Zaman beklediğimden çok daha hızlı akıverdi ve bir de baktım ki doğuma birkaç hafta kalmış. Beklenmeyen bir durumla karşılaşmazsak, sadece beş hafta sonra minicik kızım kollarımda olacak. Bir yandan sabırsızlanıyorum, bir yandan da bu kadar sabırsızlanmanın içimde bir şeyleri tetikleyip erken doğuma yol açması fikrinden ürküyorum. Her şey, hayatımda belki de hiç olmadığı kadar “yerli yerinde”, düzgün ve uyumlu gitmeli. Bu “her şeyi yoluna koyma” titizliği bende bir parça takıntı haline geldi ve birkaç kez detaylar içinde boğulma tehlikesiyle yüz yüze geldim. Bu yazıyı yazmaktaki amacım hamileliğimin şimdiye kadarki kısmında edindiğim tecrübeleri, biriktirdiğim püf noktalarını ve hatta yanlışlarımı aktarmak. Bunu yaparken bazen hekim, bazen iş kadını, ama çoğu zaman sadece anne (adayı?) olarak yazacağım sanırım.
Önerilere evet, ama korkutanlara hayır.
Hamile kaldığımı öğrendiğim ilk haftalarda çevremdeki birçok kişi beni her gördüklerinde kendilerine veya başkalarına ait düşük hikayelerini anlatmayı iş edindiler. Bunu iyi niyetle yaptıklarını biliyordum. Ama eğer amaç benim kıssadan hisse çıkartmamdan ibaret idiyse detaylara girip bebeklerini düşürdükleri dönemdeki halet-i ruhiyelerini tasvir etmelerine hiç gerek yoktu. Etkilenmemek mümkün değildi. En sonunda net bir şekilde tavrımı ortaya koydum ve bu tip konular açmaya niyetlenenlere bunları dinlemenin beni kötü etkilediğini söyleyip onları susturdum.
Doktorum daha ilk randevumda beni uyarmıştı: “Erkeklerde askerlik dönemi neyse, kadınlarda da hamilelik ve doğum odur. Bir erkek gider bir sene askerlik yapar, ömrü billah askerlik anılarını anlatır. Kadın ise birkaç saat sancı çekip doğurur, yıllarca anlata anlata bitiremez. Aman kızım, uzak dur bu hikayelerden.” O vakte kadar bolca askerlik anısı dinlemiştim ama hiçbir kadın gelip de bana doğum hikayesi anlatmamıştı. Meğer işin rengi farklıymış. Kadınlar, doğum hikayelerini sadece hamilelere anlatırlarmış. Hem de sadece kendi hikayelerini değil, kendilerine anlatılan hikayeleri de anlatıyorlar.
Tedbirli Olmak Yeterli, Pimpirikli Olmaya Gerek Yok
Hamilelik esnasında kadının yaşam tarzında değiştirmesi gereken şeyler, alması gereken önlemler var. Bunlardan aklıma gelenleri aşağıda sıralayacağım:
– Uçakta ve arabada emniyet kemerinin altına bir yastık yerleştirerek ani bir fren veya sarsıntı olduğu takdirde kemerin karnımıza ileteceği darbeyi minimuma indirebiliriz. Ben hamileliğimin başından beri arabamda küçük bir yastık bulunduruyorum. Uçakta ise tüm yastıklar bitmeden erken davranıp hostesten bir tane istemek gerekiyor.
– Ev hayvanlarını uzaklaştırmaya hiç gerek yok. Bizim kedinin tüm aşıları tamam ve bebekliğinden bu yana hiç sokağa çıkmadı. Şimdi 14 aylık. Kedilerden insana bulaşabilen ve hamilelerde düşüğe veya sakat doğumlara yol açabilen “Toksoplazma” adlı bir kan paraziti var. Aslında, hamile kalmaya karar vermeden 3 ay önce benim toksoplazma aşısı yaptırmam gerekiyordu. Ama bizim bebişin zamanlaması biraz sürpriz oldu ve beni hazırlıksız yakaladı. Bu konuyu hem çocuk doktorlarıyla, hem gittiğim kadın doğum uzmanıyla, hem de kedimin veterineriyle konuştum ve hepsi de aynı yönde konuştular: Aşıları tam olduktan ve sokağa çıkmadıktan sonra sorun yok. Yani, toksoplazma tehlikesini bertaraf ettik. Bu arada, sokak hayvanlarını kucaklama huyumdan da vazgeçtim elbette.
– Ben küçüklüğümde kızamıkçık (rubella) geçirmediğim için hamile kalmadan en az 3 ay önce rubella aşısı olmalıydım. Hamileyken bu hastalığı kapmak çok tehlikeli. Bu yüzden hamileliğim boyunca küçük çocuklardan ve hastanelerin çocuk servislerinden uzak durdum.
Hamilelere Yönelik Yayınlar
Ben piyasada ne var ne yoksa toparladım. Süreli yayınlar arasında benim favorim Parents. Gerçekten çok güzel bir dergi. “Anne Bebek” ve “Bebeğim ve Biz” dergilerini de takip ediyorum. İçlerinde ileriki yıllarda da ihtiyaç duyacağım bilgiler olduğu için hepsini saklıyorum. Yakında bir külliyat olacak.
