Kendime bile garip gelen bir huyum vardır. Bulunduğum sosyal ortamda eğer bir ürün, bir konu, bir kavram fazlasıyla popüler olursa o üründen, o konudan, o kavramdan mümkün olduğunca uzak kalmaya çalışırım. Popüler kültüre karşı hissettiğim rahatsızlıktan dolayı olsa gerek. Popüler olan ürün toplum tarafından tüketilinceye kadar hakkındaki tartışmaları, eleştirileri, görüşleri, fikirleri ve yorumları uzaktan izler, ortalık durulunca kendimce yorumlarım o ürünü. Mesela çok satan bir kitabı eğer ilk baskısında alıp daha henüz hakkında çarşaf çarşaf eleştiriler çıkmamışken okursam okurum. Yoksa uzun bir süre okunacaklar listesinde bekler o kitap. “Babam ve Oğlum” filmini gösterimden kalkmasına ramak kala izlemişimdir mesela. Enteresan bir adamımdır. Kabul ediyorum.

2007 yılının Eylül ayında gündeme bomba etkisiyle düşen “Mahalle Baskısı” konusu için de aynı uygulama söz konusu oldu tarafımca. Bütün kanalların ana haber bültenlerinde hararetli tartışmaları izlemek yerine müzik kanallarında ruhumu doyuracak uygun melodiler arıyordum. Dünyanın en hızlı gündem değiştiren ülkesinde yaşadığımız için konunun hararetinin düşmesi fazla uzun sürmedi ama benimde konu hakkında bilgilerimi arttırma hevesim kalmamıştı.

Dünyaca ünlü Türk Sosyoloğu Şerif Mardin’in ortaya attığı bu kavram fazlasıyla siyasi gelmişti bana. Siyaseti sevmem. Sevmememin nedeni siyasetin kendisi değil daha çok onu icra eden siyasetçilerden. Fakat bir de olayın sosyolojik boyutu var. Yani yaşamı, hayatı etkileyen kısmı. Bu yüzden ne kadar pas geçilebilir, ne kadar uzak durulabilir konuya. Ben de duramadım zaten. Son dönemde oldukça ciddi bir “Mahalle Baskısına” maruz kaldım!

Şubat ayının ortalarında hayatımın son sekiz senesini geçirdiğim muhitimi özel nedenlerden dolayı değiştirmek zorunda kaldım. Küçük, şirin, sessiz, sakin bir mahallede yine küçük, şirin, sessiz ve sakin bir eve taşındım. Son sekiz yılımı geçirdiğim dairenin içinde bulunduğu sitenin 5 blok ve 192 daireden oluştuğunu düşünürseniz gerçekten taşındığım mahalle ve etrafı sessiz ve küçük kalır. İhtiyacım olan sessiz ve sakin bir yaşam beklentisini karşılayacak olması cazip gelmişti bana.

İlk “Mahalle Baskısı”nı yeni evime taşındıktan kısa bir süre sonra bir Pazar sabahı arkadaşlarımla kahvaltı masada otururken yaşadık. Pazar sabahı için oldukça erken bir saatte şirketten arkadaşlarımla pencere kenarına yerleştirdiğim masanın etrafında güle oynaya kahvaltı ediyorduk. Evin havalanması için bütün pencereleri açmış ve farkına varmadan sanırım biraz da gürültü yapmıştık. Tam pencereden dışarıya “Yoldan geçen var mı?”, “Etrafı rahatsız etmiyoruz inşallah.” Diyerek bakarken karşı evin hanımı ile göz göze geldik. Hanımefendi sanırım bana sesleniyordu. “Ahaa ..ıçtık!” dedim içimden. İlk ihtarımı alacaktım yeni mahallemin sakinlerinden. “Biraz daha sessiz olur musunuz!” tonunda… Ama beklediğim gibi olmadı. Güzleryüzlü hanımefendi bana balkonumda çiçekçiden aldığım ve henüz daha büyük saksılara geçiremediğim çiçekleri nereden aldığımı sordu. Bende aldığım yeri tarif ettim. Tam ucuz savuşturduk derken bir salvo daha geldi komşumdan.

“Bu çiçekler güneşe gelmez, biliyorsunuz değil mi? Gölge yer sever. Eğer o balkona koyacaksanız solar orda onlar!” dedi. Ben de verdiği bilgiler için teşekkür ettim ve en kısa sürede aldığım yerden çiçekleri değiştireceğimi, güneşe daha dayanıklı olan cinslerindenalacağımı söyleyim muhabbeti daha fazla uzatmadan masaya ve arkadaşlarıma döndüm.

