1998 senesinde iş hayatımın en başarılı olduğu dönemindeydim. Kırtasiye ve Bilgisayar sarf malzemelerini büyük, orta, küçük şirketlere, bankalara ve devlet dairelerine pazarlayan bir şirketim vardı. Kurulma aşamasındaki dileğim şirketimi güvenilir bir hale getirmek ve müşterilerimin daima bu hisle sipariş vermelerini sağlamaktı. Bunun alt yapısını oluşturmak için ben de güvenilir ithalatçıların, köklü üreticilerin ve toptancıların en iyilerini seçmiştim. Hedefim bu işi yapan diğerlerinle aynı seviyeye gelmek ve en az onlar kadar güçlü olmaktı. 

Zamanımın çoğunu araştırarak, öğrenerek geçiriyordum. İhalelere girebilmek için ciddi bir sermayemim de olması gerekiyordu ancak buna da çok fazla sahip değildim. İhale kazanabilmek adına en düşük fiyatı vermek için ya ciddi stoklarınızın olması ya da nakit paranızın olması önemlidir ama işin komik tarafı ben de ikisi de yoktu. Sadece başarıya ve dürüstlüğe odaklanmıştım. Bir müddet sonra kendimi sadece telefonla tanıtarak şirketlere satış yapmaya başlamıştım. Güvenilir olmak sesime yansımıştı besbelli ki; insanlar, beni daha görmeden sipariş vermeye başlamışlardı. Bu benim için muhteşem bir şeydi.

İhalelere de girmeye başlamıştım. En ucuz fiyatları vermeye çalışıyordum elbette ama doğuştan sezgilerim çok güçlü olması da inanılmaz derecede işime yarıyordu. Rakiplerin fiyatlarını tahmin ederek çok önemli iki ihale kazanmıştım. İthalatçılar sonuçta yüksek miktardaki alım gücümü görerek ürünlerini bana gönül rahatlığı ile vermeye başlamışlardı. Hatta ben, daha da ileri giderek; çok önemli bir ithalatçıya kendim bizzat malzeme satarak tarihe geçmiştim. Bunu nasıl yaptığımı merak edenler için söyleyeceğim tek şey, onların stok durumuna odaklanarak piyasanın en çok tüketilen malzemelerini doğru bir zamanda elimde bulundurarak başarmıştım. Onlar da prestijlerini korumak için benden malzemeleri almaktan çekinmemişlerdi.

Çok kısa sürede adım duyulmaya başlamıştı. Öyle ki; ithalatçı bir firmanın yanında çalışan çok eski bir tanıdığım da benimle irtibata geçmişti. Bana çok güvenilir olduğum için daha da düşük fiyata sarf malzeme vereceğini söylemişti. Ben sevinçten havalara uçuyordum. Başarmış hissediyordum kendimi.

Aradan çok kısa bir süre geçmiş ve ben yine çok büyük bir bankanın ihalesine hazırlanıyordum. Fiyatları tahmin etmek işin en eğlenceli tarafıydı üstelik şimdi daha da düşük fiyatlarla satış yapabilecektim. Eski dostum her gün bu ihale için beni ziyaret ediyordu. Fiyatlar inanılmazdı ve eğer kazanabilirsem çok ciddi kar edebilecektim.

İhaleye çıkan bankanın satın alma müdürü muhteşem biriydi. İlk ziyaretimde “”seninle neden çalışalım, farkın nedir” diye sormuştu. Ben de “ sizin ön elemeceniz olacağım, aldığınız her ürünün kalite kontrolcüsü olduğum için gönül rahatlığı ile siz de bunları kullanacaksınız, üstelik bunun için de ek bir ücret istemeyeceğim” demiştim. Odadan attığı kahkahayı bugün bile hatırlarım. Bana arada da uğramamı sadece iş için gelmememi söylemişti. Bu duyguya bayılıyordum. Karşılıklı güvenilir bir ilişkiye doğru genişlemek. İşte bu en sevdiğimdi benim.

Yeni ithalatçı ile fiyatları oluştururken arkadaşımın ellerinde epey bir mürekkep lekesi fark etmiştim. Nedenini sorduğumda bana “ akşam çocuklarla resim yaptık, çıkaramadım” demişti. İçimde garip bir his uyanmıştı ama anlam da verememiştim. Konsantre olduğum tek şey fiyatlandırma yapmaktı.

Bilgisayar sarf malzemeleri satanlar bilirler ki; dolum kartuşla orijinali hem kalite hem de fiyat olarak çok farklıdır. En azından benim dönemimde çok farklıydı. Ben tüm müşterilerime onların talepleri doğrultusunda orijinal ürün fiyatı veriyordum. Muadil ( yan ürün-ikame ) satış hiç yapmadım.

