Sistemsel Dizimleme ve Ruhun Aklı ile Yürümek yöntemlerinin yaratıcısı Bert Hellinger, tüm kadim bilgilerin tartışmasız öngördüğü bir gerçeğe parmak uzatıyor. “Hayattaki başarı anne ile iyi ilişkiler kurmaktan geçer, kendisini annesinden büyük gören kaybetmeye mahkûmdur” diyor.

Gerçekten de, para ve iş daima dişi ilke ile bağlantılıdır. Dişi ilkenin en büyük temsilcisi tartışmasız annedir. Buna göre hayatınızda başarı ancak anneniz ve yaşamda dişi ilkeyi temsil eden her şeyle tam bir barış sağlamanız koşuluyla olasılık kazanır.

Sorsanız büyük çoğunluk “annesinin kutsal olduğunu, kendisiyle hiçbir sorunu olmadığını” söyler. Freudian bakış açısı ile küçük yaşlarda annesi ile yaşadığı her derdi, tasayı bugüne taşımayı kültürlülüğün bir parçası görenler de az değildir. Ayrıca erken yaşta annesini yitirdiği için bu konuda dile getirebileceği bir anı ya da deneyim sahibi olmayanları, gerek bilerek gerekse farkında olmadan anneleriyle ruhsal anlamda kopuk olanları saymak da kolay olmasa gerek.

Hele bir de “dünyanın ta kendisi dişi ilkenin bulunduğumuz evren köşesindeki en büyük temsilcisidir zaten” desem…

Daha ileriye gitmeden önce dünyanın içinde bulunduğu hale bakalım. Yaşadığımız zaman dilimi ve bu dönemde ekonominin durumuna yakınlaşalım.

Mali kriz var, herkes panik içinde. Kimi yıllar süren bir çalışmanın sonucu kurduğu işyerini kimi yıllarca dirsek çürüterek elde ettiği masayı kimi de basitçe evine aş götürmesini sağlayan işini kaybetmekten korkuyor.

Daha önce bilinen ve işe yarayan her türlü tedbir tekrar ele alınıyor, didik didik ediliyor, eklemeler, çıkarmalar yapılıp yeni önlem paketleri hazırlanıyor. Onaya sunuluyor, kabul edilen devreye sokuluyor. Nafile… Ekonomiyi kurtarmak için gerekli olduğu söylenen parayı sıfırlarıyla birlikte, şaşırmadan, hatasız yazmak bile zor.

Peki ne oluyor? Neden tüm dünyanın ekonomisi aynı anda çıldırdı? Neden sanayi ürünleri üstelik tarihteki en ucuz fiyatlar ve en uzun vadelerle satılırken depolar tıka basa doldu? Neden kimse bir şey almıyor? Ya da neden tüm reklam, tanıtım harcamaları, promosyonlar, kampanyalar ve armağanlara rağmen kimse bir şey satamıyor?

Bana sorarsanız sınırsız, şuursuz para kazanma yolunda iyice palazlanan tüm sanayici ve işadamları biraz da kibir sahibi oldular. Para ve prestijin mutluluk kaynağı olduğunu sananlar daha çok kazandıkça daha hızla ulaştıkları umutsuzluk seviyesine gözlerini kapadılar.

Sorun varsa çözerim diyenler her geçen gün çoğaldı. Sonunda sorun yaratmak neredeyse bir meslek haline geldi. Sorun önce yaratılıyor sonra çözülüyor ve böylece zeka seviyesi yüksekliği bir biçimde kanıtlanıyor sanki…

Dönelim Hellinger’in ve tüm kadim bilgelerin söylediklerine bakalım.

İlk sanayicilerin anneleri elbette zamanlarına uygun evde yaşayan, etkin ama kültürsüz kadınlardı. “Benim oğlum” ile başlayan ve sonunda oğlunu öven tümcelerden başka gururlanacakları hiçbir şeyi olmayan bu anneler ne kadar destek verdilerse de çocuklarıyla aralarında bağ kopukluğu olmasına engel olamadılar. Annelerini mutlu etmek adına ille de “en önemli” mutlaka “en başarılı” ya da başka bir “en” olmaya çabalarken içine düştükleri değersizlik duygusuna yenildiler.

