Daha karnımda ilk büyümeye başladığın gün, bana telepati yoluyla bir küçük adam olduğunu söylediğini hatırlıyorum: “Anneler bilir” demişlerdi. Haklıydılar. Böylece doktor amca daha cinsiyetini söylemeden dört ay önce bile senin Cem olduğunu biliyorduk.
Ama, Cem yerine sana kod adı Abuzer Sudagezer dediğimizi hatırlıyorum: Abuzer bu ailede erkek olarak beklenen bebekler için uydurulan ama daha sonra uğuruna inanılarak efsaneleşmiş bir isim. Şimdi biliyorsun değil mi, şehir efsaneleri nasıl doğuyorJ Biz ise sadece ismin sonuna, onunla kafiyeli bir soyadı ekledik, oldu bitti işte.
Beklenen doğum tarihinden 3 gün önce bizi korkuttuğunu hatırlıyorum: Hiç hareket etmiyordun ve biz gece yarısı hastaneye doğru yola çıkarken artık korkumuz sağlıklı doğup doğamayacağın değil, sadece doğup doğamayacağındı. Ayrıca karnımın içinde yaşadığın su azalmıştı. Doktor baktı ve ertesi gün bizi doğuma almaya karar verdi. Biz de aynı gece ismini değiştirdik: Abuzer AzsudagezerJ Gerçi bu ismi sadece bir gün taşıyacaktın ama olsun. Ertesi gün Cem olarak doğacaktın çünkü.
Eve dönüp uyumak için huzursuzca yatağıma yattığımda yine telepati yolu ile benimle iletişim kurduğunu hatırlıyorum. Endişelenecek bir şey olmadığını anlatırken o gece bazen bebekler de annelerini sakinleştirebilirlermiş, bunu öğreniyorum. Sonra senin sözüne güveniyor ve rahat sayılabilecek bir uyku çekiyorum.
Son zamanlarda uykudan önce bana nazlanarak “anne, hadi komik bebeklik hikayelerimi anlat hadiiii” dediğinde gülüyorum. Bunları anlatırken farkediyorum ki, 8 yıl içinde ne kadar eğlenceli hikayeler biriktirmişiz. Bu farkedişler olmasa sanacağız ki hayatımız hep sağlık ve eğitimle ilgili kötü anılarla geçti.
Mesela doğumdan sonra daha hastanedeyken yüksek sarılık oranı yüzünden mavi ışın tedavisi görmen gerekiyordu. Soranlara “ Cem bey şu anda solaryumda efendim, bronzlaşmakla meşgul, notunuz varsa biz iletiriz kendisine diyorduk. Anne Gülay da “Benim oğlum 3 gün sonra buradan Antonio Bonderas gibi bronzlaşmış çıkacak, kıskanmayın” diye takılıyordu herkese.
6 aylık kadarken Anne Gülay çok hastaydı ve ben işten izin alıp gelene kadar, seni ayağında sallayamadığı için sen de öğlen uykusuna yatmayı reddetmiştin. Benim sallayıp ninni söylememi de kabul etmiyor, illa ki Anne Gülay’ı istiyordun. Böyle kuralların vardı senin, o evdeyken sadece o uyutabilirdi seni. Biz de ufak bir hileye başvurduk, perdeleri kapatıp seni ben ayağıma aldım, Anne Gülay da yanımıza uzanıp gözleri kapalı ninni söyledi. Allahtan yorgunluk ve uykusuzluktan bu hilemizi farketmemiştin. Belki de farketmiş ama bozuntuya vermemiştin.
Bir yaşındaydın ve nasıl becerdin bilmiyorum ama hiç emeklemeden yürümeye, hatta koşmaya başladın. Yine öğle uykusu uyumadığın bir gün, biz işten çıkıp seni almaya geldiğimizde tam bir uyku çılgınlığı ile koşturup duruyordun. Yorgunluktan bir offf çektim, tam o sırada ayağın yerdeki mindere takıldı ve yüzüstü yere kapaklandın. Bir saniye geçtiği halde-ki bu sen söz konusu olduğunda oldukça uzun bir süre- ayağa kalkmayınca biz “ahhh” sesleri içinde sana doğru atıldık. Yanına vardığımızda, düştüğün yastığa kafan değer değmez uyuyakaldığını farkedip bu defa derin bir “ohhh” çektik. Kafan yerdeki yastıkta, ayakların dizlerinden karnına doğru bükülmüş, bezli popon ise havada yorgunluktan uyuyakalmışken biraz önceki yaramazdan eser kalmamış meleği seyretmiştik bir süre.