Firmanın elemanı arkadaşım son fiyatlandırmaları yapmak için uğramıştı. Elleri yine mürekkep içindeydi. Bir şeyler sezinliyordum ancak parçaları birleştiremiyordum. Son fiyatlandırmayı yaparak kapalı zarfımla birlikte bankanın yolunu tutmuştum üstelik. Sonuçlar açıklandığında kazanan benim firmam olmuştu.

Sevinçten havalara uçarak ofisime dönmüştüm. Hemen ürünleri alacağım ithalatçıya haberi verdim. Ürünler çok yüklü olduğu için 3 partide ancak dağıtabilecektik. Ertesi günü ilk parti için plan yaptık.

İç Ses Hiç Yanıltmaz

Sabah siparişlerle birlikte firma çalışanı dostum da gelmişti. İçim nedense sıkıntılıydı. O da sanki bir huzursuz gibiydi. Gözüm yine ellerine takıldı. Aynı şekilde mürekkep lekesi vardı. Ancak bu sefer de ofise gaz gibi tuhaf bir koku yayılmıştı ofisin içine. Bir tuhaflık vardı ama hala çözemiyordum.

Ertesi günü dağıtım yapılmıştı. İçimin rahat olması gerekiyordu ama pek rahat değildim. Ertesi günü ikinci dağıtım olacaktı. İçimi kurtlar kemirmeye başlamıştı. Ellerindeki mürekkep acaba ürünlerle ile ilgili miydi? Orijinal diye muadil ürünleri piyasaya süren firmalar vardı. Yoksa bunlar onlar mıydı? Sorarsam elbette ki bana doğruyu söylemeyeceklerdi. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Her şeyi göze alarak bankanın yolunu tuttum. Satın alma müdürünün odasına gittim. “Ürünlerden şüpheleniyorum, sahte mal vermiş olabilirim size” dedim. Müdür dehşet içinde bana baktı. “Numune verin bana” dedim. O da “ eğer sahte çıkarsa ne yapacaksın, en düşük fiyatı verdin, bunun altından kalkabilecek misin?” diye sordu. Bunun benim sorumluluğum olduğunu söyledim ve numuneyi alarak en büyük ithalatçının yolunu tuttum. 

Sonuç olarak ürünler sahteydi. Benim verdiğim fiyat ise o kadar düşüktü ki, yeniden ürünleri orijinal almaya kalksam bu benim iflasım demekti. Bu sefer bankanın yolunu tekrar tuttum ve mahcup bir şekilde müdürün odasına girdim. “ Ürünler sahte efendim, dolum yapmışlar ve ben orijinal diyerek kandırıldım. Ürünlerin hepsini geri alacağım ve size orijinal olarak geri vereceğim”, “ “Sana teşekkür ederim” dedi müdür. Bizi olası bir felaketten kurtardın. Senden sonra en düşük fiyatı veren firma zaten senin alım yaptığın firmaymış. İşi sağlama almışlar. 3 ayrı firma ile ihaleye girmişler. Biz de muhtemelen onlardan birinden alım yapacaktık ve makinalarımız arıza verene kadar bunu anlamayacaktık. Sen bizi gerçekten korudun. Burada bizim de hatamız var. En düşük fiyatı alacağız diye tüm firmaları zorluyoruz ve onlar da bunları kendilerine hak görüyor. Şimdi senden mümkün olan en düşük fiyatlı orijinal ürünleri faturalayarak bize vermeni istiyoruz. Sen gerçekten kalite kontrolcümüzsün bundan sonra” dedi. Ben tahmin edersiniz ki şok olmuştum.

Bu olay hayatımın en önemli olaylarından biridir. Zira birazdan okuyacaklarınızla bunu iyice pekiştireceğim.

Mafyadan Maziye

Bankanın ihalesinden anlımın akı ile çıkmıştım ki bir telefon geldi. “ Sizinle görüşmek istiyoruz” “ Kimsiniz” dememe kalmadan “1 saate sizi yerinizden aldıracağız” dedi bir ses ve telefon kapandı. Yanımda çalışan şoförüm “polise haber verelim, Esra hanım” dediğinde içimden gülmek geldi. “Hayır” dedim. “Korkusuz tarafım devreye girdi” dedim. Adamlar geldiler ve beni büyük bir iş merkezi olan yere götürdüler. Bellerinde silah olduğunu hissettiren hareket yapıyorlardı. Derken içeriden 35-40 yaşlarında biri çıktı. Sinirli ve agresifti. Kim olduğunu da hemen anladım. Bu benim malzemelerini sabote ettiğim firmanın perde arkasındaki adamlarıydı.

“ Sizi araştırıyoruz Esra Hanım. Fakat henüz bulamadık. Yol yakınken bu işi bırakın. Yoksa biz bıraktırmasını biliriz” dedi.

“ Beni neden araştırıyorsunuz anlamadım” dedim

“ Arkanızda kim var, onu araştırıyoruz. Son 6 ayda tüm ihaleleri kazanan kişinin arkası çok sağlam olmalı” dedi.