Kitap olarak ise ilk önce Kağan Kocatepe’nin 9 ay 10 gün adlı kitabını aldım. Ordan epey faydalandım. Say Yayınları’nın üç ciltlik serisini edindim. İlk ciltte hamilelik hafta hafta anlatılıyor. Hem annedeki, hem de bebişteki tüm gelişmeleri ordan takip etmek mümkün. İkinci cilt, bebek bakımıyla ilgili. Üçüncüsü ise çocuk bakımı üzerine. Anneyle çok güzel empati kuran, okuyucunun kafasındaki soruyu kestirip anında cevaplandıran kitaplar. Gerçi biraz pahalı bir seri, ama bence değer.
İştah Durumları
Ben maalesef hiç aşermedim. “Maalesef” diyorum çünkü gecenin bir yarısı eşimi dürtüp kış ortasında çilek aramaya göndermek çok keyifli olacaktı. Aşermediğim gibi, bulantım da pek olmadı. Kısacası, nazlı bir hamile değilim. 8 ayımı tamamlamış olmama rağmen hala sağa sola koşturuyorum, araba kullanıyorum, evin tüm günlük ihtiyaçlarıyla ilgileniyorum ve halimden hiç şikayetçi değilim. Tüm bunlara rağmen nasıl becerdiysem 16 kilo aldım, ama hala hantallaşmadım. Sanırım o hantallık ve ağırlaşma durumları biraz da ruh haliyle ilişkili. Oflaya puflaya köşe yastığı gibi uzanma fikri bana korkunç geliyor. Bu hakkımı son bir haftaya saklıyorum.
Hamileliğim boyunca hiç aşermedim diyorum ama, yeme zevkim değişti. Tavuktan nefret eder oldum. Eskiden hiç meyve yemeyen ben, her türlü meyveyi keyifle yer hale geldim. Sebze yemeklerini zaten hep severdim, daha da bir düşkün oldum. Canım et istememesine rağmen haftada bir kendimi biraz zorlayarak yedim. Eskiden tatlı sevmezdim, hatta acıdan ve ekşiden hoşlanırdım. Ama hamileliğim boyunca tabağımdaki hiçbir tatlıyı artırmadım ve bir gün olsun acı veya ekşi istemedi canım. Belki hiçbir şeye aşermedim ama açıkça görüldüğü gibi yeme içme alışkanlığım tamamen değişti. Sonra da neden çok kilo aldım diye hayıflanıyorum. Hep o tatlılar yüzünden!
Bebek Odası ve Renkler
Birkaç gün önce Defne’nin mobilyaları geldi. Karamel tonlarında cici mi cici, ama alabildiğine unisex bir oda takımı aldık. Duvar kağıtları ve bordürde ise sarı fon üzerinde minik bir prensin maceralarını anlatan resimler var. Saint-Exupery’nin Küçük Prens’ine benziyor ama o değil. Yine de bizim kız daha bebek yaşlarından Küçük Prens ile tanışacak.
Gerek odanın dekorasyonunda, gerekse ona aldığımız kıyafetlerde pembeye pek fazla yer vermedik. Kız çocuklarını pembeye, oğlanları maviye şartlandırmak bence doğru değil. Ben küçük bir çocukken en sevdiğim renk maviydi. Bakalım kızım hangi renge eğilim gösterecek…
Anne Karnında İletişim
Bebekler anne karnında 25. haftada duymaya başlıyorlar. Zaman geçtikçe sesleri de ayırt etmeye ve öğrenmeye koyuluyorlar. Günde iki saatten fazla bir süreyi trafikte geçirdiğim için kızıma bol bol müzik dinletme vaktim oldu. Defne muhtemelen Pink Martini’nin her iki albümünü de ezberledi. Doğumdan sonraki dönemde her ağladığında PM’den bir parça dinletip sakinleştirmeyi deneyeceğim. Bakalım işe yarayacak mı?
Şaka bir yana, son bir iki haftadır babasının sesine tepki vermeye başladı. Başta tesadüf sandık ama her denememizde aynı sonucu alınca epey sevindik. Eşim karnıma yaklaşıp onunla konuşmaya başlayınca Defne coşup tekmeler ve yumruklar savurmaya başlıyor. O kadar çok hareket ediyor ki dışarıdan karnımın tuhaf hareketleri kıyafetlerin üzerinden bile çok net gözlemlenebiliyor.
İçimde biri var. Çok garip, çok güzel bir duygu bu. Ellerimi karnımın üzerinde dolaştırıp onunla konuşmaya, ona aklıma o an gelen bir sürü şeyi anlatmaya doyamıyorum. Hele bir de içeriden yanıt (!) geldiğinde gözlerim doluveriyor… O minik, tatlı yaratık kimbilir neler hissediyor, kimbilir dünyayı nasıl algılıyor… Son doktor kontrolünde ultrasonda bir baktık, başparmağını emiyor. Sonra da parmağını çekip ağzını açıp kapamaya başladı. Yüzü bir an için çok netti. Sonra bulanıklaştı. Çok değil, sadece beş hafta sonra onu kucaklamış olacağım. Sonra, bambaşka bir sayfa açılacak hayatımda. Değişip başka biri olacağım yavaş yavaş. Hayatı algılayışım, değer yargılarım, duruşum farklılaşacak belki de. Biliyorum. Biraz korkuyorum. Ama istiyorum.