Evrende herşey birbiriyle bağlantılı aslında. En alakasız görünenler bile. Mesela hayvanlarla, eskimiş ve değişmesi gereken eşyalar… Ne alakası var demeyin, biliyoruz ki fikir beyan ediyoruz burada.

İstanbul’da kışlar artık eski hükmünü göstermese de, havalar yine de soğuk bu günlerde… Biz dört duvar arasında yalıtılmış ve sıcak ortamlarda bile üşüdüğümüzü söyleme şımarıklığına sahipken, dışarıda soğuktan donarak ölen insanlar ve hayvanlar var hala. Kimimiz yemek artıklarını bahçe ve yolların köşelerine bırakarak, ekmek kırıntılarını pencere diplerine serpiştirerek kedi,köpek ve kuşların barınma ihtiyaçlarına değilse bile açlık sorunlarını elimizden geldiğince çözme derdindeyiz.

Gerçi kuşlar için ekmek kırıntısı bırakmak, istemeden de olsa kedilerin açlık sorununu da çözmeye sebep oluyor bizim bahçede. Çünkü bizim evdeki dahil, bir kaç avcı kedimiz var. Karnını doyurmak için pencerelere sokulan serçeleri kolladıklarını ve hatta bir kaçını kaşla göz arası hallediverdiklerini görünce, mecburen kuş besleme zamanlarında bekçilik misyonu da edindik. Önce kedileri doyurmak da çözüm değil, çünkü kediler evcil sayılsalar ve koltuk üstünde pinekleyen munis ve şirin yaratıklar olarak algılansalar da bu tamamen aldatmaca. Onlar ister sokak kedisi olsun, ister ev kedisi, doğaları gereği karınlarını doyurmaktan çok, avlanma içgüdüsü ile hamle yapıveriyor kuşcağızlara.

Üstelik sokak kedileri, ev kedilerinden oldukça farklı mizaca sahip. Hayatta kalma savaşında galip gelebilmek için daha sert ve acımasız olmak zorundalar. Bu sebeple kuşlara kök söktüren, bizi en nanköründen tırmalayan ev kedimiz Kuyruk, bahçedeki türdeşlerinin sertliği karşısında süt dökmüş bir kedi bile sayılabilir.

Örneğin evin içine girip, ta banyoda duran yemek kabından yemeğini yiyen gri kediden, üstüne bir de dayak yemesi sıradan bir olay bizim için. Canı istemezse onu salonun açık balkon kapısına çivileyip, saatlerce dışarı çıkmasına müsaade etmeyen siyah beyaz kedinin terörü de öyle.Kuyruk diğerlerine diş geçiremeyince, hırsından tırnaklarını bize ve evdeki koltuklara geçirdi doğal olarak. Artık koltukların aralarından, içlerindeki süngerlerin rengi ve kalitesi ile ilgili yeterli bilgiyi edindiğimize kanaat getirince, koltukları değiştirdik.

Nasreddin Hoca’nın torunları olarak “biz zaten değiştirecektik” aslında. Onların üstünde bütün apartmanın çocukları büyümüştü, hoplamış zıplamışlardı. Bütün yırtıklar, sökükler ve lime lime edilmişlikten 3 kiloluk bir kediyi sorumlu tutamazdık. Hadi tuttuk diyelim, bir kedi vişne suyu içmezdi, çikolatalı pasta yemezdi bunların koltuklar üstünde bıraktığı lekelerin sorumlusu apartmanın dört hayduduydu. Tamam onlardan biri bizim oğlumuzdu ama bunlar gereksiz detaylar. Allahtan Kuyruk vardı, yoksa biz üşengeçliğimizden daha kaç sene koltukların içler acısı halini görmezden gelmemize sebep olan perdeyi kaldırdı gözümüzden ve koltuklar değişti.

Perde dedim de… Aslında perdelerin de değişmesi gerekiyor. Kuyruk’un arada tırnaklarını takıp tarzancılık oynaması, yeterince belirgin yırtıklar oluşturmadığından, hala bu darbeler perdenin deseniymiş gibi algılanabilme limitleri içinde. Bir mucizeye ihtiyaç var.

Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez ve evren biz kaytardıkça çeşitli ayak oyunlarıyla Hızır mekanizması devreye girsin diye kulları sıkıştırır. Yine öyle oldu.

Sigara kokusunun ve dumanının tahliyesi amacıyla bahçeye açılan kapı aralandı, mutfağa gidip su içildi. Geri dönüldü kapı kapatıldı ve yatıldı.

Sabah kalktığımda uyku sersemliğimden eşimin “Senin ne işin var burada?” nidasıyla sıyrıldım. Bana diyor olamazdı ama çünkü ben burası diye bahsettiği yer neresiyse –ki muhtemelen salon olmalıydı, orada değildim henüz, daha yatak odası dolaylarında sürünmekteydim. Kuyruk’a söyleniyordu kesin, ya masanın üstüne çıkmıştır dedim ya da mutfaktan birşey aşırıp koltukların üstünde yiyordur başka ne olacak? Daha düşünce hızımla bile bu cümleyi tamamlayamadan Kuyruk gerine gerine yatak odasında sotalandığı yerden çıkıp peşime takıldı. Allah allah, Kuyruk da değilse muhatabı, kiminle konuşuyordu bu adam?