Hayat merdiveninde tırmandıkları her basamak onları biraz daha annelerinden koparırken, zihinlerinde tek bir amaç, bunu dile getiren tek bir tümce vardı “anne senin için her şeyi yaparım”. Bilinçdışı alanla bağlantısını hiç koparmayan ruh olanı görse de, hiyerarşideki yeri gereği gizlide kalmaya devam etti. Değersizlik duygusu giderek tırmandı, bağımlılıklar anne sevgi ve takdirinin eksikliğini tamamlamanın içgüdüsel yönelimleriyle aralıksız geliştiler.

Bir yandan “anne senin için her şeyi yaparım” derken öte yandan annelerini kendilerinden tamamen kopardıklarını, ona saygısızlığı hat safhaya taşıdıklarını göremediler ve tabii annenin yürekten yükselen “hayır duasını” alamaz, duyamaz oldular. Belki ayrılık bilinci nedeniyle annenin duası BİR’lik alanına ulaşamadan yarı yolda parçalanıp dağılıyordu…

Annelerinden kopuk bu işadamları (kadınları), daha büyük anneden, dünyadan da koptular iyice. Onu kirlettiler, örselediler, soğurup sömürdüler. Sonra da niye bana hala vermiyorsun demeye koyuldular. Tıpkı 60 yaşında adamın annesi dünya değiştirdiğinde “beni bıraktın gittin, kim bakacak bana, kim sevecek beni, ben sana ne yaptım da terk ettin beni” diye ağlaması gibi, onlar da dünya anaya söylüyorlar bütün bunları.

Mezardaki anne de dünya da evlatlarını dışlamazdı ama evlatlar analarını dışladılar bir kere. Aynaya bakmazsanız ayna da size bakamaz, annenize saygı vermezseniz bağınız kopar o da istese de size sevgi veremez hale gelir. Dünyayla sağlıklı bağınız kalmazsa ondan gelenden beslenemez, gücenir, gücendikçe bağınızı zayıflatır, zayıfladıkça uzaklaşır ve sonuçta o bilinen kısır döngü içinde kalır kıvranırsınız.

Peki ne olacak? Tüm işyerleri kapanacak ve dünya ekonomisi bitecek mi? Sanmam J bana kalırsa bu durum soruları doğru alana kaydırıp yapılan hataları görmeye ve düzeltmeye yönlendirecek.

Tüm zamanlarda da söylendiği gibi BİR’lik bilincine, paylaşım alanına kayacak ilişkiler. Her varlık bir tek bireyin bile ilerlemesinin tüm varoluşun önünü açacağını fark edecek, edinceye dek de acı çekerek nefsinin törpülenmesine razı olacak.

“Bugüne dek ne yaptıksa yaptık, bugünden sonra var olan durumu iyileştirmek, bütünün en yüksek hayrına olan başarıya ulaşmak için neler yapabiliriz” diye düşünüp notlar alırken aşağıdaki yazı oluştu. Paylaşayım dedim.

LÜTFEN AŞAĞIDAKİ SORULARI DÜRÜSTLÜK VE AÇIK KALPLİLİKLE YANITLAYIN

  • Annenizle uyumlu musunuz?
  • Ailenizdeki tüm bireyleri tanıyor ve hayatınızda yer veriyor musunuz?
  • Yaptığınız iş, çalışanlarınıza, müşterilerinize ve en önemlisi tüm insanlığa hizmet ediyor mu?
  • Ortaklarınıza, işvereninize, meslektaşlarınıza karşı dürüst müsünüz? İşyerinizde hiyerarşiye gereğince değer veriyor musunuz?
  • Ürünlerinizi hak ettiği değerle satıyor musunuz?
  • Hizmet verdiklerinizin onurunu dikkate alıyor musunuz?
  • Araştırma geliştirme çalışmalarına önem veriyor musunuz?

Yukarıdaki sorulara yanıtınız içtenlikle “evet” ise, mutlu OL’un. Bilin ve güvenin ki küresel ekonomik krizden kesinlikle etkilenmeyeceksiniz. Ancak zihinden gelen bir evet, gerçeği tümüyle yansıtmıyor olabilir.

Unutmayın, işinizde başarı eksikliği varsa, yanıtlardan en az biri mutlaka “hayır” dır. Farkında olmadığını bu “hayır” kendisini göstermek için çeşitli zorluklar yaratıyordur.