İki yaşındaydın ve artık araba koltuğundan kalkıp, araba hareket halindeyken kapıyı açmayı akıl edebildiğini dehşetle farkettiğimizde kapılar çocuk kilidi moduna geçirildi. Bunu onikinci kattaki evimizin camlarına takılan kilitler izledi. Gerçi sen biz yüreğimiz ağzımızda camlara yaptığın hamleleri savuşturmak için zıplamamıza çok gülüyordun ama neyse ki kalp krizi geçirmeden tüm aile bu vartayı da atlattı. 🙂
Üç yaşındaydın, banyonun tadilatı için seramik ve aksesuar bakmaya bir mağazaya girmiştik. Tuvaletin gelmişti ve biz daha müdahale edemeden vitrindeki klozette işini halledivermiştin. Senin için çok doğaldı çünkü klozet bu işe yarardı, bizim neden şaşkınlıkla bakakaldığımızı anlatmak epey zamanımızı almıştı. Allahtan mağaza sahipleri küçük çocukların doğallık hakları olduğuna inanarak şaşkınlık sonrası gülme krizine bizimle birlikte katıldılar. Doğal olarak tüm malzeme o mağazadan alındı:)
Dört yaşındaydın ve yuvada bir oyuncağı çekiştirirken üstüne yuvarlanan iki çocuk yüzünden kolun kırılmıştı. Anneleri ve çocuklar kızacağız diye bizden bir hafta köşe bucak kaçmışlardı. Oysa biz alçıya alınmış kolumuzun üstüne resimler yaparak eğlenmiştik. Çocuklar arası böyle kazalar olurdu ve bunlar büyüdüğümüzün işaretleriydi.
Beş yaşındaydın ve spora başlamaya karar verdiğimizde önce iki ay yüzme, bir hafta tekvando deneyerek, henüz yönelmek istediğin sporu bulamamıştık ama hangilerini yapmayacağımıza kesinlikle karar vermiştik. 🙂
Altı yaşındaydın ve bir kolejin ana sınıfında kötü deneyimler yaşamıştık. İlk gün serviste unutulmuştun, iki saat geç geldiğinde aklımızı kaçıracak gibi olmuştuk. Sonra öğretmenin annelerini isteyen çocuklar için söylediği görünüşte masum “anneleriniz yukarıdan sizi kamerayla seyrediyor” yalanını onlar için içinden çıkılmaz bir hale getirerek ortalığı karıştırmıştın. Kamera olduğu söylenen yere bakarak beni çağırmış, doğal olarak ben gelmeyince de tüm oyuncakları yere fırlatmıştın. Sonradan nedenini sorduğumuzda ise cevabına gülmemek için dudaklarımızı ısırmıştık. Eğer yaramazlık yaparak kameradan dikkatimizi çekebilirsen seni kurtarmak için yardıma geleceğimizi düşünmüştün. Yalan söylenmesine olan hassasiyetin yüzünden bu hatayı hiç affetmedin ve o okulda sadece 1 ay geçirdik.
Yedi yaşındaydın, bir önceki deneyim yüzünden ilk okula gergin başlamıştık. Arkadaş edinmene yardımcı olmak için sınıftan istediğin tüm arkadaşlarını evde doğum günü partisine davet etmiştik. O güne kadar sınıfta yaptığın hırçınlıklar yüzünden sana cephe alan arkadaşlarının anneleri bile o gün iyi bir doğum günü sahibi olduğunu görünce okula karşı bizim yanımızda destek olmaya başladılar. Hatta iki hafta önce sana sırf küçüksün diye tokat atan sekizinci sınıf abisinin üstüne doğru koşup, kravatından tutarak ve bacaklarına tırmanarak kendini onun yüz seviyesine getirip attığın yumruk yüzünden şişen göz hikayesi de unutuldu bu sayede.
Şimdi sekiz yaşındasın, bu sene ikinci sınıfa yine isteksiz başlamıştık. Hatta bir buçuk ay da okula gitmeyi reddetmiştin. Oysa şimdi branş öğretmenlerinin sevgi dolu ve olumlu yaklaşımı sayesinde ingilizce, müzik, beden derslerini seviyor ve tutkuyla baskete gidiyorsun. En olumsuz davranışların bile tatlı dil ve ilgi ile değiştirebileceğinin ispatı olan bu öğretmenlere senin adına teşekkür etmek istiyorum. En büyük teşekkürüm ise sana: Sevgiyi kabul etmeyi seçtiğin için.
Haftaya bir yaş daha büyüyeceksin oğlum ve biliyorum ki biz hiç kolay ve sıradan bir sekiz yıl geçirmedik seninle Ama oğlumuz olmayı seçtiğin ve pek çok hayat dersinde bizi zorlayarak gelişmemize yardımcı olduğun için çok teşekkür ederim.
Sen büyürken insan olmanın erdemlerini öğreniyorsun, biz de anne ve baba olmayı deneyimliyoruz. Hepimize bundan sonraki yılların harika ve yeni başka deneyimler getirmesi dileğiyle.
Ama gelecek yılların biraz daha az yorucu olması kesinlikle tercih sebebimdir;)
Sevgilerimle,
Annen