Bugün farklı bakış açısına sahip romanları ile uzun zamandır yayın hayatında olan Berk Yüksel ile sekizinci ve son romanı “RA – Gözcüler” hakkında sohbet edeceğiz.

Okumadan önce tanıtım metni ilgimi çekmişti. Ne diyordu yazar bu metinde:

“Berk Yüksel, bu romanında zamanın döngüsüne, zaman ve mekânın hegemonyasına, karanlığın ve cehaletin asırlar boyu süren baskısına kahramanlar aracılığı ile yeni bir pencere açıyor! “Seni Seçen Hayale Cesaretin Var mı?” diye soruyor yazar… Birbirini tamamlayan üç dönem öyküsü ile kadim Sümer’de başlayan gizemli yolculuk, Esseniler döneminde Hz. İsa ve Hz. Yahya ile Kudüs’te sürecek ve Tapınak Şövalyeleri ile Paris’te son bulacak… Bilgelik, güç ve güzellikten oluşan üç sütunun biraradalığı bu gölge gerçeklik için önemliyken… Zamansızlıkta ve mekânsızlıkta kahramanın dördüncü sütunu doğurabilme ümidi ise her daim yaşayacak…”

Öncelikle hoş geldiniz, sizce bu tanıtım metni içeriğin zenginliğini tam anlamda yansıtabiliyor mu? Ben okumadan önce tam kavrayamamıştım açıkçası ancak okuduktan sonra bu kısa metni anlayabildim.

Merhaba, ilginize çok teşekkür ederim. Haklısınız, anlatılmak istenenin özünü bu kadar kısaltmak bazen zor olabiliyor ancak okuduktan sonra netleşmesi sevindirici benim açımdan. Zaman dediğimiz kavramın daha başlangıçsızlığından bu yana kâinatlarda bir mücadele mevcut… Bunu anlamaya, anlamlandırmaya bilgi ve sezgi ile tanımlamaya çaba sarf ediyorum. Bu zor yolculuğun farklı duraklarını bir roman haline getirmek hiç de kolay değil elbette…

Okuyucu romanın tarzını bir cambazın ipin üzerinde yürümesi gibi hissediyor bence. Tam dengede hazırlanmış diyaloglar ve metinler mevcut. Bilgi ediniyor hem de fazlası ile ancak sıkılmıyor. Biraz sıkılacak olduğunda roman hareketleniyor, başkalaşıyor. Ruhani yönü de çok kuvvetli bir roman, sizce de öyle mi?

Kesinlikle. İnsan iki sütunlu bir yapıya sabit… Mikro ile makroyu bir kemer ile böyle bağlayabilir kendi öz varlığında. Akıl, bilgi önderliği ile sezgi ve duyguları; kalbi ve vicdanı ile beynini… İşte sizin söz ettiğiniz cambazın yolu da zaten bu. Altın orta yol… Kadim ezoterik öğretilerin önerdiği ölçülü olunan yol. Hiçbir şeyi tamamen dışlamadan, hürce kendi özgünlüğünü arayış ve kendine has hazinenin peşine düşüş… Bilgelik sevgisi ve hayatın anlamını arayış sonsuzlukta bilinmezlik adasına bizim atabileceğimiz toprak miktarı ile sınırlı olsa da kuşaktan kuşağa devam edecek bu macera. Tek sütunlu, sabit ve katı düşünce sahipleri yolculuk yapmazlar ve bu macerayı da kavrayamazlar zira onlar sadece bulundukları durağı kutsarlar, farklı olanı da “tehlike” sayarlar.

Aydınlık ve karanlığın bitmek bilmeyen savaşı halen sürüyor. Geleceğe dair bir tahmininiz var mı, insanoğlunun geleceği açısından?

Burada tercih tamamen insanoğlunda… Bizler hangisini beslersek, o kazanacaktır. Düştüğü çamuru iğrenç bir bataklığa çevirip herkese kendi üzerinden sıyırdığı çamurundan mı sürecek yoksa içindeki özü keşf ederek derinlerden kalkıp, bir uyanış yaşayıp arınarak yükselişe mi geçecek… Bu tüm kâinatların, algıladığımız ve algılayamadığımız tüm planların, varoluşun en eski mücadelesi; en karanlık anda dahi kaybedilmeyecek tek şey ise umudun kendisi… Bunu yaşatmak da ışığın taşıyıcı “İnsan gibi İnsan”ların görevi!

Bu tip tarihi niteliği de olan romanlar kurgusal da olsalar dönem bilgilerini de içerdikleri için ciddi bir araştırma gerektirir. Bu sizin yazım sürecinizi nasıl etkiledi?

