İki sene önce aileme artık hayvansal ürün yemediğimi söylediğim zaman telefonda önce bir sessizlik oldu. Akıllarından “Bu da nerden çıktı şimdi?” cümlesinin geçtiğinden adım gibi emindim. Bir şey söylemek istiyorlardı ama bir türlü konuya giremiyorlardı. Bir yandan Noel yemeklerinin bundan sonra nasıl geçeceğini bilemedikleri için ne yapacaklarını düşünüyorlar, bir yandan da sağlıkla ilgili bir yığın sorular oluşuyordu kafalarında. E haklılar tabi, hemen her doktordan senelerce duydukları “Süt için, yoğurt peynir yiyin yoksa kemik erimesi olur” ya da ” Et ve yumurta yiyin yeterli proteini alın”, kızlarının yeni yaşam tarzının tam tersi öğütlerdi. Hal böyle olunca her anne babanın vereceği tepkiyi verdiler: ” Ama neden?”…

Arkadaşlarıma durumu söylediğimde karşılaştığım tepkiler benzerdi: “Vegan ne yahu?”, “Veganlar B12 vitamini eksikliği çeker dikkat et”, “Proteini nerden alacaksın?”, “Hiç mi canın et çekmiyor?”, “Şimdi rakı-balık olayına da mı giremeyeceğiz?”, “Ama neden?”… Peki nedir bu kadar tepki gösterilesi, korkulası veganizm? Bir insan neden “mis gibi et” yemekten vazgeçer?

İnsanlar yemek tercihlerine göre çeşitli gruplara ayrılır. En iyi bilinen grup vejetaryenlerdir. Vejetaryenler et, tavuk ve balık tüketmeyenlere verilen genel isimdir. Bu grup kendi içinde de farklı alt kategorilere ayrılır: Et, tavuk, balık ve yumurta yemeyen ama süt ürünleri yiyenler lakto vejetaryen; et, tavuk, balık ve süt ürünleri yemeyen ama yumurta yiyenler övo vejetaryen; et ve tavuk yemeyen ama balık, süt ürünleri ve yumurta yiyenlere peşça vejetaryen olarak adlandırılıyor. Veganlar ise bu grup içinde en katı olan, kesinlikle hiçbir hayvansal ürün (et, balık, tavuk, süt ürünleri, yumurta, bal) yemeyen, tekstilde, mobilyada, makyaj malzemelerinde vs. kesinlikle hayvansal ürünler kullanmayan ve sirk, yunus parkları, hayvanat bahçeleri gibi hayvanların kullanıldığı yerlere de gitmeyen kişilerdir. Konvansiyonel bir hayat süren çoğumuzun aklına gelecek ilk şey, vejetaryen veya vegan, neden insanların hayatlarında bu gibi “zorluklar” çıkarttığı ya da “kısıtlamalar” getirdiğidir. Aslında bunun birden fazla nedeni olabilir. Öncelikle tüketim alanında çalışan bir araştırmacı olarak şunu belirteyim. Bir nesneyi tüketmenin bir nedeni vardı: DEĞER. Dört farklı değer vardır: Kullanım değeri, mübadele değeri, sembolik değer ve simge değeri. Buna göre yemek yemeyi örnek alırsak, bir insan şu nedenle yemek yer: 1) Gerekli vitaminleri mineralleri almak için (ama bu genelde herkes için doymaktır, 2) Ev yapımı ürünler yemek artı değer katar 3) Ben küçükken annem hep elmalı kurabiye yapardı onun için elmalı kurabiye yemek benim için önemli 4) Her İzmirli midye dolmayı çok sever onun için ben de İzmirli olarak mıdye dolma yerim. İşte bu örneklerden yola çıkarsak, herhangi bir şeyi yememenin bu değerlerle alakası vardır. Bu uzun parantezden sonra veganizme geri dönersek, bir kişinin vegan olmasında dört neden vardır: 1) etik 2) sağlık 3) çevre 4) din

En yaygın nedenler ise etik ve çevredir. Şöyle ki, hayvan katliamına dahil olmamak, hayanlar üzerinden para kazanılmasına izin vermemek, daha fazla tarım yaparak çevre kirliliğini azaltmak; ayrıca hayvansal ürünler yemeyerek insan sağlığını korumak… İşte veganizmin özeti budur.

