oturan bey bana yol vermek için ayağa kalktığında bana bakarak İngilizce flowersss falan filan bir şeyler dedi. Bir o kelimeyi anladım, çiçekle ilgili bir şey diyormuş, Tabii gerisini anlamadım Arka sırada oturan biri de o ecnebi adamın bana (artık ne dediyse) söylediğine güldü. Sinir oldum oturdum… Beş dakika sonra yanımdaki ithal adam bir diğer sıradaki adama Almanca bir şeyler söylediğini duydum. Sonraaa ben kendisine Almanca bilip bilmediğini sorduğumda, onun meğerse orijinal bir Alman olduğunu öğrendim. Aallaahhhh biz bir başladık muhabbete… (Hıhh arkadaki adama da bu kapak olsun, uyuz anlamadık diye güldü bana, yiyorsa bunları da anlasın göreyim onu.) Alaman kankam bana; bu çiçekler yoksa düğün çiçeği mi? öyleyse mutluluklar demiş… Ne alakaysa. Ben giyinmişim kara kırmızı. Gelinlikli bir halim mi vardı ki.
İş seyahati için burada olan, benim kanka Almanla Türkiye’nin turistik yerlerinden, dünyanın yedi harikalarından (sekizinci ben oluyorum ), ülkelerin sosyal yapılarından, benim ne iş yaptığımdan… falan falan bahsettik. Bana ne iş yaptığımı sorduğunda, önce “yoksa film artisti – sanatçı falan mısınız?” dedi. Hahahaayyy güldüm. Aslına bakarsanız bu arada sizlerin sanal film yıldızıyım ben. Buraya yazıyorum senaryoları, sizde hafızalarınızda oynatıyorsunuz. Senarist ben, oyuncu ben, yönetmen siz… Acaba yüz yüze tanışmadığım kişiler beni kafalarında nasıl canlandırıyorlardır. Keşke resmedebilseydiniz, ben de görebilseydim…
Kankama HIV ile yaşayanlar için çalıştığımı anlattığımda; “yaptığın iş karşısında şapkamı çıkartıyorum” dedi ve dernekçe yaptığımız işleri çok takdir etti… Ve “Afrika’yı biliyoruz oralar çok feci durumda, peki Türkiye’de durum nedir?” diye sordu. Ben ilaca erişimin olduğunu ancak çok fazla dışlanma, damgalanma ve ayrımcılığın olduğunu anlattım. Adam çok şaşırdı ve “eeee buradakiler bunun öyle kolay kolay bulaşmayacağını bilmiyorlar mı?” diye sordu ve tek tek bulaş yollarını, nasıl bulaşmayacağını anlattı. Aaayyy hayran oldum. Alamanın normal vatandaşı bile böyle bilgili ve bilinçli… Hele kurban olam ben böyle bilgili insanlara…
Sonra adamcağız iş seyahatlerini ayın 22’sine kadar tamamlayıp mutlaka evinde olması gerektiğini yoksa karısının ona çok kızacağını söyledi. “Noel ağacının en üstündeki yıldızı yakmak benim görevim. Bunu yapmazsam karım bana çok kızar” dedi. Aayy ne şirin yaaa. Haa bu arada adam 65’lerinde falandı. Sohbetinden çok keyif aldım… Ayy sonra kendime de hayret ettim. Bazen Almanca konuşurken uygun kelimeyi bulamadığımda takılırım. Ama bu sefer tek bir kelime bile takılmadan çan çan konuştum. Sanırım ben karada konuşurken takılıyorum. Havada yabancı dil konuştum mu sorun yok. Yaa şu bizim İngilizce kurslarını havada uçuş halinde mi alsak nee?
Bir Ankara gezimi de böylece tamamlamış oldum. Eve vardığımda topuklarım acıyordu neredeyse. Eeeee güzellik için tüm gün o sivri topukların üzerinde kıvırtırsam böyle olur.
Kıvırtık Kule : )))
Kışın Ortasında / 2006
1. Diş Öyküsü:
PYD olarak, diş etlerinde sorun yaşayan bir danışanımıza da yol – yöntem gösterip, sevkini de aldırıp, İst. Ünv. Diş Hek. Fakültesi’nde işlemlerine başlamasında kolaylaştırıcı olduk…
Sevk alma kısmında ben, bizim şu meşhur sevk-verici-başımızı aradım ve “Okmeydanı’nda tedavi olan + bir arkadaşımıza da yardımcı olup olamayacağını” sordum. “Bir kâğıt yazıp bana yollayın” dedi. “Kart sahibi hamili yakınımdır” hesabı şak bir telefonla işi halloldu. Güzel bir gelişmeydi, sevindik…
2.Diş Öyküsü:
Şu benim kanal tedavilik dişimi hala yaptıramamıştım ya. Almanya’dan döndüğüm hafta Işıl Hanım’dan randevu almak için konservatif bölümünü aradım. Telefona bizim maşhhuuuurrr Hemşire çıktı.
