“Dr. Mehmet Öz’ün Sağlık Show”unu izleyen herkes bilir ki programı canlı olarak seyretmeye gelenler stüdyoya çıkıp sorusunu sorma potansiyeline sahiptir. Benim gördüğüm bu soruların pek de duyulması olağan, her gün karşılaştığımız cinsten konular olmadığı. Bir kısmı sorulamayacak kadar utanç verici veya bir diğer bölümü hakikaten “Dr Öz ben gözümü mıncıklayıp mıncıklayıp içinden sümüksü bir madde çıkarıyorum, normal mi?” gibi akla gelmeyecek türden…
Ben orada olsam ve bir şekilde soru sorabilsem; “Çocuklarla sosyalleşmenin aşırı stresli, karı koca görüşmelerinin sıkıcı olduğunu düşündüğüm için; bana kalsa çocuklarla veya çiftler olarak zamanımı hiç bu konulara harcamam. Normal miyim doktor?” derdim.
Bir kısım insana göre “Aaaaaa ne ayıpppp, olur mu canım öyle şey?! E o zaman hiç görüşülmesin!” tepkisine gark olacağımın bilincinde olsam da çocuklu sosyalleşme, başkasının evinde kalma, yaşama, tatil yapma mantığı bana göre değil. Bu normal veya değil bilmiyorum ama normallik neye ve kime göre orası da tartışılır.
Mesela bazısının aklında çocukların çığlıklar atarak çevrede koşturduğu, ağaçlardan perende attığı, koskocaman İtalyan tarzı kurulmuş masalarda kimin ne söylediğini bir diğerinin dinlemediği, şen kahkahaların ve aynı anda bebek ağlamalarının birbirine karıştığı bir senaryo olabilir. Ben ise o senaryonun bir parçası olmak istemediğimi buradan rahatlıkla haykırabilirim.
Bunun altında yatan başlıca sebeplerden biri insanların kalabalık ailelerden gelmesi ve alternatifin aslında ne derece ruha sakinlik verdiğinin ayırdına varmamaları da olabilir. Hatta kuvvetli bir ihtimaldir bu, insan nasıl ortamda büyüyorsa o ortamı kurmaya meyillidir.
Aslında biz de üç kardeşiz ama ben büyük farklarla en küçükleri olduğu için sanırım “Tek Çocuk Sendromu” yaşıyorum. Her yerde ve her an sessizliği, kendime ayıracağım zamanın kalitesindeki bilinci ve onu bırakmama direncini şiddetle hissetmekteyim. Kardeşlerimle o benim, bu senin! ama onları benden daha fazla seviyorsunuzzzzz! kavgası hiç yaşamadım. Onların bir yerde genç yaşta edindikleri çocukları gibiydim.
Ablam zaten kendimi bildim bileli evli ve çocuklu oldu, abim ise en sevdiği filmlere, çizim yaptığı odaya beni ortak etti, öyle büyüttü. O yüzden de bir yerde çok genç bir baba modeli de vardı karşımda büyürken.
Yaşamım boyunca kendime yakın kardeşler ve onların bitmek bilmeyen çekişmeleri, enerjileri, titreşimleri olmadığı için belki şimdiki yaşımda aynı ortamlardan hep kaçtım. Kendi çocuklarımı da elden geldiğince o enerjiden uzak kendi hallerinde yetiştirmeye çalıştım ve çalışıyorum, hala heyecandan, hop hop hop zıplama, bağırış, evin içinde deli gibi koşuşturan çocuklar fotoğrafını kendime uygun bulmuyorum.
Çocuklu arkadaşlarla bir araya geldiğimizde durmadan kesinti yaratan ve bambaşka bir konudan bahsederken “Ayyyy bugün kaçıncı bezini değiştirdim, meyve yiyince kaka bombardımanı oluyor” ya da “Yaaaa görüyor musun işte yapamıyor kakasını, kabız oldu, hadi gidelim mi tuvalete, orada deneyelim?” tipi kesintilere uğramak çok normal mesela. Ya da anne ve babalar oturup çocuklarının yaptıkları haylazlıkları anlatıyorlar birbirlerine ki bu nokta gerçekten hiç ilgimi çekmiyor. Dikkat ettiğim bir diğer konu insanların bebekleri olunca bir kaka muhabbetidir gitmesi, önceden ağza hiç alınmayan hatta tiksinilip burun bükülen bu kelime neredeyse her cümlenin içinde birer ikişer kullanımda.
Peki bu düşündüklerim beni kötü bir ebeveyn mi yapıyor? Sanırım başkalarıyla beraberken olaylarla yüzleştirmemi, problem çözüm yeteneğimi ve soğukkanlı olmamı engelliyor. Kendi çocuklarım bir kenara, belli bir saatten sonra ortalığa saçılan error sinyalleri, çocukların maksimum oynama saatleri olan iki saatin erişkinlerin bitmeyen konuşmalardan ötürü uzadıkça uzamasını, bu yüzden yenilemeyen yemekleri, içilemeyen içkileri veya çayı kahveyi, o sırada oynanacak oyun kalmadığından deli danalar gibi saklambaç, bağrış çığrışın beni deli ettiğini görmezden gelemiyorum.
Sonuç ise yorgunluktan bitap düşüp dengesi bozulan kendi çocuklarımdan çıkıyor onu da gözlemliyorum. Bu sırada izlenmekten “A hakikaten Reyhan da pek bir agresif canım!” denmesi potansiyelinden de hoşlanmıyorum.
Çünkü aslında bu tahammülsüzlüğün altında yatan neden, görmezden gelinen, suçlusunnnn! diye kaldırılan parmağın esas sebebi bambaşka. Ve onun adı da uyku bölünmesi, kargalar bokunu yemeden yaz kış okul iş zamanı ayırdedilmeden kalkılması, sürekli bir hareket hali ve bölünme histerisi olarak özetlenebilir.
