Ben Kule… Yani Kizkulesiii… Adım bu… Buna sahne adım diyorum ben… Hani burada çoğu kişi gerçek adını kullanmıyor ya… İşte bende daha havalı olsun diye aşık olduğum Kız Kulesi nickini kullanıyorum. Ama dikkat edin benimkinin sonunda  3 ‘İ‘var : ))))

Beni tanıdınız… Şimdi gelelim bu gün bu harfleri neden burada yan yana dizdiğime…

İlk Ankara’da gördüm onu… Ben işim gereği gitmiştim, tanıştık. O da bugün işi için İstanbul’a geldi, buluştuk… Bu gün 2. buluşmamdı onunla…

İstanbul – Taxim İstiklal – Mado –  ikimiz ve tabaklarımızda ki dondurmalar…

Sadece yüzü değil gözlerinin içi de gülüyordu… Ne de güzeldi…

Öyle masum bir yüzü vardı ki …

İlk tanıştığım an çok söze gerek kalmadan kaynaştık. Yaşamlarımızı açtık, birbirimize sarılan kollarımız gibi…

 

derKi’de yazısını okuduğum, o bahsettiği sanal hayatı yaşamış kızın o olduğuna inanamadım bir an.  Hayatla böylesi büyük kavgası olan masum yürekli küçük kız. Küçük dediğime bakmayın, yaşamdan payını almış, heybesini omzuna atmış, artık ileriye doğru emin adımlarla yolunda yürüyen genç ve güçlü bir kadın o…

Adını hepimiz Birsen Obirben olarak biliyor, onu böyle tanıyoruz. Ben gerçek adını biliyorum ama asla size söylemem…  : ))))

O kadar çok sormak istediklerim vardı ki ona …

Sardığı bir otun dumanını ciğerlerine çekişini veya kafa yapıcı bir hapı boğazından geçirip uçuşunu beklediği zamanlarını sormak istiyordum? Esas o beyaz zehri damarlarına boşaldığı anlarını ve iğneyi nasıl damarına sokmayı becerebilme cesaretini kendinde bulduğunu öğrenmek, onu anlamak istiyordum…

Bir el ve sivri bir iğne ile yaşamın nasıl harcanabildiğini?

Hangi boyutta yaşıyorlardı onlar… Onlar… Onlar başkaları mıydı ki birden farklı  gezegenden gelmişler gibi bahsediyordum… Hayır onlar bizim içimizdeydi, bizdendi. Kimi belki komşumuz, arkadaşımız, akrabamız … ya da … ya da kendi etimiz – canımız – kanımız olan çocuklarımızdı …

Hiç uzakta değildiler…

Özellikle ergen dönemindeki gençlerdi onlar… bizim gençlerimiz… her şeyi en çok merak ettiğimiz, denemek ve öğrenmek istediğimiz dönemlerdir, hepimiz biliriz o yaşları….  O zamanlar dünyayı kendimize duyduğumuz sonsuz güven ve güçle değiştirebileceğimizi düşünmez miydik? Kötülere karşı duran en cesur kahramanlardık…

O yaşlarda bizim için kötüler kimdi? Hakimler mi? Yargıçlar mı? Polisler mi? Teröristler mi? Yoksa başkaları mıydı? Kötüler;  ana – babamızın – ailemizin ta kendisiydi. Öyle düşünüyordu çoğumuz… Çünkü o zamanlar bizi anlamazlar, hep kısıtlarlar, dinlemezler, hiçbir konuda fikrimizi sormazlardı. Böyle hissederdik. Oysa ki kendilerince bizi korumaya çalışıyorlardı. Aslında çoğu kez haklıydılar da..

Onlar gençtiler, heyecanlıydılar…anlaşılmak, önemsenmek ve kendilerinin kabul edildiğini bilmek istiyorlardı.  Dinlenilmek değil DUYULMAK istiyorlardı… Kavgaları ne kendileriyle, ne de hayatlaydı, davaları yanlış işleyen sistemdi… Bunu değiştiremedikleri için kendileri değişiyordu. Ama kendilerini tıpkı bozuk o sistem gibi değiştirdiklerini ne yazık ki fark edemiyorlardı…

İşte bugün Birsen’den  sanal mutluluğu tadanların, yani sisteme ve kötülere kendilerini ispat etmeye çalışanların yaşamlarını dinledim,  tanıdım, öğrendim. Birsen tüm uyuşturucu maddeleri kullanmış ve ölümle burun buruna geleceği o kavşağı dönmeden dümdüz hayata doğru rotasını son anda belirlemiş.