Kule : Merhaba hemşire Hanım, nasılsınız, ben ……… , Işıl Hanım ne zaman uygun olur acaba? Randevu defterine bakar mısınız ltf?
Hemşire : Haaaaa. Teşekkür ederim. Tamam, ben hemen bir bakayım. On dakika sonra tekrar arar mısınız?
Kule : Tamam, ararım. Görüşürüz…
(10 dakika sonra…)
Hemşire : Eeee, …… Hanım, 69 Mart (ne günü gittiğimi siz bilmeyin, atmasyon bir tarih işte ) saat 13.00’e yazıyorum sizi. Gelirken bilmem ne iş hanından iki adet cerrahi önlü…
Kule : Bir dakikaaAAA!!! Ben o önlükleri almak zorunda değilim, almayacağım. Bunu daha önce de konuşmuştuk sizinle. Ben dekan beye de iletmiştim bunu.
Hemşire : Aaağğğooouuu… Şimdi bizim bölümümüzde önlük kalmadı. O zaman önlüklerin gelmesini bekleyeceğiz.
Kule : Tüm hastalarınızın önlük almasını istiyor musunuz? Bu dişimin yapılması için kasım ayından beri, yeteri kadar bekliyorum zaten.
Hemşire : Siz beni 15 dakika sonra tekrar arar mısınız lütfen…
Kule : Olur!
(15 dakika sonra…)
Kule : (Buz gibi bir sesle) Ben ……….. Halledebildiniz mi?
Hemşire : ………. Hanım tamam ben dekan beyle de görüştüm. Önlüğü başka bir servisten temin edeceğiz. Salı günü için randevunuz geçerli.
Kule : Tamam teşekkür ederim. Görüşmek üzere…
Bu konu böyle kapandı sanıyordum ki cuma günü öğlenden önce beni cep telefonumdan Dekan Yardımcısı (şu benim hayran olduğum tonton yanaklı) Prof. Dr. Serdar Çintan aradı. Selam kelam, hal hatır faslından sonra:
Serdar Çintan : Sizin Işıl Hanım’ın bölümünde randevunuz ne
zamandı?
Kule : Martta .
Serdar Çintan : Bir problem oldu mu diye sormak istedim
Kule : Bana tekrar önlük almam gerektiğini söylediler, bende zorunlu olmadığımı ve almayacağımı söyledim. O konuyu dekan beyle de konuştuğumu ve almamam gerektiğini kendisinin de söylediğini belirttim.
Serdar Çintan : Evet geçen gün beni aradılar bu konu için. Bende hiç bir şekilde hastaya malzeme aldırılmayacağını, nasıl hepatitli kişiye bakıyorlarsa, HIV+ kişilere de aynı şekilde bakmaları gerektiğini söyledim. Siz kesinlikle önlük falan almayın, biz başka bir bölümden temin ederiz onları. Bir problem olursa bana gelin ve gelişmelerden de beni lütfen haberdar edin.
Kule : Tamam ederim. İlginiz için çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere…
Böyle kapısını çalabileceğim destekçi ve duyarlı bir insan olamasaydı ne yapardım acaba?
3. Diş Öyküsü:
Aahaaaa… Aynı gün öğleden sonra beni gene fıttırtan bir olay daha vukuu buldu.
Daha önce yarım kalan dolgularım için (kanal tedavim başka bölümde yapılıyor, karıştırmayın) bana 27 Şubat günü verilmişti. O tarihte burada olmayacağım için, Almanya’ya gitmeden dolgu bölümünü aradım ve o günkü randevumu iptal edip, 16 Mart için yeni bir randevu yazdırmıştım. İki gün önceden de arayıp randevumu ve saatimi kontrol ettim. No problemdi yani…
16 Mart Cuma günü geldi çattı ve ben geriye kalan dört dolgumu da tamamlamak üzere fakültenin dördüncü katında, dolgu bölümünde soluğu aldım. Bilgisayar kâğıdımı içeri teslim ettim ve kapının dış bölümünde çağırılmayı bekledim.
