İlk yazımı yazdıktan sonra, (yazmadan önce ve tabi ki yazarkene de aslında (bu arada yazarkene yeni bir kelimedir ve tam yazma anını belirler, Türkçeyi henüz öğrenmekte olanların kullanması kesinlikle yasaktır, ama benim gibi yaşını başını almış, okullarını bitirmiş ve Türkçeye yapılanları görerek zaman içinde çook üzülmüş olan şahıslar ruhlarını yelpazelemek ve “işte biz de bozabiliyoruz” demek adına, alıp tepe tepe kullanabilirler)) aynı gün içerisinde daha bir sürü yazı yazmak istedim… Bütün gazete ve dergilerde yazmalıydım, o kadar çok şey vardı ki yazılacak, ardından beğenilip beğenilmediğine bakılacak, heyecan içinde beklenilecek ve vücutta salgılanabilecek her tür heyecana dair salgıyı oradan oraya dolaşacaktıracak… Tuttum kendimi, ne de olsa okunma zamanına yakın yazılmalıydı yazılar, diğer taraftan da daha yayınlanıp yayınlanmayacağına dair bir şey bildirilmemişti bana, ama bu karın ağrısı kısmını editörümün sürati sayesinde kısa sürede atlatıverdim… Bekleme dönemine girdim ardından, yazımı görmeyi bekleme dönemi vee o kadar çok bekledim ki, dayanamayıp bir mail sallayıverdim editörüme; “nedir durum ???, yoksa bi terslik mi var??? Naaaayııııır, nolamaz” şeklinde… Aldığım cevap ise dikkatsizliğimden dolayı utanmama sebep oldu… (kırmızı bir yüzle açıklıyorum, biz aylık dergiymişiz (e biraz kafacığını kullansan bulurdun be kızım o kadar sayfa yazı ne kadar zamanda hazırlanır ve ne kadar zamanda okunur, aaaah Seden aaaaah)).  Neyse kısa keseyim her hafta da yazmayacaktım, ayda bir yazacaktım; e o zaman aceleye gerek yoktu. Sakin sakin düşüne düşüne yazıverirdim canım. Tatil mi? tamaam, onu da yapayım dönünce yazarım. Oooo daha 10 gün var yazı teslimine, hem zaten bir sürü konu var aklımda canım, ne diyosun son gün mü??? HAAAAYIIIIR… Zaten yağmurlu bir gündeyiz ve içim daralıyor, darala darala okuyanları da daraltırım ben şimdi, ama çaresizim, suçluyum, güçsüzüm  vee yağmur yağıyor…

 

Lise 2’deyiz ve İngilizce dersinde okuduğumuz kitaplardan bir tanesi de Ernest Hemingway’in yazdığı “Farewell to Arms”, bizce (yani sınıfça) “Bye Bye to Guns” (kendimizi zeki ve esprili sanıyorduk o zamanlar, heyhaaat); Türkçe’ye de “Silahlara Veda” olarak çevrilmişti. Sınıfça hepimiz çok etkilenmiştik kitaptan ve tabi canımız öğretmenimiz Dicle Öldürülenoğlu’nun yaptığı ve bize yaptırdığı analizlerden de… Yağmur vardı orda da ve yağmur hakkında unutamadığım iki cümle girdi hayatıma. Taşıdım onları oradan alıp günümüze kadar, her yağmur yağışında içimden ya da dışımdan tekrarlayıverdim farkında olmadan aynı şeyi yaptığımı… “Rain brings disasters” (yağmur felaketleri getirir) ve “Rain purifies” (yağmur temizler (yıkama yağlama değil tabi ki)) ve her seferinde de merak ettim o anda yağanın ne yaptığını. Bazen dışarı çıkıp çılgınlar gibi zıpladım yağmurun altında, attım kendimi bir çukurdan diğerine (düz yolda pek zevkli olmaz bu işlem, bu yüzden belediyeler de sağolsunlar, her yerde bir kaç çukur bulundururlar biz keyifle zıplayabilelim diye), bazen camın önünde oturup saatlerce baktım yağmura, yağmurla ilgili şarkıları söyleyerek mırıl mırıl ve içime çektim yağmurdan sonraki toprak kokusunu (iki yıl önce 52 gün durmadan yağan yağmuru konunun dışında bırakıyoruz tabiiii, o, 53. gün kara dönüştü (havadan beyaz ve lapa lapa olarak yağan=snow); ben de karalar bağladım, canım muz ağacımı korumaya alamadım ve artık muz ağacım yok). Bizde de “berekettir”
deriz eğer o gün bir yakınımız evleniyorsa, ama onun dışında sel ve felaket getirir yanlış yapılanmış yerlere (biz tabii burada yağmuru suçlarız… neyyyyyssssseee). Çarpık kentleşme ile de ilgili bir şeyler yazacağım günün birinde, ama bunun için öncelikle bir kaç fotoğraf çekip sonra da imar kanununu önüme açıp dersimi iyice çalışmalıyım… Lise günlerine geri dönersek bu kitabı okuduğumuz iki ay pek güzel geçmişti ve teneffüslerimizi de vermiştik kitaba. Üzerinde tartışmıştık bol bol, hoşlanmayan bir ya da iki kişi vardı ama onlar da kitaba ilgi duymuşlardı kendilerince, çünkü o güne kadar sadece “bitch” olarak bildiğimiz kelimenin 6 farklı söylenişi de yer alıyordu kitapta; yani kelime haznemizde oldukça gelişmişti “Bye Bye to Guns” sayesinde … (onlarca guns bizce hala arms (kollar olanı))