Yaşamlarımız bozuk para değil ki harcayalım…

Birsen ile ilk tanışmamızdan sonra piyasanın en eskisi olan “Eroin” adlı romanı edindim ve hararetle okumaya başladım. “Bu bir roman değil, Christiane F.’nin kelimesi kelimesine gerçek, yaşanmış tüyler ürpertici öyküsü… Bu kitabı oluşturan anılarını anlattığında Christiane 16 yaşındaydı. 12 yaşında esrara, 13 yaşında eroine başlamıştı. Müptela oldu. Sabah okula gitti, öğlenden sonra kendisi gibi  eroinman olan arkadaşlarıyla birlikte fahişelik yaparak eroin parası kazandı. Annesi tam 2 yıl, kızının bu ikili yaşantısını fark etmedi. Christiane, kendisini uyuşturucu kullanmaya iten rahatsızlıklarını, tepkilerini ve çocukluktan genç kızlığa geçme çağında bir eroinman olarak yaşadıklarını tüm ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştı bu kitapta.” diyordu romanın en arka sayfasında.

Okudukça korkuya kapıldım çünkü benimde 14 yaşında bir kızım var. Kızımı öyle şeyler yaparken hayal ettim. Ceset gibi olmuş bembeyaz yüzünde sadece elindeki malı damarlara boşaltma telaşıyla, pisliğin ve leş kokusunun hakim olduğu bir kenefte krize girmiş, elleri titrediği için damarını bulamıyor ve morluklarla dolu koluna ucu körelmiş bir iğneyi defalarca batırıp çıkartırken düşündüm… yada daha körpecik bedenine sırf eroin parasını kazanabilmek için sapık ve hasta ruhlu kocamış erkeklerin el sürdüğünü… dehşet içinde kalıyordum okudukça. Oğlum olsaydı da değişmezdi korkum, çünkü kitapta da küçük yaştaki erkek çocukların da eroin parası kazanmak için başka erkeklerle birlikte olduğu yazıyordu…

Artık kızıma daha sıkı ve sıcak sarılıyorum. Onu daha çok dinliyor ve DUYUYORUM…

Romanda okuduklarım Birsen’in yaşadıkları değil Christian’nin yaşantısıydı. Karıştırmayın haa… Söylediğim gibi Birsen, Christian gibi kavşağı dönmemiş,  tam gaz hayata devam etmiş. Birsen’in yaptığı artık çok daha güzel işleri var. Yoga ile profesyonel olarak ilgileniyor , ders veriyor, hayatını anlamlandırıyor ve zenginleştiriyor… Hayatı, gülen o güzel yüzü gibi artık, aydınlık. O zoru başarmış ve kanını bedenini zehirleyen o sanal maddelerden kurtulmuş… arınmış… Zoru başarmış… Kocaman bir BRAAAVVVOOO ona…

Sohbet ederken çok güzel ve anlamlı bir cümle kurdu, duyduğum an beynime ruhuma kazındı bu kelimeler;

“Kendine derinleşip, hayata yükselmek…”

Yazısını okuduktan sonra aklıma takılan sorularımı sıralamış, bitirmiştim. Gerçi  ben sormadan o bana tüm şeffaflığıyla yaşadıklarını anlatmıştı… Şimdi sorma sırası onda, anlatma sırası da bendeydi… Benim yaşantımın kırılma noktasını biliyordu, çünkü derKi’nin bir önceki sayısında yayınlanan “+’lı Yaşam” ‘ı okumuş, hikayemi öğrenmişti. Okuduktan sonra gelip bana sımsıkı sarılmış “senin yaşadıkların hiç kolay değil, herkesin kaldıramayacağı şeyler bunlar” demişti. Çok içten, samimi ve sıcak bir sarılmaydı bu…

Evet ben Ocak 2005’ten beri +’lı yaşıyorum. “+” işareti her zaman olumlu bir şeyleri simgeler değil mi? Ama her zaman değil : ))) Ben bir HIV+’im. Yani damarlarımda AIDS’e yol açan virüsü taşıyorum.