İçerideki görevli kız : (Cırtlak bir sesle) ……….. Haannnıımmmmmm…
Kule : (Nağmeli bir sesle ) Buyrun beniiimm…
Görevli kız : Sizin adınız randevu defterinde görünmüyor.
Kule : Nasıl görünmüyor. Benim daha önceki randevum 27 Şubattaydı. O tarihte burada olmayacağım için, telefon edip o günü iptal edip, yenisini almıştım. Yani bugüne randevu aldım. İki gün önce de teyid ettim. Problem yoktu.
Görevli kız : (Asabi bir sesle) Gelin birlikte bakalım deftere, yazmıyor adınız.
Kule : Tamam bakalım… (diyerek ilk muayene odasına girdik ve konuşmaya orada devam etmeye başladık. Oda da yaklaşık olarak beş–altı kişi vardı. İkisi üçü muayene olmak için bekleşen vatandaşlardı, diğerleri de diş hekimi adaylarıydı.)
İşte cinnet geçirdiğim anlar başlıyooooorrr:
Görevli kız : (Azarlayan bir tonda) Bu bilgisayar kâğıdınızın arkasında “özel vaka” yazıyor. Neye bağlı olarak özel vakasınız?
Kule : (Bende bir anda sesimi daha da ciddileştirip, başımı yukarı tutarak ve hafifçe tepeden bakarak) Neye bağlı olduğunu burada herkesin içinde size söylemek zorunda değilim.
Görevli kız : Söylemek zorundasınız. Bizim bunu bilmemiz gerekiyor. Ona göre işlem yapacağız. Sizi normal klinik bölümüne yazmışlar. Sizi oraya alamayız.
Konuşmalar son derece gergin ve yüksek bir ses tonunda gerçekleşiyordu. Odada bulunan herkes o anda bana bakıyor ve özel vaka durumumun neye bağlı olduğunu söylememi bekliyorlardı. Söylemedim…
Sinirlenen Kule : Burada Özel vaka yazıyorsa demek ki bir sebebi var. Neye bağlı olduğunun da hiç bir önemi yok. Adınız ne sizin? Bana buranın dâhilîsini de söyleyin
Görevli kız : Adım ………. !!! Dâhili numara 30 3XX
Kızı çaarrtt diye ikiye ayırmak isteyen Kule: Tamam birazdan tekrar görüşürüz
Hhoooppppp soluğu doğruca Dekanın odasında, Serdar Bey’in yanında aldım. Güzelce beni karşıladıktan sonra, tüm sinirimi yatıştırmaya çalışarak, olanları anlattım. Öfkemi ne kadar bastırmaya çalışsam da sesimde ki çatallaşmayı engelleyemedim.
Serdar Bey, eliyle çenesini ovuşturarak bir kaç dakika düşündükten sonra o dolgu bölümünü aradı:
Serdar Bey : Merhaba ben Serdar Çintan. Randevu günlerini kim ayarlıyor?
Karşı taraf : ………….
Serdar Bey : Bu hafta kim ayarl… bu arada ben kiminle görüşüyorum?
Karşı taraf : ………….
Serdar Bey : Hımmm ………. Hanım… Az önce özel bir hastamız için bir randevu sorunu yaşanmış. Bu hastayı ben de yakinen tanıyorum. Sen henüz hekim olmadığın ve öğrenci olduğun için bilmiyorsun tabii (oooohhh gaccııırrtttt ), tıp etiği ve hastaya yaklaşım açısından kişilere üçüncü şahısların yanında özel vaka durumunu sormamamız gerekiyor. Bazı hastaların daha özel durumları olabilir ve bunu söylemekte zorlanabilirler. Bunu her zaman göz önünde bulundurmak gerekli. Bana şimdi, kim ise, sorumlu asistanı yollar mısın?
(Sorumlu Asistanı beklerken)
Kule : Randevu günü verilişinde bir yanlışlık olmuş olabilir, tamam, ben buna kızmıyorum. Ama …….. Hanım’ın orada tüm insanların içinde beni azarlar gibitanımı açıklamaya mecbur etmesi beni çok rencide etti. Aynı anda odadaki herkes bana baktı, kendimi çırılçıplak kalmış gibi hissettim bir anda. Ben HIV ile son derece barışık yaşayan biriyim…(Serdar Bey “biliyorum” anlamında başını salladı) 100 kişinin içinde de hiç çekinmeden tanımı açıklarım, ama o anda benim yerimde henüz bu virüsün travmasını atlatamamış, kendisiyle barışamamış başka bir + arkadaşım olsaydı ne yapardı acaba? Bir travma daha yaşamış olacaktı.