Peki benim için veganizm nedir? “Ama neden?” sorusunun cevabı nedir? Bana göre veganizm bir dindir. Din sözcüğü Arapça kökenli olup, “yol, hüküm, mükafat” anlamlarında kullanılır. Genel anlamda ise dini, doğaüstü, kutsal ve ahlaki öğeler taşıyan, çeşitli ayın, uygulama, değer ve kurumlara sahip inançlar ve ibadetler bütünü (www.tr.wikipedia.org) olarak tanımlayabiliriz. Evet, veganizm benim için bir inanç ve ibadet. Bu inanca göre, dünyada insanlar, hayvanlar, bitkiler, yani bütün varlıklar birlikte yaşıyoruz ve dünyayı paylaşıyoruz. Yani hepimiz earthling, yani dünyalıyız, faniyiz. Kimsenin bir diğerinden üstünlüğü yoktur ya da bir ayrıcalığı olamaz. Kimse kimsenin akıbetine karar veremez. Bu şekilde ben etik olarak hayvanlara ve doğaya saygılı ve sevgili, sağlık açısından da kendime saygılı ve sevgili davranmış oluyorum. Yani benim için veganizm semboliktir: Her tabakta gördüğüm et, öldürülmüş bir hayvanın vücudunun bir parçasıdır. Her peynir, ineğin, keçinin yavrusundan çalınarak alınan sütle yapılmıştır. Veganizm benim inancıma göre en güzel ibadettir çünkü bütün dinler içerisinden biraz öğrenmek şansına sahip olduğum iki dinin (Hristiyanlık, Müslümanlık) de temel öğretisi budur: iyi bir insan olmak. Bana göre iyi bir insan hayvanlara dolaylı ya da dolaysız zarar veremez. Allah’ın da kimseye hayvanları öldürmeyi farz kıldığına inanmıyorum ve aksine bunun, insanların dini kendi amaçlarına göre manipüle etmelerinin en güzel örneklerinden olduğuna inanıyorum. Bana göre iyi bir insan kendi kişisel zevklerini diğer canlıların ve çevrenin önünde tutamaz. Ben de babamla birlikte zevkle yediğim balığı, kalamarı karidesi özlüyorum. Ama ben bunları babamla birlikte geçirdiğim zamanla özdeşleştirmemeyi öğrendim. Çünkü biliyorum ki yanlış avlanmalar, “modern” makinalarla avlanmalar yüzünden ekosistemi bozduk. Yazın yapılan mangal partilerinde hiçbir hayvana zarar vermeden zevk almayı öğrendim. Birlikte olmaktan, hayvansal ürünler tüketmeden de zevk almayı öğrendim.

Bana göre iyi bir insan, çocuğuna kediyi köpeği sevmeyi öğretirken, kuzuyu tavuğu yemeyi öğretemez. Evinde beslediği balığa her gün yem vermeyi öğretirken, denizden çıkan balığı yemeği öğretemez. Bu beyaz insanları siyah insanlardan üstün tutmayı öğretmekle aynı seviyededir, bir nevi ırkçılıktır.

Herkes için sevgi ve saygı; işte bu yüzden veganizm benim hayat felsefem, dini inancım ve yaşama amacımdır.

Küçüklüğümden beri hayvanları hep çok sevdim. Yoldan geçerken yavru oğlaklar gördüğümüzde sevinç çığlıkları atardım, anneannem de beni kızdırmak için ” Ay bunun eti de bir güzel olur, çıtır çıtır…” derdi, çok üzülürdüm. Bazen yediğim balığın içinden yumurta çıkardı, bir kere olsun ağzıma sürmedim; hep söylenirdim “Bunu bıraksalar yavrular doğacakmış” diye. Hayatımda hiç kokoreç, işkembe, kelle, paça, dalak, böbrek gibi hayvanların bilumum organlarını yemedim, yiyemedim. Bana hep ters geldi. Tadı kötü olduğu için mi? Tabi ki hayır; eminim ki o kadar baharatlarla soslarla piştikten sonra çok lezzetli oluyordur. Ama bir hayvanın organlarını yemeyi zihnim hiç kabullenemedi. Yani olay benim için hiç kullanım değerinde değildi, hep sembolik oldu.