“ Evet” dedim. “ Şu mesele. Bunu herkes merak ediyor. Çoğu benim ya çok zengin olduğumu ya çok kolay para kazandığımı ya da arkamda çok güçlü biri olduğunu düşünüyor. Haksız değilsiniz” dedim.

“ Elbette” dedi. Biz bunca zamandır seni takip ediyoruz. İçeride ve dışarıda adamlarınız var besbelli. Aylardır bize nal toplattınız. Son ihaleyi de mahvettiniz. Oysa birlikte çok paralar kazanabilirdik. Buna daha fazla müsaade etmeyeceğiz” diyerek elini beline götürür gibi yaptı.

“ Arkamda ben varım” dedim. Bir de yardımcım var. Şoförüm. Başka kimse yok.”

“ Sen bizi mi kandırıyorsun?” Dedi. “Bitir bu işi yoksa biz bitirmesini biliriz.”

Ben yine yineledim. “ Arkamda ben varım”

Bunlar benim ve onların son sözleriydi. Kafası ile işaret ederek beni yine arabaya bindirdi. Tekrar ofisime geri bırakıldım. Şaşkın, yorgun ve isteksizdim. Yaptığım işten bir an da soğumuştum. İşin ironi tarafı arkamda olduklarını düşündükleri kişiye benim aracılığımla gözdağı veriyorlardı. Kendimi kendimle korumuştum. Varlığım onlara çok ciddi gelmemişti. Belli ki bir erkek figürü arıyorlardı. Bu ben olamayacak kadar onlara basit gelmişti. Kendi korumamı kendimle sağlamıştım. Onların asla anlamayacakları şey ise gerçekten “ Arkamda Ben Vardım!”

İş Hayatımın Sonu

Bu hikâyenin sonunu tahmin edersiniz sanırım. Ben böyle bir düzende olmak istemedim. Ben neşe içinde çalışmak, güvenilir ilişkiler kurarak ticaretle uğraşabilirdim. Burası benim dünyamı yansıtmıyordu. Mafya ya da karanlık işler bana göre değildi. Yalanla dolanla iş yapmak zaten benim karakterimde yoktu. Ertesi günü iş planı yaparak şirketin kapanmasına karar verdim. Gerekli prosedürleri yerine getirdikten sonra şirketin kapanışı da gerçekleşti ve ben son düzenlemeleri yapmak üzere ofise gittim. O sıra telefon çaldı ve ben çok isteksizce ahizeyi kaldırdım.

“ Esra Hanım merhaba.” Telefondaki ses bir piyasa duayenindendi.

“ Sizinle çok önemli bir iş projemiz var. Sizin şirketinize Japonya’nın en büyük dolum kartuş firması Marmara Bölge Bayiliği vermek istiyorlar. Biliyorsunuz bunu yapanlar da var ancak gerçekten dürüst değiller ve orijinal diye insanları kandırıyorlar. Bu şirketin ürünleri çok kaliteli. Sizi de araştırmışlar. Ben de çok sağlam firmadır, arkası çok güçlüdür dedim. Ne dersiniz? Bir toplantı yapalım mı?”

“Arkamız gerçekten çok güçlü Ahmet Bey, çok güçlü. Ancak arkamdaki güç bana artık başka işler yapmamı söylüyor. Piyasadan çekiliyorum. Artık bu işlerle sürdürmeyeceğim. Çok onur duydum ancak dualitik oyunlar bana göre değil. İnşallah başka bir firmaya nasip olur bu güzel teklif.” dedim ve konuşmayı sonlandırdım. 

Evrensel Ticaret

Bu hikâyenin üstünden yıllar geçti. İşi kapattıktan sonra uzunca bir süre hiç bir şey yapmadım. Alış-veriş benim için evrensel olanla olan ilişkimi temsil etti her zaman. Evrensel ticaret de alış-veriş esasına dayanıyor. Alanın kimliği olduğu, verenin de kim olduğu belli olduğunda; bu, inanılmaz bir ahenk yaratıyor insan yaşamında. Kimliğini anlayan her birimiz evrensel olan hakikati almaya başlarız. Kimin veren olduğunu bildiğimizde kaynakla bütünleşiriz. Her ikisinin de bir olduğunu anladığımızda ise “Ben Ben’im” tezahür eder. Bu ise gerçek bir alış-veriştir. Bu ise yolculuğumuzu anlamlı hale getiren dinamiktir. 

Bu alanda yaptığımız ticarette; iflas, kandırılma, kötü adamlar yoktur. Burada sadece deneyim içinde olmak vardır. Biricik ve bütün hissetmenin hazzı vardır. Tüm bunların arkasında da koskoca “BEN VARDIR, BEN’DEN İÇERİ.” Eyvallah!

Esra Ö. Erdoğan