“Onu ilk gördüğümde gözlerime yaşlar doldu, artık hayatın benim için eskisi gibi olmayacağını biliyordum, aldım o minnacık varlığı kokladım…” gibi cümlelerle başlayan “baba olma”ya dair yazılar, maalesef benim baba oluş sürecinde yaşadıklarımı ifade etmiyor maalesef. Bu nedenle de duygusal bir taksim yapamayacağım yazımda. Sadece “baba olma”yı anlatmak istiyorum kısaca.

Sonsuz adında bir kızım, Dünya adında da bir oğlum var ve ikisinin doğumunda da sadece olan biteni şaşkın şaşkın izleyen ufak bir çocuktan farkım yoktu. Zaten Sonsuz’un doğumundan sonra da yaklaşık bir sene neler olduğunu tam kavrayamadım. Herkes “baba oldun, tebrikler” diyordu, ben de gülümsüyordum ama içimden halen “Nasıl yani?” diye soruyordum. Aradan 4 sene geçti ve çocukları ikiledik, ama ben halen “Nasıl yani?” sorusunu, her ne kadar artık duruma daha alışmış olsam da, sormaya devam ediyorum.

Bir kadın doğurduğu anda anne oluyor, öyle adaptasyon gibi bir sürece ihtiyaçları yok; genlerinde var zaten annelik kodu. Ama babalarda durum öyle değil, biyolojik olarak bir kere anneye göre haliyle farklar mevcut ve babalar duruma sonradan adapte oluyorlar. Aslında belki de ne anne, ne baba tam anlamıyla alışamıyorlar duruma. Çünkü daha bir iki sene öncesine kadar rahatça gezen tozan, gönülden gönüle konan, geceleri Playstation başında sabahlayan insanlar, bir anda kendilerini kucaklarında bir insan yavrusu ile buluyorlar ve bu yavrunun tüm sorumluluğu da onlara ait. “Yahu biz büyüdük mü de, çocukları büyütmeye geldi sıra” diye sormanıza zaman bile kalmıyor; öte taraftan fırsatını bulup da kaçan, burada bebek olarak kucaklara yerleşiyor. Öyle plan program yapmanıza bile fırsat bırakmıyor çoğu.

İşte benim açımdan baba olmak böyle bir durum. Çocuklarımla birlikte büyüyoruz işte. Yolda tek başına yürüyordum, sonra bir baktım iki olduk, sonra üç, en sonunda da dört. Yürümeye devam ediyoruz bakalım, yolumuz açık olsun. Tüm babaların da, “Babalar Günü”nü kutlu olsun.