Heeeyyyyy dikkat edin sadece taşıyorum dedim, AIDS’im demedim. Bu iki kavram çok farklı. HIV vücuda girdikten sonra çok uzun yıllar hiçbir bulgu vermeden gizlenebilir ve yıllar sonra fırsatçı enfeksiyonlar eşliğinde baş gösterir. İşte bu dönemde tedavi almazsanız zamanla AIDS oluyorsunuz. Yani uzun sözün kısası virüsü baskılayan haplarınızı yutmazsanız işte esas o zaman hapı yutmuş oluyorsunuz : )))))

Bana tanı konan an neler hissettiğimi, yaşadığım acıları bir önceki sayıda okuyabilirsiniz. Zordu gerçekten kolay zamanlar yaşamadım. Ammaaaaaaa…. Bu hayatın sonu asla değildi, aksine bazen Allah’ın beni özel olarak seçtiğine bile inanıyorum. : ) O kadar fiziksel acıları bana, diğer HIV+ kişilerin neler yaşadığını anlamam için yaşattı. Şimdi yeni kurulan “Pozitif Yaşam Derneği” ’nde aktif olarak, yaşanan hak ihlalleri, ayrımcılık, damgalanma ve dışlanma konularında savunuculuk yapıyorum. Yeni tanı konmuş, desteğe ve dayanışmaya ihtiyacı olan diğer + kişilere omuz vermeye çalışıyorum.

Birsen ile saatlerin nasıl geçtiğini anlamadım. Sanırım telefon gelmeseydi biz sabaha kadar konuşabilirdik : )

Tabaklarımızda ki yaşam kadar tatlı ve renkli dondurmaları kaşıklarken  bir an düşündüm;

Biz… yaşamlarında büyük depremler görmüş bu iki kadın, yüreklerinde açılan koca yarıklara rağmen, tüm olanları geride bırakmayı başarabilmiş, yaşanan her şeye rağmen yine de hayatın güzelliklerinden ve dört elle kavrayarak sımsıkı tutmak gerektiğinden bahsediyorduk…

İkimizde umut doluyduk / doluyuz… Mutlu oldum…

Birsen ile beni bir araya getiren ortak mesele aslında KAN’dı… Damarlarımızda ki kanın yaşantılarımıza getirdiği hikayeler… O kanındaki “eroini” anlattı, ben “HIV”i…

İkimizin de kanı zehirlenmişti,  ama arada farklılıklar vardı…

O bunu bilerek aldı, ben bilmeyerek…

O bu zehirden kurtulabilirdi / kurtuldu,

Ben kurtulmak isterdim / kurtulamam…

Sohbetimizin sonunda Birsen’de HIV testi yaptırmaya karar verdi. Bu düşüncesinden ötürü onu ayakta alkışlıyorum.

Arkadaşlar içinizde gönüllü olarak gidip bu testi yaptırmak isteyenler var mı? Size yaptırmanızı şiddetle öneririm. Çünkü eğer bunun taşıyıcısıysanız, benim gibi fiziksel acılar çekmeden size tanı konabilir ve tedavinizi alabilirsiniz. HIV grup arkadaşlarımızın arasında bu virüsü taşıyıp, henüz ilaç tedavisine başlamayanlar da var. Bu virüs hayatınızı bitirmiyor, bazı alanlarda accık kısıtlıyor o kadar. Aslında kısıtlamak da değil, doğru olanı ve gerekeni yapmaya yönlendiriyor. Sizlere bir arkadaş, dost, abla… (ne derseniz deyin işte) olarak sesleniyorum. Asla ve aslaaaaaa korunmasız ilişkiye girmeyin. Eşinize veya partnerinize ne kadar güvenirseniz güvenin… Mutlaka kondom kullanın, önleminizi alın, pişman olmayın…

Bu arada “Sen kendine bak… Dikkat etseydin de almasaydın !!!” diyenleriniz olabilir. Bu virüs bana boşandığım eşimin yadigarı. Yani HIV, ben her şeyden habersiz bir ev kadınıyken buldu beni… Aslında biz +’ler virüsün vücutlarımıza nasıl girdiğini değil, girmiş olduğunu önemsiyoruz.

Şimdi benim bu virüsü eski eşimden almış olmam, beni sizlerin – toplumun önünde daha mı masum, daha mı namuslu, daha mı ahlaklı kılıyor… ?