ANNENİZLE UYUM

“ Kadınların ezelden beri bildiği kâinatın dengelerini erkekler de anlamaya başladıkları zaman, dünya daha iyi bir yer olmak üzere değişmeye başlamış olacaktır.” Lorraine Canoe-Mohawk Kabilesi

“Bert Hellinger, tüm kadim bilgilerin tartışmasız öngördüğü bir gerçeğe parmak uzatıyor. “Hayattaki başarı anne ile iyi ilişkiler kurmaktan geçer, kendisini annesinden büyük gören kaybetmeye mahkûmdur” diyor.

Gerçekten de, para ve iş daima dişi ilke ile bağlantılıdır. Dişi ilkenin en büyük temsilcisi önce dünya ana sonra da elbette kendi annemizdir. Yaptığınız işin başarılı olması ve başarının süreğenliği ancak dünya ve annenizle olan sağlıklı ilişkilerle mümkündür.” Demiştim. Şimdi soruyorum:

– Annenizle ilişkiniz gerçekten iyi mi? Gerçekten ona yüreğinizde en büyük yeri veriyor musunuz?

Annenize yüreğinizde en büyük yeri vermek demek, ona mesleği, yaşamdaki yeri, duruşu, geçmişi, ataları, atalarının geçmişi, size tuhaf gelen davranışları, konuşmaları, hataları ile birlikte ve onlara rağmen en küçük bir eleştiri getirmeden “evet” diyebilmektir.

Bunu yaparsanız annenizin tüm desteği sizinle olacaktır. Ancak iş hayatınızda mutlak başarı için bu ilk adım olsa da yeterli adım değildir. Daha büyük planda, tıpkı öz anneniz gibi dünya anaya da tüm varlığınızla ve onun da tüm varlığı, geçmişi, bugünü ve geleceği ile “evet” demeniz gerekir.

Ona zarar verecek tüm davranışlardan uzaklaşmanız ve her adımda onu onurlandırmanız gerekir. Çevreye zarar veren, doğal yaşam dengesini bozan her türlü davranışı derhal sonlandırmanız olmazsa olmaz koşullardan biridir.

  • Sanayiciyim, çevreyi kirletmeden çalışmak çok pahalı;
  • Sanayiciyim, elimden geleni yapıyorum ama ekolojik dengeyi tamamen korumam olanaksız;
  • Ben zaten kimseye zarar veren bir şey üretmiyorum;
  • Ama ben zaten bu firmada çalışıyorum, üstlerim ne derse onu yapmak zorundayım, başka türlü elimden ne gelir?

Türünden savunmalar sizin dünya anayı kırdığınız, üzdüğünüz, kirlettiğiniz, örselediğiniz gerçeğini yumuşatmaz. Dünya ana bugüne dek size anlayışlı davranmış olabilir. Bu desteğin sürebilmesi yaptığımız hataların farkına varıp onlardan vazgeçmeniz ile mümkündür.

Tüm kalbiniz ve hatta tüm varlığınızla dünya ana, anneniz ve var olan tüm dişi ilkeye “evet” deyin, başarıya giden yol hemen açılacaktır.

AİLE BİREYLERİ

Bert Hellinger, geçmişte yaşamış olan, bugün yaşayan ve gelecekte aileye katılacak olan her bireyin aidiyet hakkı olduğunu söyler.

Hellinger’e göre, çeşitli sebeplerle aileden ayrılmış, dışlanmış kişiler, düşükler kürtajlar hep aynı aidiyet hakkına sahiptirler. Ailenin geçmişinde farkında bile olmadığımız bir kişi dışlanmış ya da unutulmuş olabilir. Bu durumda sistemsel bütünlüğün yeniden kurulması gereği doğar. Yeni nesillerden birinde geçmişteki bu olayın farkında bile olmayan bir birey o dışarıda kalmış olanın kaderine dolanıp, onunla özdeşleşebilir.

Bu tür kişiler yaşamlarını benzer sorunların içinde geçirirler. Bir gün olur da özdeşleşme ya da kadere dolaşmışlık fark edilir, temsil edilen bireyin aidiyet hakkı iade edilirse onların kendini yineleyen sorunları ortadan kalkar.

Bazı ailelerde dışlanmış olanların sayıca çoktur. Bu yüzden yaşayan nesillerde yeterince temsilcinin olamadığı durumlar doşabilir. Bu, benzeri veya bambaşka bir durumda, dişi ilke ile sıkı sıkıya bağlı olan işyerleri ailede unutulmuş veya dışlanmış birini, erken ölmüş bir ablayı, kızkardeşi, halayı, teyzeyi, hatta bazen söz verilip sonra da terk edilmiş eski bir sevgiliyi temsil edebilir.