Serdar Bey : Benim de ana bilim dalı başkanı olduğum Periodontoloji bölümünde bu konuyu çözdük ve hiç sorunsuz götürüyoruz. (Üzgün bir ifadeyle) Ama maalesef ki diğer bölümlerde bu problemi bir türlü aşamıyoruz. Bir de fakülte içinde adım çıktı “Serdar Bey’in yolladığı hastaysa kesin +’dir”diye (bunu söylerken o tontiş yanaklarıyla güldü ) Kendi bölümümde başardığımızı, şimdi tüm fakülte bölümlerinin başındayken o kadar eğitime rağmen yapamıyorum/z (yaaa burada o kadar içten bir özeleştiri yaptı ki…)
Serdar beyle böyle birbirimize dert yanarken, odaya birden koşar adımlarla, neft yağını bolca sürmüş olan sorumlu asistan girdi;
Sorumlu asistan : Buyurun beni çağırtmışsınız hocam?
Serdar Bey : Evet… Sanırım bu haftaki randevularda bir karışıklık olmuş
Sorumlu asistan : Hocam olaydan az önce haberim oldu…
Serdar Bey : Madem sorun yaşanıyor, o zaman “biz bu işi telefonlarla yürütemiyoruz” deyin… … … … diyeeee Serdar Hoca o tatlı sesiyle yumuşak yumuşak çok güzel fırçasını kaydı… Sonra sözlerine devam etti:
Serdar Bey : AIDS Savaşım Derneği’nde uzun yıllar görev aldım ve ben kendim de uzun yıllar + kişileri tedavi ettim (Burada HIV+ kişilere nasıl “normal” davranmaları gerektiğini, hepimizin ve herkesin aynı standartları hak ettiğimizi/ettiğini… vs. gibi açıklayıcı konuşma yaptı), hastamızın özel durumu HIV+, kendisiyle arkadaş gibi olduğumuz için durumunu şu an söylemekte sakınca görmüyorum, benim hastamdır, ayrıca ……. Hanım Pozitif Yaşam Derneği’nde de aktif olarak görev almaktadır. Şimdi birlikte yukarı çıkıp kendisine en yakın tarihe bir randevu vermenizi rica ediyorum. (Bana dönerek) …… Hanım bugün, bu aksilik için kurumumuz adına sizden çok özür diliyoruz… Lütfen sonuçtan beni de haberdar edin…
Ben Serdar Hoca’ya çookk çoookk teşekkür ederek, asistan efendiyi önüme katarak yukarı çıktık… Garibim asistan çocuk da taramalı tüfek gibi başladı konuşmaya:
Asistan Efendi : Beni bekleyen üç hastam var yukarıda, Serdar Hoca çağırınca hastayı bırakıp hemen geldim, aslında ……… Hanım da çok iyidir, o bölüm çok stresli olduğu için gergindi sanırım, bir hafta sürekli orada kaldı mı arkadaşlar psikolojik bunalıma giriyorlar….
Kule : Evet belli oluyor () Tüm bu söyledikleriniz, beni onca insanın içinde zor durumda bırakmasını aklamıyor ve onu haklı konuma da çıkarmıyor…
Yukarı çıkana kadar savunma yaptı : )
Eeehh elbet bir gün İstanbul Diş Hekimliği Fakültesi’nde bir eğitime veya panele konuşmacı olurum ben. O zaman üçüncü kat periodontoloji bölümünü (özellikle de Mavi Kliniği) öve öve bitiremeyeceğim. Diğer bölümlere de okkalı göndermeler yapacağım… Konuşmaya giderken de elimde bir sap kereviz götürmeyi düşünüyorum hediye :)))))
Hele durun bakalım şu 69 Martta kanal tedavim sorunsuz hallolacak mı?
Ayyhh Allah’ım fakülte katlarında in, bin, milleti ispiyonla… Yoruluyorum diyecem ama valla ne hikmetse hhiiçç yorulmuyorum…
Diş Masalcısı Kule : )
Kış devam ediyorken / 2007
Evet sevgili arkadaşlar…
Bu gün nihayettt şu meşhuuurr dişimin kanal tedavisi yapıldı. Yani 69 Mart bu gündü.