Haklısınız, bu detaylı bir ön çalışma gerektiriyor. Detaylarda bir hata yapmamak için oldukça ön okuma yapmak gerekmekte lakin bu öğrenmekten büyük keyif alan birisi için ayrı bir zevk. Süreç biraz daha uzasa da hata yapma olasılığı bu detaylı çalışma ile aza indirgenmekte. Elimden geldiğince dönemleri doğru yansıtmaya çaba sarf ettim, umarım okur da bu üç dönemi okurken gözünün önünde canlandırabilir.

Kitabın başında “per aspera ad astra” Latince deyişi dikkatimi çekti daha sonra Mevlana’nın “Sebepleri öğrenmek isteyerek delirmenin eşiğinde çaldım kapıyı… Kapı açıldı ve gördüm ki,  içeriden çalmaktaymışım!” deyişi karşıma çıktı. Nasıl bir bağ kurdunuz aralarında?

“Zorluklardan geçerek, yıldızlara doğru” deyişi bana göre insanlığın düşüşünü ve tüm güçlüklere rağmen içinden az da olsa bir kısmının tekrar geldiği kanala yönelişi hedefini hatırlatmakta. Her iki yaklaşımda da mikro gibi gözüken evrenin modeli insana benzer bir bakış mevcut aralarında. Tüm kâinatı, evrenleri, dev var oluşu incelediğinde birey dönüp dolaşıp evine yani benliğine geliyor. Kendin olmanın farkına varış işte bunları bütünleştirmede bence… Bu köprüyü benliğinde kurabilenler için iç ve dış; aşağısı ve yukarısı, hariç ve dâhil, “ben” ve “O”, büyük ve küçük dönüşerek “Bir” ve “Bütün” oluyor; tamamlanıyor…

Çalışmanın ve yaratmanın sonu yok… Berk Yüksel’in zihninde yeni bir kitap okurlarla buluşmak için hazırlık yapıyor olabilir mi?

Çoktan yola çıktı bile… Bu önceki kitaplarıma göre farklı bir roman olacak. Aile kökenlerimizi de içeren iki macerayı bir noktada birleştireceğim. Hem tarih hem de duygusal bir kitap olmakta… İsmi A.T.A.; açılımı ise Ahıska-Trakya-Ankara.

RA – Gözcüler’e dönersek, bu ana karakterleri ve bu dönemleri neden seçtiğinizi de okuyucuya anlatabilir misiniz?

Kitabın arka kapağında gördüğünüz gibi üç sütun var ve dördüncünün eksikliğinden bahsediliyor. Üç sütun farklı özelliklere sahiptir. Bu dönemler de işte bu özelliklerin birinin öne çıkması ile yaşanıyor. Sümer’de akıl ve bilim, Esseniler döneminde güzellik, Tapınakçılar’da ise Kuvvet… Lakin bu dönemlerin hiçbirinde tamamının birlikteliği yok. Tek sütun giderek güçlenince dengesiz bir yolculuk olmakta… Güzelliği unutan kuvvetin bir manası olmaz; akıl ve bilim güzellik ve kuvvet ile desteklenmezse boşta kalır, salt kuvvet ise yıkar ve yakar, katılaşır; bilgelik olmazsa ağırlığından çöker. Denge bu üç sütunun yanına konulacak insan-ı kâmilin benliğinde kurduğu dördüncü sütunun temelde yaratacağı karenin üzerinde kurulabilecek bir “üst insan” piramidinin yaratılması ile oluşabilir.

Romanda her bölümün başı ve sonunda çok güzel alıntılar vardı. Bu tip katkılar ile süslemeyi seviyorsunuz sanıyorum eserlerinizi?

Evet, yazar elbette ki kendi sözünün ve düşüncesinin gücü ile yol alır ancak her kim ki sevdiği birinin sözünü de kullanır onda mutlaka kendinden bir parça bulmuştur. O ünlü kişi, tarihi kişilik yazar adına söz alır ve yüreğinin dile getirmek istediklerinin onun için bir cümlede özetler.

Sokrates’in “Şu hayatı öyle bir yaşa ki, kapanışta kendini alkışlayabilesin!” ve “Seversen, kim olduğunu da hatırlarsın!” diyen Hayao Miyazaki ile başlayan roman  “Yaşamın ve çalışmanın temel amacı, kişinin başlangıçta olmadığı kişi olmasıdır.” diyen M. Foucault ve “Gerçeği arayanlara inanın… Bulduklarını iddia edenlerden çekinin!” diyen Andre Gide’den alıntılar ile bitiyor. Okuyucunun sizi daha yakından tanımasını sağlayacak bir söyleşi oldu sanıyorum. Yazım hayatınızda size başarılar diliyorum Berk Bey.

Keyifle katkı vermeye çalıştım, çok teşekkür ederim ilginize ve ayırdığınız vaktinize.

Konuk Yazar