Eğer ailenizin geçmişinde benzer bir durum varsa, işyerinizi onu sisteme katma içgüdüsüyle kurmuş olabilirsiniz (belki de atalarınız bu amaçla kurmuşlardı ve işyeri size devroldu). Böylesi bir hal işyerinizde sürekli benzer sorunların ortaya çıkmasına sebep olur. Siz bu hikâyeyi göresiniz, dışlanmış, unutulmuş olanı katasınız diye bekleyen sistem, size bu hali zorluklar, sorunlar ve sıkıntılarla görünür kılmaya çabalar.

İNSANA HİZMET

İşyeriniz, çalıştığınız sektör mutlaka insana hizmet ediyordur. Tek alıcınız insan olduğuna göre başka türlüsü de düşünülemez elbette.

Burada özellikle dikkat edilmesi gereken bir kural var. Siz bu işi neden yapıyorsunuz? Asıl amacınız nedir? Gerçekten insana hizmet vermek mi? Yoksa insanları aptal görüp, “ne yapsak alıyorlar, boş ver, kazandığımız paraya bakalım” tarzında mı yaklaşıyorsunuz. Ya çalışanlarınız ne durumdalar?

Yaptığınız işin insana hizmet etmesi, ilk olarak çalışanlarınız ve sonra da müşterilerinizle olan ilişkilerinizden anlaşılır. Çalışanlarınız işe gelirken “öfff yaaaa! Yine o yere gidip, yine sıkılacağım” diyerek geliyorlarsa mutlaka içinizdeki bir karanlık köşeyi yansıtıyorlardır. Onlara bakarak içinizin yansımasını görebilir, çalışanlarınıza ve sisteme karşı dürüstlüğünüzü ölçebilirsiniz.

Siz bal börek içinde yaşarken çalışanlarınız ciddi geçim sıkıntısı çekiyorlarsa, siz sağlık harcamalarınızda en özgür haldeyken, çalışanlarınız sosyal güvenceleri ya da paraları yetmediği için sağlık sorunları yaşıyorlarsa, dikkatli olmanın, sistemde yaptığınız hatayı araştırmanın ve ortadan kaldırmanın zamanı gelmiş demektir.

Müşterileriniz sizin tekelcilik yaptığınızdan şikâyet etmemeli. Ürünün kalitesinden memnun olmalı. Serbest piyasa ekonomisi içinde varsanız, rekabetin tüm koşullarıyla sürdüğü bir ortamda müşterinizin aldığı hizmet ve ürünün kalite farkı nedeniyle size bağlı kaldığından emin olmalısınız. Memnuniyetsiz, doyumsuz bir müşteri kısa zamanda şirketinizden ayrılıp daha iyisini sunan bir firmayla çalışmayı yeğleyecektir.

Kaybedeceğiniz her müşteri, işe alabileceğiniz kişi sayısında duraklama ya da gerilemeye sebep olacağından, işyeriniz artık insana hizmet etmiyordur. İlerideki sorunların habercisi olan bu hali, insana verdiğiniz hizmeti yeniden düzenleyerek iyileşmeye giden yolda bir fırsat olarak görebilirseniz önünüz açılacaktır.

ORTAKLIK

Ortaklıklar çeşitli nedenlerle kurulabilir. Birinin fikri, diğerinin tesisi ve bir başkasının da yatırım kapasitesi…

Önemli olan başlangıç koşulları değil, sonraki aşamalarda neler olduğudur. Ortaklarınıza kazık atmayı bırakın fiilen gerçekleştirmeyi, aklınızdan bile geçirmiş olsanız ortada büyük bir sorun var demektir.

Ortaklık her atılan adımda diğerine fikrini sormayı, asgari müşterekte buluşulmadan adım atmamayı, diğerinin haklarını kendi hakkın gibi korumayı gerektirir. İşin bu kısmını herkes biliyor. Uygulamazsa bedelini ödediğinde “her nedense” pek soru sormadan olana razı geliyor.

Ancak gerek ortaklıkta ve gerekse çalışanlar arasında en az bunun kadar önemli bir kural daha var ve pek çok kez bu kural atlanıyor. Bu kurala kısaca “önce gelen önceliklidir” diyebiliriz.

İster aile ister kurum olsun, her sistemde hiyerarşi çok önemli ve asla ihlal edilmemesi gereken bir kuraldır. Hiyerarşiye göre:

  • Büyük küçükten önce gelir;
  • Önce gelen önceliklidir;
  • Rütbe hiyerarşisi önce gelmeden sonraki sıradadır.