Hekim Hanım’ın toplantısı olduğu için beni asistanına yönlendirmiş. Daha önceki hemşirenin ortalık yerde “sizin özel durumunuzdan dolayı cerrahi seti almanız gerekiyor” dediğinde, o gün de yan odadan bir doktora bağırarak “Selçuk Beeyyy… Hani böyle hepatiti falan olanlara bakarken doktorların giydiği önlük setine ne deniyor?” Yakışıklı Doktor Selçuk Bey de: “Tek kullanımlık Cerrahi önlük seti deniyor” dediydi ve beni de şöööle bir süzdüydü. Aha işte bu gün bana bu Selçuk Bey baktı. Yakışıklı ama bir o kadar da buzdolabı. Tip yerinde ama ısı yok…
Hemşiremiz, No Frost Selçuk Bey’e kanal tedavimi yapması için grant tuvalet, cerrahi önlüğünü giydirdi. Önlüğünü rahatça giyebilmek/giydirebilmek için işlem odasının önüne çıktılar. Odacığın duvarları yok, buzlu camlarla kaplı. Sol tarafımda kalan buzlu camın ardında Sayın No Frost’un hazırlanmasını izledim. Hemşire önlüğün arkasını bağlarken üçüncü bir gölge belirdi.
– N’aber Selçuk? Ameliyata mı giriyorsun?
– Kanal tedavi.
– HIV’mi?
– ……… (Konuşmadan başını onaylama anlamında öne arkaya salladı)
Selçuk Bey yanıma odaya girdi. Gölge adam birkaç saniye olduğu yerde duraladıktan sonra yavaşça kapının yanına doğru sokulup bana baktı. Onun kapıya yaklaştığını izlerken yüzümü sağ tarafa doğru çevirdim. Yüzümü görmesini istemediğimi fark ettim bir anda. Neden başımı çevirmiştim ki??? Utanmış mıydım?
Hayır, asıl utanması gereken oydu. İnsan mahremiyetine saygı göstermeyen ve kapının dibine ilişen oydu. Yüzümü geri çevirdim ve adamın yüzüne, gözlerinin tam içine baktım. Aslında“neden bana öyle garip garip bakıyorsunuz? Hiç mi HIV+ bir kişi görmediniz? Çok ilginizi çekiyorsa gelip daha yakından da bakıp inceleyebilirsiniz beni” demeyi düşündüm, ama hemen vazgeçtim. Yoksa yakında fakülteye sokmayacaklar beni.
Gölge adam merakını giderip, benim bir uzaylı gibi görünmediğimi anlayınca gitti. Sonra Sayın No Frost Selçuk ellerine ikinci eldivenleri takarken artık dayanamadım, sordum:
Kule : Bir şey sormak istiyorum. Kendinizi daha güvende hissetmek için mi çift eldiven takıyorsunuz? Güven Hoca her zaman “işlem yaparken çift eldivene hiçbir şekilde gerek yoktur” der.
No Frost : (Vereceği cevap için bir süre düşündü ve sert bir sesle) Hayır! Standart kuralları uyguluyorum sadece.
Peehhhh standart kurallarmış. Yeme de yanında yat. Aksine çift eldiven kullanmak aletleri kavramayı daha da güçleştirdiğinden, üstteki ikinci eldiven kaydığından yaralanma riskini daha da arttırmaktadır. Bu dünyada yapılan birçok araştırmada da kanıtlanmış. Bunları da söyleyecektim de “haddiii neyysseeehhh” dedim içimden. “İşimi bana mı öğreteceksin” diye bozulabilirdi. Hekimlere dışardan fazla gazel okunmaz. Ben de okumadım, sustum : ))) Eeeeehhh konuşma sırası elbet bana da gelecektir bir gün, bekliyorum.
Yes Frost Komik Kule : )))
Eeee hala kış / 2007
Davranış Değişikliği Başlıyor
Arkadaşlarrrrr Diş Fakültesi maceralarıma son sürat devam ediyorum…
Valla oraya her adım attığımda bir şeyler oluyor. Ama bu sefer fıttırtmadılar beni, güzeldi. (Bir iki ayrıntı dışında)
Hani geçen ……… diye bir kız “sizin özel durumunuz neye bağlı” diye kaba bir sesle milletin ortasında bana tanımı sorduğunda cinlenmiş ve soluğu Serdar Hoca’nın odasında almıştım ya ve sonra özür dileyerek bana yeni randevu vermişlerdi ya, aha o gün bu gündü işte…
Öğlen gittim. Gayet güzel karşılandım ve odaya bir tek ben alındım. Odanın kapısı hep kapalı tutuldu ve rahatsız olmayayım diye içeri kimseler alınmadı. Valla bu sefer millet değil ben rahat edeyim diye çok özen gösterdiler. Kliniğin (bana) özel ihtimam için hizaya çekilmiş olduğunu sonradan daha da iyice anlayacaktım.
