Elimde en sağdaki iki penceresi dakikalardır pembe olan bir gebelik testiyle eşimin işyerine gittiğim o akşamın üzerinden henüz 3 ay dahi geçmedi. Bir Salı akşamı, mesai arkadaşları çoktan dağılmış, bizimkisi bilgisayarının başında harıl harıl çalışıyordu. Yoldan telefon açıp bir bahane uydurdum ve beni işyerinde beklemesini, onu da alıp annemlere geçme niyetinde olduğumu söyledim. Fazla kurcalamadı, hiçbir şeyden şüphelenmedi. Ben ofisten içeri girdiğimde geldiğimi dahi fark etmeyecek kadar işine dalmış buldum onu. Masasına yaklaştım ve önüne testi bıraktım. Aldı, önce şaşkın şaşkın teste, sonra da kafasını kaldırıp bana baktı ve sordu: “Bu… Ne demek ki şimdi?” Ne demek olduğunu bal gibi biliyordu, son bir aydır en az 3-4 tane testi beraber yorumlamıştık. Cevap vermedim, sadece gülümsedim. Afallamış bir ifadeyle ayağa kalktı, bana sımsıkı sarıldı ve öylece kalakaldık.
İki gün sonra bayramdı ve biz tüm bayramı İstanbul’da geçirme niyetindeydik. Ama ailelerimize telefon açıp işyerlerimizden izin aldığımızı ve ertesi sabah erkenden şehir dışına tatile gideceğimizi, bu yüzden o akşam acilen onlarla bayramlaşmamız gerektiğini söyledik. Utanmadan tüm aile büyüklerini akşamın bir vaktinde annemlerin evinde toplanmaya ikna ettik, ama hiç kolay olmadı. Binds’e uğrayıp üzerinde bebek bibloları olan pembe ve mavi çikolatalarla dolu bir kutu hazırlattık ve annemlerin evine gittik. Herkes orda toplandıktan sonra sözde bayram şekeri niyetine herkese bebekli çikolatalardan ikram ettik. İnsanlar önce olan bitene bir anlam veremediler ve ambalajın ne kadar da sempatik olduğunu söyleyip durdular. Ama biz anlamlı anlamlı gülmeye başlayınca, ilk önce dayım duruma uyandı. “Anlasanıza!”, dedi. “Bu sıpalar sizce neden gecenin bir vakti bizi toplayıp üzeri bebekli çikolata veriyorlar?” Bunun üzerine herkes çığlık çığlığa bağırmaya ve birbirlerine sarılmaya başladılar. Keşke yanımızda video kameramız olsaydı ve o anı görüntüleyebilseydik.
Hamile olduğumu öğrendiğim ve bunu en sevdiğim insanlarla paylaştığım o ilk günü hayatım boyunca unutamam herhalde. Ama garip olan bir şey var. Çok sevinmekle birlikte, aslında bir yanım tutuk, donuk ve aptallaşmıştı. Bunu eşimle konuştuğumda, onun da aynı ruh halinde olduğunu öğrendim. Çok istenen ve uzun süredir hayali kurulan bir olay gerçek olmuştu, ama nedense ikimiz de dolu dolu sevinemiyorduk. Sonraları, hemen hemen her anne bana adayının bu ruh haline girdiklerini, bunun çok normal olduğunu öğrendim. Öyle garip bir şey ki, yaptığınız bir idrar testi size hamile olduğunuzu söylüyor, ama siz bunu doğrulayacak hiçbir şey hissetmiyorsunuz. Birkaç gün sonra bir hastaneye gidip ultrasona girdim. Ultrason çıktısını elime verirken doktor şöyle dedi: “Henüz bebeğin sadece kesesi gözüküyor, kendisi gözükmüyor dahi… En fazla 4 haftalık bir hamilelik bu.” Simsiyah bir nokta olarak gözüken o keseye uzun uzun baktım ve onun içinde bir yerlerde toplu iğne başı kadar bir yaratığın büyümekte olduğunu hayal etmeye çalıştım. Hayal etmesi kolaydı. Zor olan, bunu içten hissetmekti. Beceremedim zaten. Bana hala her şey bir rüya veya bir şaka gibi geliyordu.