Aslında derKİ’deki misyonumu eğlendirmek olarak seçmiştim, zira önce seneler boyu öğrendim (bu arada hala öğreniyorum ve daha öğreneceğim çok şey var gayet iyi biliyorum, bıraktım filan sanmayın). Sonra hayatın beni getirdiği yer (irem ve emre’nin sahibi olma yerinden bahsediyorum, burası anlaşılmıyormuş ulu manitu öyle dedi), dolayısıyla bitirdiğim okulları tekrar bitirmek durumunda kaldım; hem de iki tur  (umarım farklı fakültelere giderim, tekrar mimarlık ağır gelir diye düşünüyorum zira) ve bu arada da bol bol ciddi öğretici ve eğitici olmak zorundaydım(zaten yağmur da yağıyor, ağlarım ben şimdi halime ). Bu yüzden deee tekrar söylüyorum bundan sonra vallahi okurken eğleneceğiniz şeyler yazacağım.

Eğer bu yazıyı gönderdiğimde editörüm yayınlanmasına karar verirse, yani köşe (köşe derler ya) hala benimse, ben bu hafta (kadın hala haftalık zannediyor) bu köşeyi aslında benim için çok önemli olan bir festivale ait bilgilerle kapatmak istiyorum (ben her zaman yazabilirim, ama bu festival yılda bir kez gerçekleşiyor, çok emek harcanıyor veee kaçırmamalısınız. Ben kaçırmamak için elimden geleni yapıyorum ve şimdiden 2 Ekim için otobüsteki yerimi ayırttım) (Yazının sonunda saçma hamişlerim yer alacaktır, ama bu program o kadar zekidir kiiii arada bir yerleri atlayıp, hamişlere varmak isterseniz, durumu kavrayıp hamişleriiiii yokedecektir , demedi demeyin)
 

10. Uluslararası Eskişehir Festivali başlıyor…

Müzik, sinema, dans, tiyatro gibi çeşitli sanat dallarında yerli ve yabancı bir çok sanatçı ve topluluk 2-10 Ekim 2004 tarihlerinde Eskişehirli sanatseverlerle bir araya geliyor.

Yıllardır İstanbul, Ankara ve İzmir ile sınırlı olan “uluslararası sanat festivalleri”nin Anadolu’daki öncülüğünü üstlenen Uluslararası Eskişehir Festivali, bu yıl 2-10 Ekim 2004 tarihlerinde arasında sanatseverlerle buluşuyor.

İlki 1995 yılında Zeytinoğlu Eğitim, Bilim ve Kültür Vakfı tarafından düzenlenen festival, 2001 yılından bu yana Zeytinoğlu Vakfı ile Eskişehir Kentsel Gelişim Vakfı işbirliği ile gerçekleştiriliyor. Her yılın Ekim ayında düzenlenen festival 9 yıldır, %30 ‘u yabancı olmak üzere 2.907 sanatçı, topluluk ve orkestrayı ağırladı.