16-17 yaşlarında annemle babama vejetaryen olmak istediğimi söyledim. “Kesinlikle olmaz büyüme çağındasın et yemen lazım” dediler. Peki dedim madem doktor amcalar da annemle babam da bunu söylüyor, biraz daha bekleyeyim. 18 yaşıma bastığım gün tamam dedim artık yemiyorum. Ama sanırım o zaman biraz çocukça, alt yapısı hazır olmadan girişmişim bu konuya. 6 ay sonra üniversitede tekrar et yemeye başladım; o zamanki küçük aklımla bulunduğum arkadaş çevresinin bunu gerektirdiğini düşündüm. Yani bir nevi sosyal baskıyı önleme çabası. Zaten hepimizin arzusu bir gruba dahil olmak değil midir? Benim de dahil olmak istediğim grubun normlarının dışındaydı vejetaryenlik. Ama yine de hep tavşan, bildirçin, vs yemekten kaçındım. Şimdi düşünüyorum da ne kadar saçmalamışım; oğlakla kedi, danayla at, tavukla köpek, balıkla kuzu, tavşanla bildirçin arasında ne fark var ki ?! Hepsi birer canlı; hepsi hepimiz gibi bu dünyada yaşayan ve yaşama hakkı olan varlıklar. İnsanoğlu ne de olsa her zaman işine geldiği gibi davranır; “Ben öldürmedim ki!”, “Ay anlatma bana nasıl kesildiklerini yoksa yiyemem”, “Ya evet çok üzülüyorum ben de ama ne yapayım tadı çok güzel”, “E ama bunları yemezsem protein eksikliği, vitamin eksikliği sorunları çıkar”, “Doğanın kanunu bu, besin zinciri denilen birşey var”… sonu gelmeyen normelleştirme, meşrulaştırma gayretlerine, ben de bir şekilde kendimce bazı hayvanları, yine sembolik değer açısından, yemeyerek iştirak etmişim.

Bu arada benim çocukluğumdan beri üstesinden gelmeye çalıştığım bir kilo problemim vardı. Bronşiyel astım nedeniyle gördüğüm kortizon tedavisi çok şişman bir çocukluk geçirmeme neden oldu. İlkokul çağlarındaki dışlanmalar, haince edilen alaylar, travmatik bir dönemin ardından sürekli bir kilo verme isteği yarattı bende. Ortaokul lise döneminde her ne kadar normal, yani sağlıklı kilo seviyelerine geldiysem de kendimi hiçbir zaman “yeteri kadar” zayıf hissetmedim. Bu yüzden de sürekli sağdan soldan duyduğum diyetlerin peşinden kostüm. Üç sene önce Fransa’da çok meşhur olan Dukan diyetiyle tanıştım bir arkadaşım sayesinde (aslında yüzünden desem daha doğru olacak). Yüksek protein tüketimine dayalı olan bu diyetin aslında 4 ayrı aşaması vardır. Birinci aşamada vücut şoka uğratılır ve meyve sebze tüketimi yasaklanır ve sadece hayvansal ürünler ve yulaf kullanılır. Daha sonraki aşamalarda yavaş yavaş meyve ve sebze ilave edilir ve en son kilo sabitleme aşamasına gelindiğinde normal yeme biçimine gelinir. Yeme bozukluğu yaşayan birisi olarak yaklaşık bir sene boyunca sadece birinci seviyede yüksek proteinli bir beslenme ile istediğim kiloya geldim. Bu rejime başlamadan önce de zaten 36 bedendim ve rejimin sonunda 34 bedene indim. Rejimin sonu aslında şans eseri tanıştığım birinin sayesinde geldi. Eğer onunla tanışmasaydım muhtemelen bugün çağımızda bilinen kanser, kalp sorunları, kemik erimesi, artırıt vs gibi birçok hastalığa yakalanacaktım.

İki sene önce pazarlama dersi verdiğim üniversitelerden birinde dersine yeni girmeye başladığım bir öğrencim bana vegan olduğunu, hatta aslında çığ beslendiğini ve ait olduğu gruba fruitaryen dendiğini anlattı. Tüketim açısından çok ilgimi çekti tabi ama en önemlisi de öğrencimin triathlon sporuyla ilgilenmesi ve ciddi ciddi müsabakalara katılmasıydı. Yani bu şekilde beslenen birisi nasıl olur da “yeterli protein” alabilir, yeterli enerji alabilir? Ben de o zaman fitness eğitmenliği yapmaya başlamıştım ve bu nedenle kendisinden daha fazla bilgi edinmek istedim. Şimdi çok yakın arkadaş olduğum bu öğrencim bana bütün hayatını anlattı: Eskiden nasıl yediğini, şimdi nasıl yediğini, neden bu seçimi yaptığını, sporuna olan etkilerini… Uzunca bir sohbetten sonra aklımda bir sürü soruyla eve geldim. Bu arada bana earthlings isminde bir belgeselden de bahsetti ve kesinlikle izlemem gerektiğini söyledi. Bununla birlikte de veganizm ve çığ beslenmekle ilgili bir sürü doküman verdi. Çok büyük bir ilgi ve merakla başladım bunları okumaya; yavaş yavaş doktorlardan, medyadan, ailelerimizden öğrendiğimiz bilgilerin yanlış olduğunu gördüm. Ve okuduklarım mantıklı geldi. Örneğin atların, gorillerin et yemedikleri halde kaşlı ve güçlü olmaları benim için inanılmaz bir gerçek. Sonra bilimsel olarak yapılan açıklamalar ve kanıtlar ağzımı açık bıraktı.