Sonraki haftalarda bende bazı değişiklikler başladı. Eskiden hiç meyve yemeyen ben, severek meyve yemeye başladım. Anne olacağımı öğrendiğim gün sigarayı zaten bırakmıştım. Hem de artık sigara tiksintisi öyle bir boyuta gelmişti ki televizyondaki birinin elinde görsem dahi bakamaz hale gelmiştim. Gariptir, eskiden günde 4-5 kupadan aşağı kahve içmeden günü geçiremeyen ben, kahveden de müthiş soğudum, hatta o güzelim (?) kokusu dahi rahatsız ediyor. Bir de, ilk haftalardan itibaren bir mide bulantısı peydah oldu. Ama işin garibi, beklenenin aksine sabahları değil, akşamları bulandı midem. Neyse ki çok şiddetli değildi. Tüm bu değişiklikleri keyifle izledim, içimde bir bebek olduğunu hala hissedemiyor olsam da, bu değişimleri onun varlığının kanıtı olarak algıladım ve sevdim. Her şey bir yana, en çok aşermediğime üzülüyorum. Gecenin bir vakti çilek krizine girip çevremde fır dönen eşimi seyretmek çok keyifli olacaktı. Ama ben uyumlu bir hamileyim, ya da karnımda uyumlu bir bebek taşıyorum sanırım. Tuhaf bir aşerme yöntemi benimsedim. Akşamları işten eve gelirken buzdolabında o akşam neler olduğunu, ne pişirebileceğimi düşünüyorum. Diyelim ki evde sadece makarna ve bir parça kıyma var, kıymalı makarna pişirmeye karar veriyorum. İşte o andan itibaren –kesinlikle daha önce değil- canım ölesiye kıymalı makarna istemeye başlıyor, kendimi mutfağa zor atıyorum. Buna uyumlu aşerme denmez de ne denir?
Şu sıralar 4. ayım bitmek üzere. Sırt ağrılarım başladı. Nasıl becerdiysem şimdiden 6 kg aldım ve hamile kıyafetleri giymeye başladım. Biraz gözüm korkmuyor değil. Yediklerime dikkat etmeye çalışıyorum.
11-14. haftalar arasında yapılması gereken bir test vardı, birkaç hafta önce onu yaptırdık. İleri düzey ultrason incelemesi de bu testin bir parçası. Rutin kontrollerimde doktorumun kullandığı ultrasonografi cihazından çok daha detaylı görüntü verebilen bir cihazla çekildi ultrason. İşte ilk defa orada bebeği o kadar detaylı görme şansım oldu. Henüz 12 haftalıktı ama basbayağı bir insandı ekranda gözüken. Elleri ve ayakları kıpır kıpırdı. Arada sırada tekme atıyordu fakat ben hiçbir şey hissetmiyordum. Bir de, tarifi çok güç ve seyretmesi çok komik bir hareket yaptı durdu: Doktor probun ucuyla karnımı dürtükledikçe bizimki kurbağalama yüzer gibi çırpındı durdu. Eşim ve ben hala durup durup onu taklit ediyoruz ve gülmekten karnımıza ağrılar giriyor.
Hamileliğin başından beri demir kullanıyorum. İlk 3 ay bitene kadar fazladan folik asit de kullandım. Buna rağmen, 3 hafta önce yaptırdığım kan testinde ciddi sayılabilecek bir anemi ortaya çıktı. Tipik bir demir eksikliği anemisi. İşin ilginci, demir bağlama ve demir seviyelerim normal. Demek ki, hamilelikten önce ciddi bir anemim varmış ve şu anda demir kullandığım için düzeliyor. Ama demir kullanmak da hiç kolay değil. Aç karnına ve sadece suyla almak gerekiyor, aksi halde demir emilemiyor. En az yarım saat hiçbir şey yememeli. İşin kötüsü, demir insanın midesini bulandırıyor ve bir şeyler atıştırma ihtiyacı hissediliyor. Buna da bir çözüm bulduk. Sabahları saati kalkacağım saatten bir saat öncesine kurup o saatte demirimi içip tekrar uyuyorum. Böylece o zor dakikalar uykuda geçip gidiyor.