Festival programı çerçevesinde bu yıl 9 gün boyunca: 19 gösteri, 4 atölye çalışması, 3 serginin yanı sıra film gösterimlerine yer verilecek. Bu etkinliklerin içerisinde 7 Klasik Müzik, 3 Caz, 2 Halk Müziği, 1 bale ve 1 müzikli gösteri, yetişkinlikler için 3 ve çocuklar için ise 2 tiyatro oyunu sahnelenecek.

Konserler…

2003 yılında “Uluslararası Müzik Konseyine” üye olarak kabul edilen Türkiye, bu yıl ilk kez Uluslararası Müzik Günü’nü 1-2 Ekim 2004 tarihlerinde gerçekleştirilecek konserlerle Eskişehir’de kutlayacak. 

 Festival 2 Ekim akşamı  Carl Orff’un ünlü eseri Carmina Burana ‘nın seslendirileceği konserle başlayacak.  Şef Naci Özgüç yönetiminde, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Çoksesli Korosu’nun katılımıyla gerçekleştirilecek olan konserde Carmina Burana,  orkestranın yerini iki piyano ve altı kişilik vurmalı çalgılar grubunun aldığı  farklı bir düzenleme ile sunulacak. İki piyanoda dünyaca ünlü piyanist ikiz kardeşler Ferhan ve Ferzan Önder’in yer aldığı konserin solistleri ise soprano Pervin Çakar ve çalışmalarını halen Viyana’da sürdüren bariton Güvenç Dağüstün. Güvenç Dağüstün eserdeki bariton partilerinin yanı sıra kontrtenor partisini de seslendirecek. Sanatçılara Festival Vurmalı Çalgılar Grubu eşlik edecek.

Festival, bu yıl iki özel koroya da ev sahipliği yapacak: Uluslararası yarışmalarda ülkemizi başarı ile temsil eden Gökçen Koray yönetimindeki TRT İstanbul Gençlik Korosu ve “Romanya’nın kanatsız melekleri” olarak anılan Romanya Radyosu Çocuk Korosu.

Festivalin kapanış konseri, yedi yıldır olduğu gibi Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı elemanları ve öğrencilerinden oluşan orkestra tarafından gerçekleştirilecek. Kapanış konserinde bu yıl, Devlet Konservatuarı Gençlik Senfoni Orkestrası üyeleri ise ilk kez böylesi geniş bir kadro ile yer alacak. Anadolu Üniversitesi Festival Orkestrasını şef Burak Tüzün yönetecek.

Caz’ın farklı ritimleri…

Caz severler, Manu Katche, Andy Summers Trio ve Quartet Muartet konserleri ile festivali izleyebilecekler. Günümüzün en önemli davulcularından biri kabul edilen ve Sting, Peter Gabriel, Youssou N’dour ve Tori Amos gibi isimlerle çalışan Katche, 5 Ekim 2004 tarihinde caz severlerle buluşacak. 09 Ekim 2004 tarihinde efsanevi The Police grubunun gitaristi Andy Summers’ın kurduğu Andy Summers Trio’nun vereceği konser ise caz severlerin keyifle  izleyeceği konserlerden biri olacak. Sarp Maden Volkan Öktem, Alp Ersönmez ve Genco Arı’dan kurulu olan Quartet Muartet, caz, latin, fusion, rock, blues ve elektronik müzik gibi değişik türleri harmanlayan müzik anlayışları ile farklı bir tat katacaklar.

Halk Müziği ezgileri…

Son yıllarda festivalde önemli bir yer tutan Halk Müziği konserleri bu yıl da etkinliğini sürdürecek. Kardeş Türküler ve usta yorumcu Arif Sağ eşsiz yorumları ile festivalin konukları olacak.

