Biliyorsunuz o yıllarda rahmetli Zeki Müren Bodrumda ikamet ederdi. Lakabı ise “paşa”ydı. Akşamüstü 6-7 sularında Barlar Sokağı’ndan mahiyetindeki birkaç korumasıyla geçer, kendisine sevgiyle bakan kişilere gülücükler ve de reveranslar dağıtırdı. Akşam yemeğini yediği klasik mekan ise şimdi artık kapalı olan meşhur Han restorandı. Barlar Sokağı’ndan geçerken en çok sevinenler fotoğrafçılardı. Çünkü Bodrum’un Paşası’yla beraber resim çektirmek artık alışılagelmiş bir gelenek halini almıştı. Rahmetli, hayranlarıyla bir süre fotoğraf çektirir, bu işlem sırasında da fotoğrafçılar doğrusu bayağı hatırı sayılır paralan ceplerine atmakta hiç de zorlanmazlardı. Rahmetli Zeki Müren’in bir de dillere destan sabah faslı herkes için çok önemliydi.

Meşhur yatıyla Bardakçı koyunda gözükmesi sabırsızlıkla beklenir , teknesinden inince de alkışlarla “Hoş geldin Paşam” nidaları arasında bir iki gazinoda istirahata çekilirdi. Genellikle sabahlan pek konuşkan olmazdı.İşte yine böyle bir sabah faslı yaşanırken usulca yanına yaklaştım. Korumalar işe karışana kadar mevzua girmiştim bile. O yıllar Haftanın Sesi adlı haftalık bir magazin gazetesinin Ege ve Akdeniz kesimlerinde görev yapan bir foto muhabiriydim. Kibarlığı ve kendinden son derece emin kişiliği karşısında biraz da zorlanarak “Paşam” diye söze giriştim.

“Sizinle bir röportaj yapmak istiyorum. Mümkün mü acaba?” dedim, “Hangi gazetenin muhabirisin?” diye sordu. ” Haftanın Sesi Paşam” dedim. Bir kahkaha attı. “Ha demek bizim Metin’in adamısın ha?” dedi. “O zaman olur. Çünkü ben patronunu pek bi severim”. Neyse uzun lafın kısası yaklaşık 45 dakika süren bir röportaj yaptım kendisiyle. Röportaj bitti ve sıra fotoğrafların çekilmesine geldi. Bu işlem de sona erdikten sonra tam vedalaşmak üzereydik ki, aklıma birden bir soru takıldı? “Paşam” dedim. “Özür dilerim bu belki de röportaj dışı bir soru olacak ama, merakıma mucip oldu da son bir soru daha sormak istiyorum.” Biraz sinirlenmişti. “ Yalnız bak bu kesinlikle son olsun…” buyurdu. Tabii paşam” dedim. İnanın son. Siz düzenli olarak her sabah Bardakçı koyuna geliyor ve Bodrum’da sadece burada denize giriyorsunuz. Bunun özel bir nedeni var mı? Bir kahkaha attı.

“Ahh” dedi. “Genç adam bunun nedenini sana ne yazık ki söyleyemem. Bu bana sıkça sorulan bir soru. Kimselere cevap vermedim bu konuda. Zaten söylesem de anlayabileceğini zannetmiyorum..” demez mi ? Bu sefer sinirlenme sırası bana gelmişti ama, kolaysa sinirlen. Yaksan yaksan cürmün kadar yer yakarsın. Tabii bozuntuya vermedim ama “Peki paşam size sorduğum sorunun cevabını ilk fırsatta size ben vereceğim ve buna yemin ediyorum” dedim. Gülüyordu. “İnşallah… İnşallah…” dedi. “O gün geldiğinde hemen Han Restorana gel. Eğer cevabın doğru olursa bütün gece masamda davetlim olursun” deyip gülümsedi. Vedalaştık….

Bu soruya verdiği cevap ve beni hakir görür gibi davranışından çok etkilenmiştim. Kendi kendime yemin ettim. İlk fırsatta Zeki Müren’ in neden hep Bardakçı koyundan denize girdiğinin cevabım bizzat kendisine verecektim. Aradan 15 gün geçti ve ben İstanbul’u çok özlemiştim. İki günlüğüne İstanbul’a gittim. Tam eşimle dostumla özlemimi gideriyordum ki, birden aklıma Zeki Müren ve Bardakçı koyu öyküsü gelmez mi? Bir anda soluğu Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde aldım. Mitolojiye aşın meraklı olduğum için bu konularda bilgilerim iyidir. Hemafrodit’in çift cinsiyet anlamına geldiğini bilirim.. Ayrıca onun Hermes ile Afrodit’in çocuğu olduğunu da tabii. (Yunan mitolojisinde bu çocuğun orijinal adı ise Emafroditos’dur.) Ama mitosun tamamını bilmiyordum. İçimden bir ses doğru iz üzerinde olduğumu ve Hemafrodit’in öyküsünü okumam gerektiğini söylüyordu.