Ben bunu yaşadığım bir ilişkimden de alabilirdim veya dişçiden. Manikür yaptırırken, hatta dövme ve piersingden de alına bilinir… Bu virüsün nasıl alındığı önemli değil…

Topluma göre HIV/ AIDS günah insanlarının (çok eşli = kadın + erkek ile  sex yaşayan, damar içi madde kullanan, sex çalışanlarının) bir hastalığı,  çağın vebası olarak biliniyor. YANLIIIŞŞŞŞŞ… çok YANLIIŞŞŞŞ…

Bu virüsü kimse kendisine uzak zannetmesin… Bu bulaş yollarının yanı sıra bir çok ev kadını da dışarıda başka kadın veya erkekle birlikte olan kocalırından alabiliyorlar.

Hiçbir HIV taşıyıcısı Günah insanı değildir…

Bunlar ister avukat, ister ev kadını olsun… veya  mühendis,  sex çalışanı, polis, gey, imam,  travesti,  bakkal,  yazar, devlet bakanı , sanatçı olsun…  Hiç fark etmez… Yeter ki insan olsun…

İnsanlar her ne olursa olsun, her ne iş yaparlarsa yapsınlar, her şeyden önce İNSANDIR…

Bu arada hemen kısacık bir bilgi de vereyim size: HIV’in sadece bulaş yolu korunmasız ilişki değildir…

HIV’in olası geçiş yolları şunlardır:

o        Cinsel ilişki yoluyla: HIV enfeksiyonunun en yaygın geçiş şekli cinsel temas yoluyla olmaktadır. Buradaki cinsel temasla kastedilen; vajinal, anal, oral, heteroseksüel-homoseksüel-biseksüel her tipte ilişkiyi kapsamaktadır.

o        Kan ve kan ürünleriyle: İçinde virüs bulunduran kan, kan ürünleri veya doku ve organ nakilleriyle geçiş olabilmektedir. Damar içi uyuşturucu kullananlardaki ortak enjektör kullanımı da kan alışverişine neden olabileceğinden olası bir geçiş yoludur. Kan ve kan ürünleriyle geçiş, sağlık personelinin de virüsle karşılaşma yollarından biridir.

o        Anneden bebeğe: HIV, virüsü taşıyan anne tarafından gebeliğin her döneminde, doğum sırasında ve gebelik sonrası emzirme yoluyla bebeğe geçebilmektedir.

HIV geçişine neden olmayan durumlar:

HIV,

– Dokunmak, sarılmak, el sıkışmak ve sosyal öpüşmekle,

– Aynı yere oturmak, aynı yerde yatmak, aynı yerde hava solumak, aynı havuza-saunaya girmekle, aynı banyoda yıkanmakla, aynı tuvaleti ve aynı sabunu kullanmakla,

Aynı çatal, bıçak ve kaşığı kullanmakla, aynı tabaktan yemek yemek ve aynı bardaktan içecek içmekle,

Aynı giysileri giymekle, aynı telefonu kullanmakla, aynı toplu taşıma araçlarında bulunmakla, aynı yerde spor yapmakla,

Böcek ısırıkları (sivrisinek vb.) ve diğer hayvanlar yoluyla,

Gözyaşı, ter, idrar, dışkı, aksırık ve öksürük yoluyla bulaşmamaktadır.

İş arkadaşınızı, okul arkadaşınızı, komşunuzu, eşinizi, sevgilinizi ya da HIV taşıyıcısı olduğunu bildiğiniz herhangi bir insanı, yukarıda bahsedilenler doğrultusunda HIV nedeniyle dışlamanız için hiçbir neden yoktur !

* Sevgili Hasan Çeliktaş ‘SONSUZ’ Birsen’i tanımama ve hayatıma kazandırdığın için sana ayrıca çok teşekkür ederim…

Hepinize güneşin parlak ışıkları gibi güzel ve aydınlık günler diliyorum…

Bu linkteki ilk yazı bana ait… ‘Anne – Ç.K – 32’ Yazıyor yaaaa, gruptaki arkadaşlarım Ç.K’nın açılımının Çirkin Kule olduğunu söylüyor : )))))

https://www.derki.com/sayfalar14/tepe2.html

 
Bu linkte de Pozitif Yaşam Derneği’nin bilgilerine ulaşabilirsiniz…

http://www.pozitifyasam.org/

 

Birsen Obirben’in yazıları :

Sanal Mutluluk Ecstacy         : https://www.derki.com/indexbirinci.html

Sentetik Mutluluk                 : https://www.derki.com/sayfalar9/uyusturucu.html

Kızkulesiii