İDOB’dan iki farklı çalışma

İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Nil Berkan’ın sahneye koyduğu tek perdelik “Metroda” adlı baleyi sahneleyecek. Bale öncesinde İDOB sanatçıları Fransız şarkılarından oluşan bir de konser verecek.  Yine İstanbul Devlet Opera ve Balesi, Folklarama-Türk Büyüsü adlı eserle, 06 Ekim 2004 tarihinde izleyicisi ile buluşacak.

Konuk ülke, İtalya…

Uluslararası Eskişehir Festivali’nin “Konuk Ülke Programı”nın konuğu ise bu yıl, İTALYA olacak. 07 Ekim 2004 tarihinde, I Solisti della Scala topluluğu ve 08 Ekim 2004 tarihinde de Duo Arcadia di Roma Topluluğu Anadolu Üniversitesi Sineme Salonu’nda konser verecekler. Duo Arcadia di Roma Topluluğu, Bocceherini, Paganini ve Manuel de Falla’nın yapıtlarının yanı sıra F.B. Amendola’nın kendilerine ithaf ettiği eserin Avrupa’daki ilk seslendirilişini de gerçekleştirecek. Ayrıca bu program çerçevesinde İtalya sinemasından da örneklerin sunulacağı program, Ankara İtalyan Kültür Merkezi’nin katkıları ile hazırlandı.

Usta kalemler, usta oyuncular

Akbank Kültür Sanat Merkezi-Prodüksiyon Tiyatrosu, Işıl Kasapoğlu’nun yönettiği, “Fernando Krapp Bana Mektup Yazmış” adlı eserle festivalde yer alacak.  Kent Oyuncuları ise festival kapsamında Martin McDonagh’ın yazdığı “İnishmorelu Yüzbaşı” adlı son yılların en çarpıcı komedisi ile sahne alacaklar.

Geleceğin izleyici/dinleyici/sanatçıları için …

Çocuk Etkinlikleri bölümünde “İtalya” konulu bir resim yarışması düzenlenecek; Antalya Devlet Tiyatrosu’nun “Harikalar Mutfağı” ve Arama Tiyatrosu’nun “Kabus Yiyen” adlı oyunları sahnelenecek. Nihal Geyran yönetiminde tiyatro; Aydın Teker yönetiminde dans; Naz Erayda yönetiminde resim ve Tugay Başar yönetiminde müzik atölyelerinde çocuklar sanat yoluyla kendilerini ifade etme ve yaratıcıklarını sergileme imkanı bulabilecekler.

Fotoğraflarla Festival…

Festival’de Hüseyin Eryılmaz’ın dokuz yıldır festivaller süresince çekmiş olduğu fotoğraflarından oluşan sergisi de izlenebilecek.

Anadolu Üniversitesi Spor, Sinema Salonları ve Atatürk Kültür Merkezi salonları, Eskişehir Hayal Kahvesi ve bu yıl Eskişehir Büyükşehir Belediyesi tarafından yapılan yeni Kültür Merkezi salonlarında düzenlenecek etkinliklerde, 10. yıl için özel tasarlanan Sokak Etkinlikleri ile salonlardan sokaklara da inilerek, festival coşkusu tüm hızıyla yaşanacak. Sanat etkinliklerinin düzenlendiği merkezlerden uzakta kalan semtlerde yapılacak mini dinleti ve gösteriler, daha geniş seyirci kitlesine ulaşılmasına katkıda bulunacak.

Festivalin biletleri 18 Eylül 2004 tarihinde satışa sunuldu. Ayrıca her gösteri için gösteri günü, gösteri mekanında da bilet satışı yapılacak. Eti Plaza önü ve Anadolu Üniversitesi Sinema Salonu gişelerinden alınabilecek biletlerde, öğrenciler ve çocuklar için indirimler uygulanacak.

Hamiş: 
Görebiliyor musunuz ?

Editörüm barış gününü göz önünde bulundurarak bu yazıyı yayınlama kararı verdi mi acaba?
a) evet    b) boşuna yazıyo(r)sun seden 

Her yılın Ekim ayında düzenlenen festivalde 9 yıldır,  857si  yabancı olmak üzere 2.907 sanatçı, topluluk ve orkestranın yer aldığını biliyor muydunuz? 

Ve tabii ki buraya hala sıkılmadan vardıysanız sağolun…

Konuk Yazar