Bir mitoloji sözlüğü isteğimi gerekli fişe yazdım ve kütüphaneciye verdim. Az sonra sözlük elimdeydi. O zamanlar Beyazıt kütüphanesi bugünkü modern görünümünde değildi. Eski ve küçük olan salon Allah’tan ki oldukça tenhaydı. Boş bir yer buldum. Hemafrodit maddesini açtım ve heyecanla başladım okumaya. Şimdi gelelim Mitosa. Mitos aynen şöyle : Yunan Tanrılarının insanlarla Tanrılar arasındaki aşklar kadar Tanrıların Tanrı kardeşleriyle olan aşklarında da Hermes ile Afrodit’in gizli aşkı çok meşhurdur. Bu gizili aşktan nur topu gibi bir oğlan çocuğu doğar. Bu çocuk nerede ve nasıl bakılacak? Nasıl büyütülecek? İleride ne olacak? Ya olay Zeus’un kulağına giderse? Sorular…. Sorular…. Sorular…. Gizli aşkın sahipleri başlarlar düşünmeye. Bu aşkın meyvesi acaba nerede yeşillenmeli? Bir süre düşündükten sonra karar verilir. Çocuk da büyüyecek. Tamamen bakir ve ıssız olan bu koyda bir gün Hermes, bir gün Afrodit tarafından ilgilenilerek büyütülecektir. Uygulama hemen başlar. Aylar ayları, yıllar yılları kovalar. Çocuk artık bir delikanlı olmuştur ama, nasıl bir delikanlı ? Sormayın gitsin. Eski Yunan atletleri gibi güzel bir vücuda, tabii biraz da annesine çektiği için olağanüstü güzel bir yüze ve upuzun saçlara sahiptir. Ancak bulunduğu yerde kendinden başka kimse olmadığı ve anne ve babası hariç kimseyle de konuşamadığı için çok tecrübesizdir. Denizde üstüne yoktur. Çünkü deniz onun her şeyidir. Uyku haricindeki tüm zamanını yüzerek, balık tutarak ve uzun uzun denizi inceleyerek geçirir. Bu arada koyda çeşitli Nympeler (Mitolojide su perilerine verilen isim) dolaşmakta ve hayran hayran delikanlıyı seyretmektedir: Ama, hiç biri ona yaklaşmaya bir türlü cesaret edemez. Nihayet günlerden bir gün su perilerinin en güçlülerinden biri olan Salmakis su perisi delikanlıya yaklaşır ve onu bir anda dudaklarından öpüverir. İşte o an ne olursa olur. Aralarında öyle bir aşk, öyle bir birleşme doğar ki bu iki benlik birbirlerinin içinde eriyiverirler. Ve o an dişi su perisi dişiliğini, delikanlı erkekliğini kaybeder. Eşref saate çatmıştır ve böylece ikisinin karışımından ortaya çift cinsiyetli bir varlık çıkar. Bu varlığın adı Hemafrodit olarak anılır. İlginçtir ama esasında mitosta adı geçen çift cinsiyetlilik nadir olmakla beraber tıp literatürlerinde de geçer. Hem erkeklik, hem dişilik organına sahip bazı insanlar halen bulunmaktadır. Şimdi diyeceksiniz ki “Peki bunun Bardakçı koyuyla ve Zeki Müren’le ne alakası var yani? Cevabına sakın şaşırmayın. Delikanlının yetişip büyüdüğü”diye bilinen yerin bugünkü adı Bardakçı Koyu’dur. Her ne kadar bazı kitaplarda bu mitos Ermafroditos’un Kariye’ye gitmek üzere Halikarnas civarında bir çeşmeden su içerken oluştuğunu anlatılırsa da ilk anlattığım en doğru ve en anlamlı olanıdır. Çünkü Ermafroditos tanrıların gazabından ve yasak aşkın meyvesi olarak bilinmesini istemediğinden hiçbir zaman Bardakçı koyundan ayrılmamıştır. Ayrıca diğer söylentiler doğruysa Müren’in evinin de Halikarnas’da olduğunu unutmamakta yarar var. Bunları öğrendikten sonra Bodrum’a geri döndüm. İlk fırsatta Paşayı yakalamak için fırsat kolluyordum ki birden dedikleri aklıma geldi. Öyle ya. Bunu öğrenebilirsen gel Han Restoran’da davetlim ol dememiş miydi? O gece fotoğraf çantamı omzuma asıp girdim Han Restorandan içeri. Paşa her zaman olduğu gibi baş köşeye kurulmuş 20 kişilik bir grupla yemek yiyordu. Uzaktan selam verdim. Selamımı aldı. Normalde böyle bir atmosferde samimi olmadığı kimseleri asla yanına çağırmazdı. Selamımı aldıktan sonra bana gelmemi işaret etmez mi? O zaman rahmetlinin sezgilerinin hiç de yabana atılmayacak kadar güçlü olduğunu fark ettim.

Ağır ağır yanına doğru ilerledim. Çok enteresandır. Yanında oturan kelli felli bir beyi biraz müsaade eder misiniz deyip başka bir iskemleye gönderdi. “Eee otur bakalım anlat, sanırım bana anlatacakların olsa gerek” demez mi? Bir hayli şaşırmıştım. Yine de bozuntuya vermeden öğrendiklerimi birer birer anlattım ve Bardakçı koyu mitosunun onu ne denli etkilediğini ve bunun için her gün buradan denize girdiğini söyledim.

“Bravo” dedi. “Bugüne kadar bunu bana çok soran oldu ama, gerçek araştırmasını sen yapmışsın. Şimdi masanın uygun bir köşesinde yerini al ve sabaha kadar dile benden ne dilersen.” Benim içkilerden viskiyle pek aram yoktur ama o gece sabah dörde kadar en az 12 duble 12 yıllık Dimple viski içtiğimi halen hatırlıyorum.

Bu anıyı andıkça da hem Salmakis su perisine, hem de Ermafroditus’a sonsuz teşekkür ve minnetlerimi ihmal etmiyorum doğrusu.

Gufran Erkılıç