Aradan birkaç gün geçti ve ben komşumuzla aramızda geçen bu konuşmayı tamamen unutmuş olarak balkonda yeni saksılarına geçmeyi bekleyen çiçeklerimi daha büyük saksılaraaldım ve dekoratif olarak balkonumun muhtelif yerlerine yerleştirdim. Bu arada evden sabah çıkıp gecenin bir yarıları eve döndüğüm için komşumuzla karşılaşma ihtimalim de olmuyordu pek. Fakat bir gün ben evde işteyken eve temizliğe ve ortalığı toplamaya gelen kadına balkondan seslenmiş yine “Bu çiçekleri güneşe koymasanız, yazık solacak yavrucaklar!” diye. Gülmeyin çok ciddiyim. Güleryüzlü hanımefendi kendine ciddi bir dert edinmişti benim balkonumda saksısında uslu uslu yaşayan ortancalarımı.

Artık eve geldiğimde ilk işim çiçeklerime bakmaktı, soldular mı diye. Fazla uzun süre beklemem de gerekmedi zaten. Birkaç hafta geçmeden çiçeklerin yapraklarına bir haller oldu. Kendini salıverdi ortncalarım. İlk işim komşum farketmesin diye iç mekana almak oldu ama acayip bir suçluluk duygusu bende. Kendimi bir katil gibi hissediyordum. Öldürmüştüm sonunda zavallıcıkları… Haftasonları bile eve sessiz sedasız giriyordum. Karşı komşum beni farkedipte çiçeklerimi sormasın diye.

Ama her insan eninde sonunda korkularını yaşamak zorundadır ya. İşte oldu bir haftasonu günü. Evden oğlumla beraber çıkmış kahvaltı yapmaya sahile bir yerlere gitmek için arabaya binecekken komşum elinde bahçe hortumu, bahçesini sularken göz göze geldik. Nezaketen “Günaydın” dedim. Kibarca karşılık verdi ve tam arabaya binecekken “Soldular değil mi?” dedi.Ne diyebilirdim ki? Sessizce kabul ettim suçumu ve birazda şu çiçek mevzusundan kurtulabilmek ümidiyle “Dilerseniz sizin bahçeye koyabiliriz, hem gölge yerleri de var. Belki canlanırlar.” dedim. Der demez de kadıncağız “Getirin hemen!” dedi. Bir koşu indirdim evden saksıları, bahçesini bıraktım. Bu arada bahçeyi ilk defa içinden görme şansım olmuştu. Gerçek bir bitki aşığıydı komşum. İmrendim. Resmen çiçek öyle bakılmaz, böyle bakılır demişti bahçesi bana. Kendi baktığı ortancaları ve diğer bitkileri isimleri ile gösterdi bu arada bana.

“Sizin balkonunuzda bu tarz çiçekler gider. Size bunlardan verelim.” diyerek yol bile gösterdi. Ben de teşekkür ederek arada sırada gelip çiçeklerimi görebilmek için izin isteyerek geciken kahvaltımıza doğru yol aldım.

Yaşadığım ilk “Mahalle Baskısı”ydı bu olay. Ardından diğerleri izledi. Ben işte olduğum süre içerisinde eve gelen sağlık bakanlığı görevlileri için bir yerlerden numaramı bularak telefonda semt polikliniklerine kaydolmama vesile olan yan apartmandaki komşularımı ayrıca takdir ediyorum. Sekiz sene oturduğum sitede bırakın bu tarz baskıları insanların birbirlerinin cenazelerinden bile haberi olmazdı. Alışık değildim açıkçası böyle davranışlara. Annelerimizden, babalarımızdan duymaya alışkın olduğum eski zamanların anlatılan mahallelerinden birisinde yaşıyordum sanki. Hani evlerin cümle kapılarının ardına kadar açık olduğu ama hiçbir hırsızlık olayının yaşanmadığı, insanların komşularına sabah kahvesinden akşam yatma saatlerine kadar sürekli gidip geldiği, çoluk çocuk, yaşlı, demeden herkesin herkesi tanıdığı, herkesin herkese selam verdiği ve tarif edilemez bir ilişki içerisinde olduğu geniş bir aile gibiydi semt sakinleri.

Evlerin balkonlarından insanlar birbirlerine sesleniyor, mahalleye giren bir araba eğer yabancı plakalı ise hemen farkediliyordu. Gecenin bir yarısı bile olsa sokağa bir araba geldiyse arabanın homurtusundan hangi evin, hangi komşunun arabası olduğunu biliyordu insanlar artık. Birbirlerini ezberlemiş ve birbirlerinden güç alarak yaşar hale gelmişlerdi.