Hamilelik ve embriyonun gelişimi ile ilgili birçok kitap arasından ben Dr. Kağan Kocatepe’ninkini seçtim. Oradan bebeğin hangi haftada hangi organlarının geliştiğini takip etmek çok keyifli oluyor. Örneğin, 12. haftadan itibaren tat alabilmeye başladı. İçinde bulunduğu keseyi dolduran amnios sıvısı benim yiyip içtiğim şeylere göre tat değiştiriyormuş. Bunu öğrendim ya, çocuğun tat duyusu gelişsin diye habire değişik tatta şeyler yiyorum. Sonra da kilo alıyorum diye ağlaşıp duruyorum. Çok komik. Bu tip kitapları alıp okumak güzel olmasına güzel de, tehlikeli bir tarafı da yok değil. Mesela ben, kitaptan bakıyorum ve filanca haftada bebeğin boyunun falanca olması gerektiğini görüyorum. Ama bana yapılan ultrasonda bebek çok daha kısa çıkıyor. Ben de başlıyorum ağlamaya… Bu anlattığım şey gerçekten oldu. İşin kötüsü, kitabın yazarı şu tip ifadeler kullanıyor: “Bu haftanın sonunda bebeğinizin boyu tamı tamına 7 cm.” Yahu, bunun bir alt ve üst sınırı olması gerekir. “Tamı tamına” çok iddialı bir ifade. Hamilelik döneminde kadınlar gerçekten de anlamsız yere çok hassas oluyorlar ve bebeklerinin gelişimiyle ilgili bir tereddüt kadar onları üzecek bir şey olamaz. Ben yapı olarak vesveseli bilmezdim kendimi, ama bir süredir çok detaylı düşünür oldum.
4 gün önce çok yakın arkadaşlarımızın bebeği oldu. Bugün onlara bebek ziyaretine gittik. İnanılmaz güzellikte bir kız bebekle karşıladılar bizi. Kapkara saçlar, kapkara çekik gözler ve kıpkırmızı yanaklarıyla Petek bizim aklımızı başımızdan aldı. Onun annesinin memesine yapışan dudakları, uykusunda birdenbire tüm yüzüne yayılan gülümseyişi, birileri onunla konuşurken ciddi ciddi karşısındakinin suratına bakışı gözümün önünden gitmiyor. Yeni anne ve baba olmuş arkadaşlarımıza kafamızda ne var ne yoksa sorduk, yanıtlarını aldık. İçimde bir bebek olduğunu hala hissedemediğimi ve bu yüzden ona sevgi duymaya başlamadığımı, bundan suçluluk duyduğumu anlattım. Arkadaşım da aynı şeyleri yaşamış, ta ki Petek 7 ayı geçip de tekme atmaya başlayana dek… O zaman tüm duyguları allak bullak olmuş ve içinde bir şeyler yerli yerine oturmaya başlamış. Hele ki bir de doğurup onu kucağına alınca, tüm dünyası değişmiş. Sanırım bende de benzer şekilde olacak. Şimdilik hala sadece anlamsızca kilo alıyormuş gibi hissediyorum. Sadece ultrasona girip onu gördüğüm o kısacık anlarda içimde bir şeyler kopuyor, gözlerim doluyor. Etkisi en fazla bir gün sürüyor ve sonra yine onun varlığını hissetmenin nasıl bir şey olduğunu unutuveriyorum.