4 tane daha dişimin dolgusunu gıcır gıcır yapan asistan (kısaca S diyelim) ile ara molalarda sohbet ettik. Garibim hem kendi, hem de yardımcısı kız çift eldiven takmışlar, yetmiyormuş gibi bir de onları bileklerinden bantlamışlardı. Eee neme lazım virüsçükler kollarından içeri yürür falan, Allah muhafaza…
Kule : O kadar kat kat kıyafetlerin içinde sıkılıyor olmalısın .
Asistan S : Evet yaaa, çok terletiyor .
Kule : Çift eldiven mi taktınız? Ayy yazık sizeee, bir de bileklerden bantlamışsın onları .
Asistan S : (Ne diyeceğini bilemedi, ee ne deseler kabahat oluyor)
Kule : Aslında çift eldiven rahat kavramayı engellediğinden, riski arttırıyor
Asistan S : Evet öyle diyorlar hep, doğru.
Kule : Güven Hoca ile birlikte bir panele konuşmacı olarak katılmıştık. (Aman iyi ki katılmışım heee, her yerde de anlatmadan edemiyorum.) Orada harika bir sunum yapmıştı kendisi, çok beğenmiştim. HIV ile Hepatit arasındaki bulaşma farklarından, gerekli standart önlemleri (abartmaya gerek olmadan) aldıktan sonra bulaş risklerinin ne kadar az olduğundan bahsetmişti. Daha birçok çok önemli bilgi aktarmıştı, eminim onları siz de derslerinizde görmüşsünüzdür. Dünyada eline iğne batma kazası ile enfekte olan hiç bir kayıt yok. İğne batma kazaları da en çok, iğnenin ucuna kapağı kapatırken yaşanıyormuş. Aslında gereğinden fazlasını yapmaya hiç gerek bile yok.
Asistan S : Doğru söylüyorsunuz. Virüs çok kısa bir sürede güneş ışığında zaten kendiliğinden ölüyor.
HIV’in bulaş yolları hakkında epeyce bir konuştuk. Asistan S ve yardımcısı kız ilgiyle dinledi. Aslında bildikleri konulardı. Konuşmanın birçok yerinde onlar da doğru bildiklerini anlattıkça çok hoşuma gitti… Afferim aldılar benden
Sonra bir ara Asistan S: Yyaaa geçen ………… Hanım aslında size öyle demek istememiş. (Yuuhhhh sen nereden duydun kardeşim bunu? O gün bu asistan yoktu ki orada. Serdar Bey’in aşağıya çağırttığı başka bir asistandı. Demek ki hepsi aralarında konuşmuş ve olayı anlatmışlardı, duymayan kalmamış yani , S anlatmaya devam ediyor) Burada, özel vaka odasında sadece HIV veya Hepatit bakılmıyor. Öğrencilerin yapamadıkları bazı dişleri biz burada, bu odaya alıp yapıyoruz. Onun için öyle sormuş bulundu…
Kule : Ama her zaman, herkesin önünde, her şey sorulmaz. Hadi tamam sordu bir kere, ben ona “burada herkesin önünde size söylemek zorunda değilim” dememe rağmen, daha da yüksek sesle konuşmaya ve üstelemeye devam etti. Neyse, kapandı o konu, öğrenmiştir artık…
Dolgularımın hepsi bitti derken bir dişimin daha heba olduğunu ve onun da kanal tedavilik olduğu anlaşıldı. Röntgen çektirdikten sonra o dişim için tekrar Yakışıklı Selçuk Bey’in kapısını çalmam gerekiyormuş. Hem ben artık hep Selçuk Bey’in hastası olmak istiyorum. Selçuk Bey’in karşısında nasılsa ağzım otomatik olarak iki metre açılıyor zaten, tedavi de kolay oluyor.
