Ptolemaios’un (Batlamyus) kozmolojik modeli temelinden yanlıştı. Genel astroloji kuramı da bu modelin üzerine oturtulduğundan o da tümüyle yanlıştır. Şöyle ki; Ptolemaios modelinde evrenin merkezi dünyadır;  ay, güneş, o zamana kadar bilinen beş gezegen ve onları  ‘taşıyan küreler’  hep dünyanın etrafında dönerler. Bugün böyle olmadığı bilinse dahi, astrologların yorumları yine de ısrarla ‘dünya merkezli’ olmaya devam etmektedir;  gök cisimlerinin ‘buradan nasıl göründüğü’  ve  ‘buraya göre görünüşte nerede’ konumlanmış sayıldıklarına bağlı olduklarından bütün sistemleri yanlış ve gerçekdışıdır.

Ptolemaios’un kuramının iki büyük, ama yanıltıcı desteği vardı. Bunlardan birisi Aristo felsefesi, diğeri de tutucu ve her türden bilimsel yeniliğin şiddetle karşısında yer alan Kilise idi. Öyle ki bu eksik bilgili astroloji kuramının temelden yıkılması ancak sırasıyle Kopernik, Kepler ve Galile’nin keşiflerinden sonra mümkün olabildi. O nedenle klasik astrologların da en az Kilise kadar  yanlış yolda  ve bilimsel bakımdan hâlâ çağdışı bir tutum içinde olduklarını söylemek hiç de haksızlık sayılmamalıdır.

Çağdaş astronomi ve astrofizik bilimine göre evren durağan değildir, o nedenle de hareketi ya açılıp genişleme ya da büzülüp daralma yönünde olmalıdır. Nitekim Hubble, önce evrende başka galaksilerin de olduğunu (1924), daha sonra da evrenin durmaksızın genişlemeye devam ettiğini (1929) kanıtlamıştır. Ayrıca genel bir fizik kuramı olarak biliyoruz ki, hangi gök cisminin kütle çekim kuvveti daha güçlü ise ve nereye kadar etkisini sürdürebiliyor ise etrafındaki diğer cisimleri de, kütlesine ve çekim gücüne bağlı olarak etkisine alacaktır. Yani kütle çekim gücü az olanlar, daha büyük ve güçlü olanı merkez kabul eden bir yörüngede yerlerini alacaklardır. Tabii aynı şekilde kendisinin de, etkisi daha büyük olan bir başka gücün uydusu hâline gelmesi kaçınılmazdır. Bu temel bir fizik kuralıdır ve istisnasız böyle olagelmektedir. Güneş sistemindeki gezegenlerin ay’ları, yani uyduları vardır; dünyamız da bir anlamda güneşimizin uydusu, yani ay’ıdır. Uzayda hiçbir gök cismi başıboş dolaşamayacağından güneşimiz de Samanyolu’nun galaktik merkezine bağlı ve onunla birlikte, ona bağımlı bir rota, yörünge izlemektedir. Dolayısıyla bütün gök cisimlerinin hareketi,  uydusu olduğu ilk büyük gök cismine göre dairesel veya eliptik olsa da,  kütlesi ve çekim gücü daha büyük olan ‘öteki’ de bu defa bir başka cismi merkez aldığından aynı zamanda onun da çekim gücüne,  hızına ve yörüngesine bağımlı olup, bütün cisimlerin gerçek hareketleri aslında spiraller ve her bir spiralle birlikte iç içe geçmiş sarmallar biçimindedir.

Fiziksel evren söz konusu olduğunda ‘Büyük Patlama’nın başlangıç kabul edilmesi, bugünkü bilgilerimize göre doğru bir yaklaşımdır. Kaldı ki ‘zaman’  dahi büyük patlamayla başlar. Yani ondan önce bugün bilinebilen ve bizi ilgilendiren anlamıyla zaman dahi yoktur. Çünkü eğer bir başka türde zaman varsa bile, ondan öncekilerin bizimle ilgisi yoktur ve ‘şimdilik’ bizleri etkilemeyecektir. O nedenle izafî olan ‘bize göre zaman’ da büyük patlama ile başlamıştır. Bu durumun istisnaları, yani farklı boyutlar, başka türde zamanlar kavramı… gibi hususlar ancak ‘paralel’ ya da ‘ardışık evrenler’ varsa söz konusu olabilir. Halen genişlemeye devam eden, içinde yer aldığımız fiziksel evrenin mutlaka bir ‘başlangıcı’nın olması gerekir;  tabii  ‘sonu’nun da…