Bebeğimizin cinsiyeti hala belli değil. Birkaç gün sonra gideceğimiz kontrolde belki belli olur. Biz her iki cinsiyetten de isimler düşünüyoruz ama hiçbir isim beğenemedik şimdiye dek. Ben “Ada”yı çok severdim eskiden, bir kızım olsa adına kesin Ada koyma niyetindeydim. Ama ne hikmetse, televizyon dizilerinden birindeki bebeğin adı Ada olduktan sonra bu isimde bir patlama yaşandı. Bakıyorum da, sağımız solumuz Ada oldu bu aralar. Ben de vazgeçtim. İşimiz hakikaten zor. Eşimin ve benim kriterlerimiz farklı. Bence ı,ş veya ğ içermeyen bir isim olmalı. Hatta mümkünse ö, ü ve ç de içermesin. Ama sevgili eşim kendimizi bununla kısıtlamamızı doğru bulmuyor. Öte yandan ben bazı eski isimleri çok seviyorum, ama eşim muhakkak modern bir isim olması taraftarı. İkimiz de, sık rastlanmayan bir isim olması konusunda hemfikiriz. Benim için ismin müzikalitesi daha önemli, eşim için anlamı ön planda. Her türlü öneriye müthiş ihtiyacımız var. Sık rastlanmayan ve kulağa hoş gelen isimler arıyoruz. Önerilerinizi derKi adresime yollarsanız çok sevinirim.
Bebek Eylül sonunda dünyaya gelecek. Şimdilik, Terazi olacakmış gibi duruyor. Hamileliğin en son dönemlerini en sıcak havalarda geçireceğimi bilmek biraz gözümü korkutsa da, bir sonraki yaza velet yeterince büyümüş olacağı için onu da alıp tatile gidebileceğimi düşünüp seviniyorum. Zaten, her şeyi iyiye yormaya çalışıyorum. Her durumun içindeki avantajı bulmayı deniyorum. Yoksa gerçekten de gözümü korkutabilecek çok şey var.
Evimizdeki bir tanecik kedimiz Prenses’in kim ne derse desin bizimle yaşamaya devam etmesini istiyoruz. Ama tüy ve hijyen sorununa sağlam bir çözüm bulmalıyız. Bebeğin odasına Prenses kesinlikle girmemeli. Asıl sorun, Prenses’in tüylerinin bulaştığı kıyafetlerimizle bebeği kucağımıza alamayacak olmamız. Beni daha da tedirgin eden bir ihtimal var ki o da Prenses’in bebeği kıskanması. Bana değilse de eşime çok düşkün ve evde olduğu zamanlarda onun peşinden ayrılmıyor. Eşim de ona bir o kadar düşkün. Umarım bebek kıskançlığa neden olmaz. Prenses neticede bir Siyam kedisi ve bazen çok vahşileşebiliyor.
Doğumu düşünmek için henüz epey erken. Aksini gerektirecek bir durum olmadığı takdirde normal yoldan doğurmak isterim. Bu yüzden bana zor doğum hikâyeleri anlatmaya başlayanların yanından hemen kaçıyorum. Umarım her şey yolunda gider, ama korkmuyor da değilim. Hem çok ağrı çekmekten, hem de bir komplikasyon gelişip bebeği tehdit etmesi ihtimalinden korkuyorum. Bunlar aklıma geldiği anda köpeğimin yaptığı doğumu düşünüp rahatlıyorum. Kendi başına beş tane yavruyu çıkartıp zarlarını temizledi, plasentalarını yedi ve onları anında emzirmeye koyuldu. Doğadaki tüm memeliler bunu yapabiliyor. Uzak akrabalarımıza gitmeye gerek yok, insanlar da binlerce yıl boyunca normal yoldan doğurmuşlar. En sağlıksı çoğu zaman en doğal olanı değil mi zaten? İyi hoş da, ben yine de korkuyorum… Sanırım bu da doğal.
Önümüzdeki aylarda bir veya iki tane daha yazı yazmak istiyorum ilerleyen dönemlerde yaşadıklarımla ilgili. Özellikle doğumdan sonra, doğumu anlatan bir yazı yazmayı çok istiyorum. Hamilelikle ilgili bu ilk yazım sanırım biraz içsel oldu, daha ziyade duygularımı anlattım. Bundan sonraki yazılarımda hamilelikle ilgili pratik bilgiler vermek ve anne (adayı) kimliğimin yanına doktor kimliğimi de eklemek fena olmayabilir. O zamana kadar durumu biraz daha hazmedebilirsem belki de bir önceki cümledeki parantezi içindekiyle beraber yok edebilirim. Ben bir anneyim. Anneyim. Anneyim… Anneyim… Öyle miyim?