Uzun yıllardır hem dış mihrakların, hem de ülkemizde iktidara gelen hükümetlerin sessizce insanlara giydirmeye çalıştığı bireyselciliğe bir yerde kafa tutuyorlardı. Komün Hayatın güzelliklerini sergiliyorlardı ve işin ilginç yanı da bunu kimseye farkettirmeden, yavaş yavaş başarıyorlardı. Kimseye çaktırmadan. Sessizce baş kaldırıyorlar.

Biliyorum okuduklarınızı “Mahalle Baskısı” denilen kavramla uzaktan yakında bir alakası yok ve alakasız olan bu yaşanmışlıkları burada yazarak “Mahalle Baskısı” denilen kavramı şirin bir şeymiş gibi göstermek gibi bir riskle karşı karşıyayız. Fakat bir şekilde sizlerin dikkatini bu yaşadıklarıma çekmem gerekiyordu.

İnsanlara neyi yapacaklarını ya da neyi yapamayacaklarını öğretirseniz ya da öğremeye kalkarsanız ya feci teperler sizi ya da bizde olduğu gibi toplumdan uzaklaşmaya başlarlar. Binlerce kişinin yaşadığı sitelerde birbirine sekiz senede bir kere bile selam vermeden yuvarlanıp giderler. Baskının hiçbir şekline katlanılmasını bekleyemezsiniz insanlardan. Özellikle kendi adıma konuşayım. Birisi bana ne yapmam gerektiğini söylerken aslında ne yapmamam gerektiğinin ipucunu veriyordur.

O nedenle “Mahalle Baskısı” dediğim yaşanmışlığın aslında bir “Mahalle Etkisi” olarak değiştirilmesini istiyorum zihinlerinizden. Çünkü bu örgütün (ki ortada bir örgüt mörgüt yok) bireyleri biraraya gelip yaşadıkları mahalleye kimlerin girip kimlerin giremeyeceğini belirleme gibi bir lüksleri yok. Sadece yaşadıkları mahalleyi daha yaşanır bir hale getirmek niyetindeler ve belki de toplumsal bir kasoun içinden nasıl çıkılacağını gösteriyorlar.Birarada yaşayabilmek için bir seçici heyete gerek olmadığını ve nasıl yaşanması gerektiği konusunda baskıcı olunmadan da insanlara yol gösterebileceğini ispatlıyorlar. Birlikte yaşamaktan ve bunu öğrenmekten başka şansımız yok. Birlikte yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Eğer bunu kendi kendimize öğrenemezsek birileri gelecek (tarihte geldikleri gibi) ve bize nazıl yaşamamız gerektiğini öğretecek (öğretmeye kalktıkları gibi). Öğretmeye hakkı olduğunu zannedecek.

Ama bu insanlar kendi aralarında“Mahalle Baskısı”na, “Mahalle Etkisi”yle karşılık veriyorlar.

Şimdilerde mahalleme de alıştım, mahallemin etkisine de. Akşamları hava fazlasıyla sıcak olduğundan yemeğimi yedikten sonra kendimi evimin balkonuma atıyor ve kucağımda bilgisayarım, yanımda soğuk bira bardağım eşliğinde yaşadığım mahallenin keyfine varıyorum.

Oğlum artık sokakta top oynamanın nasıl bir zevk olduğunu biliyor. Mahalle arkadaşları ile birlikte top koşturuyorlar. Balkondan birbirlerine bağırıp “hadi aşağıya!” diye sesleniyorlar. Mahalle sakinlerinden birisi eve dönerken önce eve girmeden evinin balkonunda oturan komşuları ile birkaç dakika laflıyor. Akşamları televizyon proğramlarına göre komşular birbirlerine gidip geliyor. Erkekler bir evde avrupa kupası maçlarını izlerken, hanımlar bir başka komşuda “Yaprak Dökümü” seansı düzenliyor. Saat on ikiye kadar evlerin, bahçe kapılarının açılıp kapanma seslerini duyabiliyorsunuz.

Sabahları işe gitmek için evden çıktığımda köpeğiyle yürüyüşten dönen Ayşe hanımla günaydınlaşıyor, akşam eve dönerken de Evin reisi Rıfkı beyle selamlaşıyorum. Bakkalımızdan alışverişi yaparken en azından onun beni tanıdığını biliyorum artık. Yaşayan bedenlerin aslında bir makine olmadığını ve zorlasan da olamayacağını çok iyi anladım artık. Korkmama gerek kalmadı. Sadece henüz Mahalle Etkisi’ne maruz kalmamış çoğunluk olduğunu biliyorum ama kaçış yok. Onlarda eninde sonunda yüzleşecekler… Mahalle Etkisi’nden kaçış yok arkadaşlar. Boşuna uğraşmayın… Biran önce deneyimleyin…

Emre Sakaryalı