Konu bu denli ilgimi çekince bunun üzerine bir araştırma yapıp makale yazmaya karar verdim. Tüketim üzerine araştırma yaparken en sık kullandığım yöntemlerden bir tanesi etnografi. Bu yöntemde araştırmacı, uzunca bir süre çalıştığı grubun kültürüne göre yaşar ve bu grubu gözlemler, birebir mülakatlar yapar, vs. Bu anlamda, öğrencimin anlattığı gibi yemeye başladım, yani tamamen vegan çığ beslenme biçimine geçtim. 2 haftanın sonunda başka biri olmuştum ve araştırma isteğim benim kendimi bulmama vesile oldu! Yani o 1 sene boyunca sadece hayvansal ürünler yiyen, tanıyamadığım, ne yaptığını anlayamadığım Celina gitti, yerine yaşama ve kendine saygılı ve sevecen bir Celina geldi. Çok da hoşgeldi! Zaten en sevdiği yemekler zeytinyağlılar olan, meyve yemeden yaşamayan birisi nasıl olur da başka bir türlü beslenebilirdi ki! Üzerine bir de “Earthlings” belgeselini seyredince, bütün bu hislerim ve bakış açım pekişmiş oldu. Kısaca evcil hayvan, yemek, giyim, eğlence ve bilim olmak üzere 5 farklı sektörde insanların hayvanlara nasıl davrandığını anlatan “Earthlings”, kesinlikle herkesin izlemesi gereken bir başyapıt. Eminim birçoğunuzun düşünceleri bu sayede değişebilir.

Benim bu geçirdiğim transformasyon, bir sonraki yazının konusu: Çiğ beslenme ve fruitaryenlik. Ama sizi çok merakta bırakmamak için şöyle özetleyebilirim: Kusursuz bir cilt, çabuk ve sağlıklı uzayan tırnaklar ve saçlar, sağlıklı verilen ve geri alınmayan kilo, kaybedilen selülitler, günde 6-7 saat antrenman yapabilecek kadar yeterli ve kaliteli enerji, terin kokusuz olması, ve belki de en önemlisi kimseye zarar vermemenin verdiği mutluluk, iki senedir hayatımdaki avantajlar!

Aklınıza gelebilecek soruların en başında, benim daha önce vejetaryenliği bırakmama neden olan sosyal baskı vardır herhalde. Etrafımda hemen herkes “normal” hayat tarzını devam ettirirken ben nasıl oluyor da bu şekilde yaşayabiliyorum? İstek, motivasyon ve merhamet duygusu… bunlar anahtar kelimeler. İki senede hayatımda edindiğim tecrübeleri hiçbir şeye değişmem. Senelerce sadece hayvansal ürünlerle beslenmiş eşim vejetaryen olmaya karar verdi. Ailem gittikçe daha az et, tavuk ve balık yiyor. İş yerinde arkadaşlarım benimle birlikte daha çok meyve ve sebze yemeğe başladılar ve herkes beslenmesini bir kere daha gözden geçiriyor. En önemlisi de benim ne kadar sağlıklı ve enerjik olduğumu ve istikrarlı bir şekilde böyle yaşamaya devam ettiğimi gören herkes kendisini daha fazla sorgulamaya başlıyor.

Restoranda yemek de sorun değil. Hemen her yerde en azından salata var, ya da kibarlıkla sorunca her yerde mönüde olmasa bile bize göre bir şeyler hazırlanabiliyor. Bunun dışında sürekli gittiğimiz ve rahat rahat yemek yiyebildiğimiz yerler var. Arkadaş ve aile toplantılarında da durumu çok güzel idare ediyoruz. Beni evine yemeğe davet herkes nasıl beslendiğimi bildiği için vegan yemekler yapıyor. Benim evime gelen herkes evimde peynir haricinde hayvansal ürünler kullanılmadığını bildiği için vegan yemekler yemek için geliyor. Sebzeli sushi, sebze köftesi, sebzeli makarna risotto… Taze sebze meyve… Herkesin hayatına biraz tazelik katabildiğim için çok mutluyum! En önemlisi de herkesin kafasında soru işaretleri yarattığım ve herkes için sevgi ve saygı mesajını etrafıma yayabildiğim için çok mutluyum. Eminim ki birilerinin hayatında değişimi başlattım ve er ya da geç doğru zaman geldiğinde bu değişim kendisini gösterecek.

Celina Stamboli-Rodriguez