Venüs enerjisinin tekrar dünyaya aktif bir şekilde geri dönüşünü deneyimliyoruz bir süredir.
Tarihte ilk olarak Mısır’da görülen kadın tanrılar yani tanrıçalar verimliliğin, aşkın, güzelliğin, savaşçılığın ama aynı zaman da bilgeliğin de temsilcisiydiler. Tanrıçalarla tanrıların kavgaya tutuşması sonucu, tanrıçalar yerlerini hatta tahtlarını erkek tanrılara bırakmak zorunda kalmışlardır; belki de hiç istemeyerek. Ve sonra kadın erkeğin arkasında bir gölge haline büründürülmüştür yüzyıllar boyunca; erkek tanrılar tarafından. Bu tarihsel süreç içinde Tanrıçalara öyle kızmıştır ki erkek tanrılar, yüzyıllar boyunca onlarsız olamadıkları halde, onlarla bir türlü barışamamışlardır ve bu öylesine güçlü bir kültür şekline dönüşmüştür ki -belki dişil enerjiden korkmaları veya fiziksel güçlerini farkedip bunu bir üstünlük saymaları ya da onlar gibi yaratamadıkları için öfkelenmeleri sebebiyle- tanrılar ortadan çekilip de yerlerini tek ve cinsiyetsiz tanrıya bıraktıklarında bile bu kültür devam etmiştir. Dişil enerjiden korkan ve ona karşı duvarlar ören ve bu sebeple farkında olmadan kendinden nefret eden erkekler, dünya üzerinde ki mutsuz, acılarla dolu ve kaoslu yılları da başlatmışlardır. Erkeğin kendinde gerçekleştirdiği bu olumsuz kodlanma sebebiyle, dişil enerji bir enerji olarak yok olamayacağından, özünde ki yaratıcılık sebebiyle bu değişim karşısında yeni bir davranış modeli yaratmakta gecikmeyip bu düzenin devamına yardımcı olmuştur. Erkekte ki dişil enerjinin bastırılması sebebiyle, bu seferde kendine yeni bir çıkış yolu arayan dişil enerji, –belki de doğa tarafından- dengenin sağlanması amacıyla tamamen kadınların hizmetine koşullanarak, perde arkasından iktidara ulaşmak için eril enerjiyi yönlendiren bir kadın modeli olarak ortaya çıkmıştır. Dişil enerjinin bütün ağırlığıyla kadınlara yüklenmesi sebebiyle erkil enerji kadınlarda ne yapacağını bilemez bir şekilde ordan oraya sürüklenerek içten içe gizli bir tahribata başlamıştır. Bu durum ise ortaya çıkan yeni kadın modelini, bozulan dengeler sebebiyle, ister istemez maddeye ve toprağa aşırı bağlı bir şekle dönüştürmüştür. Ve aslında erkekler, gene farkında olmadan tanrıça kavramının hizmetine girmiştir.
Dünyada ilk kadın hareketlenmeleri 19. yüzyılın sonlarında bazı şeylerin ters ve yanlış gittiğini farkeden kadınların ilk kez, Amerika Birleşik Devletleri’nde aktif hayata katılımda bulunmak amacıyla, örgütlenmek için harekete geçmesiyle başlamış ve bu hareket daha sonra Avrupa’ ya da sıçrayarak 20.yüzyıl da oldukça zorlu bir mücadeleyle devam etmiştir.
20. yüzyılın sonu, dünya üzerinde bir çok değişime zemin hazırlayan olayları başlatırken, yaklaşık bir yüzyıldır aktif sosyal hayatta bulunan kadınların zihin enerjileri de yükseliş gösterdiğinden, dişil enerjinin değişiminde de inanılmaz bir yükseliş başlamıştır bu süreçte. Bu değişimin oluşmasıyla enerjiler yeniden bir denge arayışına girmiş ve erkekleri de sarsmaya başlamıştır.
Venüs enerjisi yeni çağa girilirken büyük adımlarla, hem kendilerine, hem de birbirlerine yabancılaşmış olan erkek ve kadınların sürdürdüğü düzene doğru hızlı adımlarla yaklaşmaya başlamıştır.
21.yüzyıla girildiğinde ise, 19.yüzyılda atılmış olan tohumlar büyümüş, Venüs enerjisinin yükselişi artık olgunlaşmış ve ormanlar halinde yükselmeye başlamıştır.
Orman demek, daha fazla oksijen demekti. Orman demek, yaşam demekti. Venüs enerjisi etkisi altında ki kadınlar, daha fazla oksijen almak istiyordu; hidrojen bombalarıyla, nötron bombalarıyla havanın kirletilmesini istemiyorlardı. Onlar gelecek nesillere oksijeni bol bir dünya bırakmak istiyorlardı, onlar gelecek nesillere sağlıklı ve yaşanacak bir dünya bırakmak istiyorlardı. Ormanların yakılarak, daha fazla paraya dönüşmesini istemiyorlardı. Onlar daha fazla madde istemiyorlardı. Onlar barış istiyorlardı. Onlar sadece ve sadece sevgi enerjisinin dünyaya geri dönmesini istiyorlardı ve onlar sadece paylaşım istiyorlardı.
