“Siz varolan şeyleri görür ve şöyle dersiniz: Neden? Oysa ben olmayan şeyleri hayal eder ve derim ki: Neden olmasın?” – George Bernard Shaw

Yaşam, varoluşun kendini ifade ettiği sonsuz bir oyun alanı. Her ne kadar, oyunun kuralları ve bir hedefi olsa da, esasen, oyunun gerçek amacı varlığını ifade etmek, iyi vakit geçirmek, neşe ve coşkudur. Oyun kurallarında belirtilen sözde hedeflere ulaşmak yada ulaşamamak, nihayetinde oyundan aldığımız hazzı sanıldığı kadar etkilemez. Hatta bazen, yenilen pehlivan güreşe doymaz hesabı, bu hedeflere ulaşamamak, oyun oynama arzumuzu daha da kamçılar.

Son zamanlarda izlediğim ve yaşam hakkındaki görüşlerimi en derinden etkileyen Cosmos adlı bir belgesel dizisi, evrenin oluşumunu, en başından günümüze kadar müthiş güzel bir kurgu ve görsellerle süsleyerek anlatıyor. Burada anlatıldığına göre, evrenin yaşına dair bizim ölçebildiğimiz en eski başlangıç noktası, 13,5 milyar yıl öncesine kadar uzanıyor. Bu zaman dilimini 1 yıl olarak ölçeklendirdiğimizde, insanoğlunun bu takvimdeki yerinin son 14 saniye kadar kısa olması ne kadar da çarpıcı değil mi?

Bu kadar büyük ölçekten baktığımızda, varoluşun bizim ne yapıp ne yapmadığımızla çok fazla ilgilenmediği ve varoluş üzerindeki etkimizin yok denecek kadar az olduğu inancına kapılabiliriz. Ancak varoluşun çalışma şekline göre, onun için önemli olan etkinin büyüklüğü değil sürekliliği. Çünkü büyük değişimler aslında sadece bir sonuç. Bu sonuçlara sebep olan etkenler incelendiğinde, en temel başlangıç noktasının mikro seviyede gerçekleşen değişimler olduğunu görüyoruz. Örneğin, o yıldızları yaratan müthiş patlamaların arkasında, Helyum atomlarının milyon yıllar süren etkileşimi, ya da ilk gözün oluşması için, DNA seviyesinde meydana gelen ufacık bir mutasyonun binlerce yıllık evrim serüveni olması gibi…

Henüz izlemeyenleriniz için Cosmos’u izlemenizi çok öneriyorum. Tüm bölümler boyunca bende hakim olan duygu, yüksek seviyede hayranlıktı. Varoluşun yargısızlığı, tüm olasılıklara eşit mesafede şans vermesi ve engin sabrı karşısında hayran olmamak mümkün değil. En büyüleyici işleyiş mekanizması ise asla sonuç odaklı olmaması. Tamamen şimdide ve mevcut koşullara göre şekillenen süreç içindeki sonsuz bir devinim. Örneğin, ilk göz işlevi gören yapı oluşurken, günümüzdeki göz olmak gibi bir amaçla yola çıkmamıştı. Bugünkü gözün ilk atası olan bu hücre, binyıllar sonra ne olacağını bilmese de, o anın koşullarında ne yapmak istediğini biliyordu; Işığı Toplamak… Günün sonunda, ışığı toplama becerisi, evrim sürecinin her aşamasında daha da mükemmelleşti ve bugünkü haline geldi. Ancak Işığı toplamak, tüm gözler için geçerli olan en temel işlev olmaya her zaman devam etti.

Varoluş, sonuç odaklı olmadığı için, o andaki tüm olasılıklara kapısını açıyor ve olana izin veriyor. Örneğin, kendi halinde giden bir göktaşı bir şekilde başka bir göktaşına çarpıyor ve yön değiştirerek Dünya’ya düşüyor. Bu olay, dinazorlar dahil, pek çok yaşam formunun yok olmasıyla sonuçlanıyor. Görünüşte, milyon yıllar süren evrim süreci büyük ölçüde yara alıyor. Ancak Varoluş’un bilincinden baktığımızda, bu bir geri adım değil. Tam tersine; yeni bir ilerleme sürecinin başlangıcı… Varoluş her zaman olduğu gibi, kendini her şekilde ifade etmeye devam ediyor…

Duyularımızla algıladığımız, deneyimimize giren her şey varoluşun eşsiz ifadesi. Durmak bilmeyen bir işleyiş. Her koşulda kendini var eden bir bilinç. İnsan merak ediyor ve soruyor, tüm bunların amacı ne?

Böyle bir soruyu ancak insan bilinci sorabilir. Çünkü insan bilinci sonuç odaklıdır. Verilen emeğin sonunda bir hedef, bir fayda görmeye koşullanmıştır. Bunu görmediği zaman, süreç ona anlamsız ve mantıksız gelir. Özgür ifadenin önündeki en büyük engellerden biri de işte budur…

Varoluşun bilinci ise böyle işlemez. Varlığımın amacı “NE” diye sormaz… Varlığımı başka “NASIL” ifade edebilirim diye sorar ve bu soruya milyarlarca olasılığı ifade ederek cevap verir. Çeşitlilik, varoluşun ifadesi için en önemli haz noktası. Çeşitlilikler arasında varlığını sürdürebilenler ise doğal seleksiyondan geçmeyi başaranlar.

Kendi varlığımızın amacını sorgularken, buna varoluşun bilinci ile yaklaşmamız bize engin olasılıklar sunar. İşte tam da bu yüzden, sormamız gereken asıl soru, “Varlığımın amacı ne?” değil “Varlığımı nasıl ifade edebilirim?” olması gerekmez mi… Unutmayın ki, ancak ve ancak doğru soruları sorarsak, aradığımız doğru cevaplar bize gelebilir…

“Hayat ne yaptığınızla değil, ne olduğunuzla ilgilenir, yani bilincinizle…” Eckhart Tolle

Esra Günaydın