Bir şirkette en önemsiz işi yapan bir işçi herkesten yaşlı olduğu veya şirkette çalışmaya başladığı tarih herkesten önce olduğu için en fazla önceliğe sahiptir. Daha eğitimli, daha bilgili ya da daha büyük olduğu için ona üst gelen birisi, rütbesel olarak üstte olsa bile, onun önceliğini tanımak zorundadır.

Diyelim ki bir şirketin genel müdürü bir sebeple ayrıldı, elbette yerine bilgi ve becerisi o koltuğu hak edecek kalitede olan birisi getirilecektir. Öncelik kendisinden sonra gelene aittir. Örneğin genel müdür yardımcısına. Ancak bunun olamadığı durumlarda, dışarıdan gelecek olan yeni bir yönetici “ben en son geldim, öncelik sıralamasında son basamakta durduğumu biliyorum. Gücünüzü onurlandırıyorum. Bununla birlikte, sizin de rütbe sıralamasında bana saygı göstermeniz gerekli” tavrı içinde olmalıdır. Aksi bir hal dirençlere ve blokajlara sebep olacağından ani ve anlamsız sorunlar başlayabilir.

Ortaklar arasındaki hiyerarşide de bu kurallara aynen uyulması zorunludur. İlk ortağın önceliği ona en üst sırayı sağlarsa da, belirli bir projede fikri ortaya koyan o proje bazında en rütbeli kişi olarak kabul görmelidir. Diğer ortaklardan birinin “para/ekipman bende, bensiz o bir şey yapamazdı zaten” tarzı bir düşüncesi bile hiyerarşi ihlali olacağından kısa zamanda problemler ortaya çıkacaktır.

ÜRÜNÜN DEĞERİ

İster canlı ister cansız, var olan her şeyin bir değeri vardır. Ürünlerinizin de. Piyasa koşulları ürünün gerçek değerini saptamakta en etkili araçtır.

Ürettiğiniz ürünün değerini saptadıktan sonra, müşteri kazanmak adına belirli bir kampanya süresince onu minimal değerinde satmaya çabalamanız son derece uygun bir davranış olabilir. Ancak, rakip firmalara yaşam hakkı tanımayacak ve piyasadaki varlıklarını silecek bir fiyat indirimi kesinlikle hatalı bir davranış olup, mutlaka size de ürününüze de üretmek ve daha da önemlisi satmak için enerji sarf eden çalışanlarınıza da zarar verecektir.

Ürün cansızdır ve gücenmez diyenler çok yanılmaktadırlar. Ürün de her var olan gibi beğenilme ve değer verilme güdüsü taşır. Zaten aksi halde var olamazdı ki…

Siz ürününüzü en az ve en üst limitleri arasındaki bir fiyatla satarak hem ürünün, hem çalışanlarınızın hem de müşterilerinizin memnuniyetini sağlayabilirsiniz.

Ürününüzün gereğinden pahalı olması da haksız kazanç getireceğinden en az ucuz olan kadar mutsuzluk yaratabilir.

Ayrıca piyasa kurallarına saygılı olmak, hem ürünü hem şirketinizi süreğen kılma yolunda çok sağlam adımlar atmanıza destek verecektir.

Bir Feng Shui ustasının geçmişten gelen deneyimi bu konuda bize fikir verebilir. Usta müşterisinin isteklerini yerine getirmek ister. Görev aşkıyla çabalarken müşterisini kıramaz ve işyerinin önüne iki yana birer tane olacak biçimde aslan heykelleri yerleştirir. Amaç aslanların koruduğu işyerinde sağlamlaşmak ve rakipleri korkutarak piyasadan yok olmalarını sağlamaktır. Her nasılsa yapılan şey işe yarar. Kaliteli ama çok pahalı olan ürün kısa zamanda büyük satış rakamlarına ulaşır. Yeni şirketin yıldızı çok kısa zamanda parlamaya başlar.

Kısa bir zaman sonra piyasada ciddi zorluklar yaşamaya başlayan rakip firmalar durumu araştırırlar. Sebebin bu iki aslan figürü olduğunu öğrenirler. Bir gece aslanlardan birinin böğründen bir parça koparıp parçalarlar. Bu olaydan çok kısa bir süre sonra aslanlı şirket kan kaybetmeye başlar. Olayı anladığında ders almak yerine aslanı değiştirmeyi seçer ve ne yazık ki bu kez başarılı olamaz, piyasadan tümüyle silinir.