Ben paltomu aldım ve özel vaka odasının önüne çıktım. Özel vaka odası, diğer öğrencilerin oturduğu bir oda ile karşı karşıya. Röntgen kâğıdı yazmak için başka bir odaya giden AsistanS‘yi koridorda beklemeye koyuldum. Tam o sırada özel vaka odasına başka bir erkek öğrenci girecekken, karşı odadan telaşlı bir kız sesi duyuldu:
– O odaya girmeeee!!! Virüslüüü… !!!
Erkek öğrenci anında duraladı ve iri iri açtığı gözleri bana baktı. Azrail yoklamış gibi olduğu yüzünden belliydi. Ben sakince gülümsedim ve kızı işaret ederek, elimle ‘deli’ işareti yaptım. Çocuk da bana bakarak gülümsedi ve yürüdü.
Peehhh! Virüslüymüşümmm… Benim vürüslerime kurban olsunlarrr…
Sonra kağıtları hazırlayan asistan S yanıma geldi ve ödemeyi yapmam için beni …………. Hanım’ın yanına götürdü…
Kız inanılmaz nazikti….
Valla yedikleri fırça çok iyi gelmiş onlara. Hepsi mum gibiydi. Bana makbuzu yazdı ve gitmem gereken vezneyi tarif etti. Ben en alt kattaki vezneye ödemeyi yapıp, dördüncü kata sevk kâğıdımı almak için geri geldiğimde:
Görevli Kız : …….. Hanım siz bana yine kızacaksınız ama…
Kule : (Müşfik bir abla edasıyla) Hayırdır?
Görevli Kız : Tabiii benim hatam. Kâğıdınızın arkasında iki tane daha işlem yazılıymış, ben çevirip bakmadım. Onları eklemeyi unutmuşum.
Kule : Olsun, sorun değil. Şimdi yazarsan çıkarken öderim.
Mumm… Valla mum…
Aahh aahhh, keşke tüm dik kuyruk sağlık çalışanlarını da böyle hale getirebilsek… Mum olmalarına gerek yok aslında. İşlerini düzgün yapsınlar yeter. Sadece HIV+ kişilere de değil. Tüm insanlara hak ettikleri hizmeti verseler… Ütopik bir istek ama olsun, isteyenin bir yüzü kara, vermeyenin… ne olsun diyeyim.
Arkadaşlar bu bölümde de artık kankalarımız var… Üç tanesi garanti, ölümüne kankaaaa… Eeee yavaş yavaş tüm katları fethedeceğiz… Diş falan neresi gerekiyorsa sorunsuz doldurturuz.
Dolgucu Kule : ))
Baharı karşılıyorken / 2007
Bugün hem röntgen çektirmek hem de Serdar Hoca’ya teşekkür etmek için artık ikinci adresim olan Diş Fakültesi’ndeydim.
Röntgenciye bolca poz verdikten sonra , PYD ve HIV ile yaşayanlar adına bir teşekkür mektubu yazarak, elimde çikolatamla Serdar Hoca’nın kapısını çaldım. Bu sefer yaşadığım bir ihlal nedeniyle gitmediğim için çok mutluydum. Kendisine mektubu ve çikolatayı uzatırken gözleri doldu ve çok duygulandı
Serdar Hoca : Bunlara hiç gerek yok, gerçekten. Biz aslında fazladan bir şey yapmıyoruz. Sadece olması gerekeni yapıyoruz, o kadar.
Kule : Olur mu hocam, sizlerin desteği çok değerli .
Serdar Hoca : Beni gerçekten çok duygulandırdınız, çok teşekkür ederim. Diş işlemleriniz nasıl gidiyor?
Kule : İyi gidiyor. Geçen Salı kanal tedavim yapıldı, Cuma da dolgularım tamamlandı. Şimdi bir kanal tedavim daha yapılacak, onun için tekrar Selçuk Bey’le görüşeceğim.
Serdar Hoca : Tedavilerinizi kimler yaptı? Bir problem olmadı değil mi?
Kule : Selçuk ve S ilgilendi. (Serdar Hoca bu isimleri bir kâğıda not aldı, işlerini iyi yaptıkları için teşekkür edecekmiş.) Yok hiçbir problem yaşamadık.
Haaa o öğrenci kızın “orası virüslü girmeee!!!” diye çığırdığını da anlattım (ispiyonlamazsam çatlarım )
Haa bir de Serdar Hoca şu benim meşhur hemşire için “biz onunla sonradan oturup konuştuk”dedi. Belli konuşulduğu, kadıncağız feci ötesi nazik
Kule : S ile arada bayağı bir sohbet de ettik. Çift eldivenle aslında riski daha da arttırdığından, HIV’in bulaş ve bulaşmama yollarından konuştuk. Yazık çocuk kat kat giyinmekten ter içinde kalmıştı.