Herşeyden önce çocuk ve bebek bakımı denilen süreç belli bir yaşa gelene kadar ciddi derecede engebelerle dolu. Bir çocuk en ideal şartlar altında yatsa uyusa -ki bu genelde görüyoruz ana babalar tarafından sağlanamıyor-, gece bir kez ya açlık ya da susuzluk adına kalkmak demek…
Bu durum ise kolay değil en bilinen işkence yöntemlerinden biri olan uykusuzluk problemini yatırıyor masaya. Kaldı ki memlekette genelleme çocukların ayakta sallanarak, yanlarında yatarak, aynı yatak odasında ya da yatakta uyumasına izin verilerek uykuya gönderme teknikleri ya da bana göre tekniksizliklerinden ibaret.
Ben ve eşim düşünemiyoruz ki gece maksimum sekiz buçuktan sonra, o da pek tabi ki uyku ihtiyacı yoksa ve koltukta falan uyuyakalınmıyor ya da dokuzda kös kös yatak odasına gidilmiyorsa, maksimum kalan üç buçuk saatlik zaman dilimi sakince bizlere ait olmasın…
Bu bahsettiğim stres, çocuklarımızı koyuyoruz yatağının içine hadi bay diyip odadan çıkıyoruz versiyonu olduğu halde böyle aksi şartlarda karı koca bizim sinir stres yığınından ağzımızda çiçek kafamızda huni dolaşma olasılığımız, birbirimizi parçalama, çocuklarla intihara teşebbüs yüzdemiz hayli yüksek olurdu.
Bir anne ve baba olarak belki garipsenecek çünkü işin doğası ona göre oturtuluyor ama çocuklarımın uyku ve diğer hiçbir konuda bana/bize bağımlı olmasını istemiyorum.
Süt verirken de aynı duygu altında ezildim unufak oldum. Bunlar dediğim gibi yazılınca bazılarına ayıp gelebilse de bizim gibi kadınların ve adamların olduğunu da bilmenizde fayda var diyorum.
İnsanların dinlenmesi yemek yemesi veya kendilerine gelmesi gereken zamanlarının hepsini çocuklarına harcayarak geçirmeleri durumunda bırakın sağlıklı bir evliliği, normal bir hayat yürütebileceklerini bile düşünmüyorum. Yatılan ve paylaşılan yatakta bebeğin veya çocuğun yanında yapılan seks… Söyleyecek bir şey bulamıyorum desem daha mı doğru acaba?
Bana göre…
Çocuk kendi kendine uyumayı öğrenmeli, odasında yatmalı mıdır?
Evettttt!
Çocuğun uyuma saati belli olmalı ve bu büyüklerin saati ile karıştırılmamalı mıdır?
Eveeettttt!
Sonra, insan neden sosyalleşir? Kafa dinlemek, keyif almak, sohbet, espri ve yemek yapmak, yemeği servis etmek ve adam gibi yiyip içmek için, değil mi?
Peki, her çocuklu arkadaşlık festivalinde içtiğim çay bile piç oluyorsa, yediğim yemek boğazıma diziliyorsa, karı koca insanların arasında gidip gelen enerji (o da haliyle sen bak da ben bir nefes alayım ya kardeş, bak görüyor musun işte hiç yardım alabiliyor muyum? dır dır dar dar) ikilemi üzerine oturuyorsa bana ne kardeşim demez miyim?
Derriiiiimmmm!
Ya da yıllarca kanka olduğum arkadaşım çocuk doğurmuş ama o çocuğu eğitme metodu, çocuğun hareketleri benimkine çok ters düşmüş, al sana başka bir dağılma konusu olur mu?
Oluuuurrr!
Dışarı çıkmışım alışveriş yapacağım ama ufaklık yeni yürüme ardından da koşma moduna geçmiş, elde torbalar, hiçbir şeye bakamadan bebeğin peşinden, o alışverişin içine edilmiş mi?
Edilmişşşşş!
Aile ziyaretine tatile gidilmiş, herkes gülüp eğleniyor, yemekler yeniliyor ama ben kendi çocuklarımın yemeğini düşünmek, kendimden önce onları doyurmak, kaka yapılmış bezi değiştirmek, üst baş değişimi yapıp bin kere konuşulan konuyu kaçırmak, çok önemli bir noktada; “Pardon kaka yapmış bir bez değiştireyim…” ya da “uyku zamanı geldi bir yatırıp geleyim…” “Aaaaa cısssss bom bom olursunnnn çıkma oraya bak…. görüyor musun bir dakika oturmaya gelmiyor!!” gibi bok bok diyaloglara girmek zorunda mıyım?
Zorundayımmmm!
Bunlar beni fena halde sıkıyor mu?
Sıkıyorrrrrr!
Bu şartlar altında “Kardeşim sen de neden çocuk yapmışsın ki hiç yapmayaydın da bunları da yaşamamış olurdun.” denilebilir ancak illa ki çocuklarımla sosyalleşmem gerekmekte mi o da bir soru işareti tabi. Başkalarının doğrularıyla yaşamak zorunluluğum yok, ben nasıl ki çocuğu duvara tırmanan birine müdahale etmiyorsam benimkine de karışılmasını istemem, anlayış beklerim.
Son söz olarak insan hayatını ikiye ayırıyorum, çocuktan önce ve çocuktan sonra… Ve ardından kapımın üstüne şu yazıyı asıyorum;
“ÇOCUKLARIM VAR, BÜYÜTENE KADAR MEŞGULÜM, RAHATSIZ ETMEYİNİZ!”