Salona girdiğimde kendimi garip bir can pazarının ortasında buldum. Hayatımda gördüğüm en bet suratlı ve külhanbeyi tavırlı dişi kedi ön cephedeki pencerenin perdelerine hamle yapmıştı ve kapalı camdan dışarı çıkmak için atılınca cama çarptı. Bir de kediler için zeki hayvan derler. Düpedüz salak bu. Bu defa da diğer pencerenin perdelerine doğru atılırken eşim bahçe kapısını açmak için hamlede bulununca hareketten ürküp perdelere tırnaklarını geçiriverdi.

Eğer hakikaten bir bilinç düzeyine sahip olsaydı, bu hareketini takiben hayatının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyor olması gerekirdi. Artık ölü bir kediydi benim gözümde en azından, badem gözlü perdelerime tırnaklarını geçirmişti. Ona doğru adım attığımızda daha da hırçınlaşıp debelenmeye başlaması ise onun değil ama perdenin son nefesini vermesine sebep oldu. Tırnaklarını taktığı yerler merkez alınmak suretiyle bir insan kafasının geçeceği büyüklükte delikler oluşmaya başladığını gördükçe benim de göz bebeklerim büyümeye başladı. Korku filmlerinden fırlayıp bizim salonda köşeye sıkışmış bir Elm sokağı kedisı, zaten güneşten yemekten erimeye başlamış iplikleri, jilet gibi tırnaklarıyla kesiyordu. Perdede tırnağını taktığı yerde sabit duramayıp yırtılan kumaşla birlikte aşağılara kaydıkça daha yukarılarda bir yere tekrar tırnak atıyor, yeni yırtıklar oluşturan bu kısır döngü halinde aşağı iniş, yukarı çıkış bitecek gibi görünmüyordu.

Perdeden vazgeçmiştik o an itibariyle. Biraz sonra yırtılacak yeri kalmayınca hırçınlığını koltuklarda denemekte bir an bile tereddüt etmeyecek ama açık olan bahçe kapısı yerine kapalı iki pencere arasında mekik dokuyacak kadar zekasız bu mahlukatı dışarı çıkartmak lazımdı. Nihayet yastıklardan birini kalkan yaparak camlardan birini açtık da dışarı çıkabildi garibim. Salonu şöyle bir incelediğimizde tüm camlarda pati izleri gördük, muhtemelen çıkmak için çok uğraşmış olmalıydı zavallıcık. Bizde de ne ağır uyku varmış, hiç birşey duymamışız gece boyu.

Şöyle bir alıcı gözle perdelere baktım. Kesinlikle yenilenmeleri gerekiyordu. Koltuklardan sonra perdelerimizi değiştirmek zorunda kalışımızı kedilere borçluyduk. Evrende herşey birbiriyle bağlantılıydı işte. Hayvanlar ve değişme zamanı gelmiş eski eşyalar…

Bu günlerde yatak odası takımıma bakıyorum ve diyorum ki “Bunun da değişme zamanı gelmiş.”

Yalnız bir sorun var, hiç bir yatak odası takımı kedilerin pati darbeleriyle yenisini almayı gerektirecek kadar hırpalanmaz. Yani bu sefer evrenin eski eşya yenileme konusundaki bağlantıda kedileri kullanacağını hiç sanmıyorum. Bilinmeyen ve tahmin edilmeyeni beklemek biraz ürkütücü olsa da kendimi evrene teslim ediyorum bu konuda. Yine de bir sonraki sefere “Hayvanat bahçesinden kaçan fil nasıl bizim yatak odamıza girmiş/” konulu bir yazı yazmak zorunda kalmam inşallah.

Müjde Apay

1969 yılında İstanbul’da doğdu.Şişli Terakki Lisesi’nin ardından, İstanbul Üniversitesi Turizm ve Otel Yönetimi Bölümünden mezundur. Alison University Psycology Diploma ve Biology and Behavior of Psycology Sertifika, Psikiyatri Derneği Temel Psikoloji programlarını tamamlamıştır. 2009 yılına kadar Turizm ve Bilişim Sektörlerinde çalıştıktan sonra spritüel gelişim alanında çalışmak ve hizmet vermek üzere kurumsal hayata veda etme kararı almıştır. Müjde Apay, Klasik Sistem Usui Reiki Master’ıdır ve Reiki eğitimlerini destekleyen Işık Köprüsü, Çakra-Aura eğitimlerini almıştır. Eğitim ve uygulamalarından edindiği bilgi ve tecrübeleri, hem şifa uygulamalarında hem de Reiki eğitimlerinde etkili bir şekilde kullanmaktadır.