(Burada birçok kural bir arada ihlal edilmiştir. Rekabetin haksızlığı, ürünün pahalılığı ve kişisel çıkarın çalışanlar ile müşterilerin kazançlarının üzerinde tutulması ihlal edilen ilk kurallar olarak göze çarpıyor. Sizin kendi sisteminizin ötesinde daha da büyük olan ve adına piyasa denilen sistem bu kadar kural ihlaline izin vermez. Bir süre göz yumsa da kısa sürede artık dayanamaz hale gelir ve uyarılar akmaya başlar. Örnekte de böyle olmuş ve bunu bizzat kendi kitabında anlatan Feng Shui uzmanı da dahil herkes hissesine düşene razı gelmiştir.)

Ürününüzü gerçek değerinde pazarlıyor musunuz?

KİME VE NASIL HİZMET

Özellikle vakıf, dernek, yardım kuruluşu gibi yerler kurduysanız, bu tür bir yerde çalışıyorsanız, “aman dikkat” diyorum.

Bu tür kurumlar amaçları ne kadar düzgün olursa olsun, önünde sonunda kar amacı gütmek zorundalar ki varlıklarını sürdürebilsinler. Yardım etmeyi amaçladıkları kesime gereken yardımı ulaştırabilmek varlıklarını sürdürmelerine, bunu sağlamak ise kar amacı gütmeye yönlendirir.

Elde edecekleri kar birilerine zarar verici olmamalı, ürünün ederi, hiyerarşi ve diğer tüm kurallara aynen uyulmalıdır. Sundukları hizmet insanın yararına ve insanı yükselten, yücelten türden olmalıdır.

Ancak profesyonel yöneticilerin ellerine geçen bu tür kurumlar da kısa zamanda piyasadaki özel kurumların karlılık oranlarını yakalama eğilimine girerler. Yöneticilerin CV’lerine yazacakları başarılar, asıl hizmeti alacak kesimin çıkarlarının önüne geçmiştir. Ayrıca kurumun desteklediği kesimin bilinçsizce haksız bir kazanç elde etmesine sebep olunmuştur. Bu durum kesinlikle sorun yaratır.

Desteklenen kişilerin buradan aldıklarının ifşa edilmesi, varsa zorunlu hizmet dönemlerinde gururlarının, onurlarının zedelenmesi tüm sistemin örselenmesine sebep olacağından kesinlikle çok dikkatli davranılması hatta uzak durulması gereken diğer davranışlardan biridir.

Kısacası vakıf, dernek ya da benzeri yardım kuruluşlarına önayak olduysanız ya da böyle bir yerde çalışıyorsanız asıl amacın dışına çıkılmamasına çok büyük önem vermeli, özen göstermelisiniz.

ARAŞTIRMA GELİŞTİRME

Teknoloji ilerledikçe yeni ürünler gerekmeye başlar. Şirketiniz üretim alanında çalışıyorsa, mutlaka bir Ar-Ge departmanı kurmak, yenilikler yaratmak, bunu kurallara uygun yapmak ve böylece insana hizmette bir adım ileri gitmek arzusu da duyarsınız. Ne güzel…

Ancak hiyerarşi kuralını ihlal etmemek gereklidir. Önce gelenin önceliği olması en önemli kurallardan biridir. Yeni ürün araştırılırken, denenmiş ve hizmet etmekte olan ürünü dışlamak ciddi sorunlar yaratabilir.

İstediğiniz her alanda üretim yapabilir, bunun için Ar-Ge departmanınızın önerdiklerini ya da başkalarının araştırmalarını kullanabilirsiniz. Siz siz olun, sizi bugünlerinize getiren ürününüzü yeni teknolojiye uyumlayacak biçimde geliştirmeyi sakın ihmal etmeyin. İşyerinizin başlangıcını ve başarısını sağlayan bir ürünün üretimden çekilmesi şirketinizin sonunu da sağlayabilir. Dünya ilk ürününü terk ettikten sonra yok olan sayısız şirket örneği ile doludur.

Doğru soruyu soranlar, yanıta da ulaşabilirler. Sistemsel bir dizimleme bu sorunların kısa bir zamanda ve kalıcı olarak çözümünde en büyük yardımcınız olmaya adaydır.

* Bert Hellinger’in web sitesi için www.hellinger.com

Zeynep Alan Sevil Güven