Bu arada kadim öğretilerin çok önemli temel saptamalarının da ne denli doğru ve gerçekçi olduğu ortaya çıkmış oluyor. Bunlar, hiçbir şeyin kendiliğinden ve nedensiz ortaya çıkamayacağı; her şeyin varoluşunun başka şeylerin de birlikte varoluşuna bağlı olduğu; bileşerek bir başka şeyi oluşturan her elemanın da mutlaka kendi bileşenlerinin olması gerektiği ve tıpkı bileşenlerinin bir araya gelmesi ile oluştuğu gibi, bir gün yine mutlaka kendisini oluşturup etkileyerek var eden  bileşenlerinin çözülmesi  ya da  bozulması ile  kendi varoluşunun sona ereceği; ama doğada hiçbir şey yokolmadığına göre, bu kez  ad ve biçim değiştirerek  bir başka şekilde  varolmaya devam edeceği… gibi temel gerçeklerdir. Bu konuda Budha, Nagarjuna, Asanga, Guru Rinpoche… gibi budist düşünürler ile, Demokritos’tan  itibaren  Eski Yunan düşünürlerinin söylemlerindeki ortaklık ilginçtir.

Astrologların söylemleri (onlar böyle açıklayamasalar da),  yıldızların ve diğer gök cisimlerinin kütle çekimleri ve aralarındaki manyetik alanlara dayandırılmak istenmiştir. Ancak varsayımları bilimsel temelden, fizik ve astrofizik bilgisinden yoksun olduğundan,  sonunda fantezilere hattâ ondan da çok basmakalıplığa, sıradanlığa ve uydurmacılığa başvurmak zorunda kalmışlardır. Bütün gökcisimlerinin, onların sözde (ve görünürdeki) konumlarının dünyamız ve burada yaşayan canlılar üzerindeki etkilerinden böylesine abartılı biçimde sözedebilmek ancak gülünç sayılabilir ve sadece eğlencelik bir uğraş kabul edilmelidir. Öyle ki dünyamızın kütlesine bağlı yerçekim kuvvetinin ve uydumuz olan Ay’ın üzerimizdeki etkisi, tüm diğer gök olaylarından ve çok uzaklardaki gök cisimlerinin sözde etkilerinin toplamından çok çok fazladır. Kütle çekim yasaları üzerinde yapılacak çok temel ve basit bir çalışma dahi popüler astrolojinin ipliğini pazara çıkarmaya yetecektir.

*   *   *

Sonuç olarak; astrologların bilgi sandıkları ve yorumlarında temel aldıkları şeyler, tamamen yakıştırma,  fantezi,  algı yanılmaları, hurafeler ve yorum yanlışlarına neden olan uydurmalardır. İnsanları yanıltma ve kendilerinin de bilmedikleri konular hakkında başkalarını koşullamaya; bir de böyle uydurma şeylerden, sanal-gerçekliklerden yola çıkarak gelecekten haber vermeye çalışmaları, takdir edileceği gibi her şeyden önce etik değildir.

Kulaktan dolma ya da hazırcı ve basmakalıp sözde-bilgilerle yola çıkan astrologlar, gök cisimlerinin yerlerini, yörüngelerini, kütlelerini, hızlarını ve birbirlerine olan uzaklıklarını bilmedikleri gibi, dünyamıza gerçekte herhangi bir etkilerinin olup olmadığını araştırmaya da yanaşmazlar. Yani, onların lisanıyla ifade edersek; Satürn güya Kova burcuna girse ne olur, İkizler’de kalsa ne fark eder… En temel astronomi ve astrofizik bilgilerinden yoksun bu sözde-astrologlar neden ve ne kadar kızmış olsalar da, farkındalığımız arttıkça onların böylesi saçmalıklarına itibar etmeyip, aksine o safsatalara gülüp geçmemiz kaçınılmaz olacaktır.