Venüs enerjisi paylaşımdır, venüs enerjisi adildir, eşitlikçidir. Venüs enerjisi savaşı sevmez, barışçıldır. Venüs enerjisi aşk ve sevginin, sanatın ve güzelliğin enerjisidir. Ve Venüs enerjisi herşeyden önce denge demektir. Ama bu arada karşılarında dişil enerjiyi reddeden oldukça güçlü bir erkek kültürü vardı. Erkekler duygularının kadın olduğunu büyük bir inkarla reddederek bu enerjiye karşı bir savaş veriyorlardı; annelerinin bir kadın olduğunu unutarak. Oysa dişil enerji sadece kadın demek değil, duygu demekti de aynı zaman da. Duygu ise ruhumuzun gizemli sesi; annemizdi. Salt kadında olan bir şey değildi ki anne kavramı; erkeğin de kimliğinin ardında gizli, saklı durandı o. Belki de erkekler, bu kadınların erkek olduğunu sandıkları duygularını kadınsılaştıracaklarını hatta belki de yokedileceklerini sanıyorlardı. Halbuki Venüs enerjisi yıkıcı bir enerji değildi… Bu kadınlar sadece erkeklerin sahip oldukları kadın enerjisini farketmelerini istiyorlardı; onu yadsımalarını ya da ondan korkmalarını değil.
Ama erkekler bu değişim için yeterince hazır değillerdi ve korkuyorlardı, sağlıksız yapılanmış bu düzen içinde onlara göre duygu demek, zaafiyet demekti. Dişil enerjiyi inkar eden erkeklerle birlikte, onların düzenine uyum sağlayan kadınlar da kimliğini ortaya koyan kadından korkuyordu çoğu zaman. Çünkü kimliğini göstermek demek, erkeklik gösterisi demekti. Erkekler kendilerine rakip olarak görüyorlardı; bu kendini bilmez kadın türünü. Kadınlarsa kendilerinden saymıyorlardı; çoğu zaman nefret edip, biraz da ürkerek ve kendi cinsine iyiye yabancılaşarak. Bu yüzden de kendilerine yabancılaşan erkek ve kadın, ne olduğunu bilmediği bir oyunu oynamaya çalışıyordu; dünyaya zarar vererek.
Eril ve dişil enerjinin bu sağlıksız işleyişi erkekleri yoğun duygusal çalkantılara, kadınları ise bitmek bilmeyen kimlik karmaşalarına sürüklemekteydi. Aynı zamanda hem kadınların, hem de erkeklerin içine düştüğü ve çağın hastalığı olarak kabul edilen bu depresyon biçiminin, içlerindeki enerjilerle kavgalı olmaları sebebiyle, sahip oldukları enerjilerin sağlıksız işleyişinden başka bir şey olmadığını fark etmiyorlardı. Çünkü sağlıksız enerjilerinin, bunu farketmelerine imkan tanımayacağını bilmiyorlardı. Oysa ki tek yapmaları gereken bu kadınları dinlemekti. Bu kadınların tek istediği erkeklerin kendi içlerindeki kadınla barışmasıydı. Erkekler kendi içlerindeki kadınla barışırlarsa, kadınlar da hem birbirleriyle, hem de eril enerjiyle barışacaklardı. Ve düzen aslına, ait olduğu denge haline dönecekti. Ve bu kadınlar bunu her ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek için de çoktan yola çıkmışlardı. Çünkü gelişmiş bilinçlerinin doğalarında varolan yaratıcıılıkla birleşmesiyle, bunun önüne set çekilebilmesi de artık mümkün dahi değildi.
Yeni çağın bağlamasıyla birlikte değişim için gereken ilk düğmeye 8 Haziran 2004 yılında basılmıştır; bir Venüs geçişi ile beraber. Venüs bu geçişte güneşin önünden geçtiğinden bir süreliğine otoriteyi ve eril enerjiyi simgeleyen Güneşi gölgelemiştir. Ama sadece gölgelemesi sebebiyle değil, geçiş esnasında güneşten aldığı enerji sebebiyle de iyice güçlenmiştir. Bir sonra ki düğmeye basılış tarihi ise, ne tesadüftür ki artık herkesin tetik üstünde beklediği 2012 yılının 6 Haziran günüdür.
Onlar kabul etse de etmese de, yeni çağın değişim enerjileriyle sarsılan dünyada ki yaşam formu, artık hiçbir cinsin önüne geçemeyeceği bir şekilde yeniden düzenlenmeye hazırlanmaktadır. Ve yaşam artık kendi doğal ve sağlıklı özüne dönmek için gerekli olan son düzenlemelerini gerçekleştirmektedir.
Yaşam dengeye dönmeye hazırlanmaktadır.