Serdar Hoca : Aslında sizin böyle çocuklarla sohbet etmeniz çok yararlı olacaktır. Biz burada bir eğitim düzenlesek ve sizin tedavinizi yapan hekimler hakkında konuşsanız, nasıl olur?
Kule : Tabii olur hocam, info adresimize resmi bir davette bulunursanız seve seve katılırız.
İlk karşıladığında bir şey içip içmeyeceğimi sormuştu, bende almayacağımı söylemiştim. Çikolatasını açtı ve bana da bir tane ikram etti Sonra “bir tane de kahvenin yanında ikram edeyim size, birer kahve içelim ne dersiniz?” dedi. Ben çok vaktini almak istemediğim için önce reddetmiştim ama kahveyi de feci severim yani… İyi geldi…
Kahvelerimizin höpürtüsü eşliğinde:
Serdar Hoca: Peki nasıl bu kadar güçlü olabiliyorsunuz?
Benim yazmaktan bıkmadığım ama sanırım sizlerin okumaktan bıktığı şeyleri Serdar Hoca’ya da anlattım. İşte kendimizi karanlığa değil, aydınlığa çevirmemiz gerektiğini, yaşamlarımızda acı veren olayların elbette olabileceğini ama bu üzüntü ve kederli zamanı aylarca – yıllarca değil daha kısa bir sürede aşıp hayatımıza devam etmemiz gerektiğini… vs. vs.
Sözlerimdeki doğruluk paylarını keşfetmenin mutluluğu ile yüzünde tatlı bir gülümseme yayıldı.
Serdar Hoca : Bizim burada bir oturum yapalım, ben ayarlayayım bunu, size de mail atayım. (Eliyle yine çenesini ovuşturarak ) Ama nasıl yapsak da katılımı geniş sağlasak?..
Kule : Ben zaten bu tür konuşmalara katıldığımda ekstra bir hazırlık yapmıyorum, doğaçlama konuşuyorum, etkili oluyor. Yalnız, herhangi bir kayıt cihazı veya fotoğraf olmaması gerekiyor. O konuda biraz hassas davranıyoruz.
Serdar Hoca : Yok yokkk, ne isim ne de başka bir şey söylemeyiz. Bir +’in tedavi sürecini değerlendirmesi gibi bir şey söyleyebiliriz. Ben bir toparlayayım, yazar yollarım size.
Valla ben size dememiş miydim? Şu İstanbul Ünv. Diş Hekimliği Fakültesi’nde elbet bir konuşma/panel olur ben de konuşmacı olarak giderim demiştim… Hah işte fırsat. Aalllaaaahhhh orada bir döktürürüm artık… Hodri meydan.
Fakülte girişine benim heykelimi dikecekler yakında.
Sonra dördüncü kata randevu almak için Selçuk Bey’in yanına gittim. Randevulaştık.
Güzel ve çok anlamlı bir ziyaret yapan Kule
Hala baharı karşılıyorken / 2007
Aradan çok zaman geçmedi ki fakültede beşinci sınıflara yönelik bir farkındalık yaratmak amacıyla oturum gerçekleştirdik. Çok güzel geri bildirimler aldık. Beni en etkileyen cümle: “Ben tüm bunları mezun olmama bir ay kala mı öğrenecektim?” oldu.
Artık sevgili asistanlarım tedavilerimi yaparken tek eldiven taktıklarını görüyorum. Çok da takdir ediyorum. Kollarını da bantlamıyorlar…
Fakülte içerisinde dolaşırken artık daha çok kişi ile selamlaşıyorum. Hele oturumdan sonra, ışıl ışıl gözleri ile yanıma gelip hatırımı soranların sayısı daha da çoğaldı…
Yolu o tarafa düşen olursa, asılması için götürdüğüm “Yanlış biliyoruz” bilgilendirme kampanyamızın posterlerini tüm fakültenin girişlerinde asılı olduğunu görebilir. Ben girip çıktıkça öğrencilerin durup, özellikle okuduklarını görüyorum. Bu da beni çok mutlu ediyor…
Daha çok kişiye ulaşmak, doğru bilgilendirip, bilinçlendirmek dileğiyle…