Birkaç ay evvel HaberTürk kanalında Özlem Gürses’in 20.Saat programında Zülfü Livaneli konuktu. Her zaman ilgiyle izlediğim bu birbirinden değerli simalara yer veren seçkin program bu defa hem konuktan hem de değinilen konulardan dolayı olağanüstü ilgi çekiciydi. Programın sonlarına doğru gündemden hiç düşmeyen ‘Ermeni meselesi’ne değinildiğinde ise Zülfü Livaneli ile Özlem Gürses arasındaki diyalog ilginçliğin zirvesine tırmandı.

 

 

Geçenlerde bu programın tekrar yayınlanışına denk gelip birde kaydetme imkânı bulunca özellikle final kısmını noktasına virgülüne dokunmaksızın yazıya döküp sizlerle paylaşmak ve gerek şahsım gerekse ülkem adına son derece ilgili olduğum bu hassas konu hakkında bende fikirlerimi sizlerle paylaşmak istedim.

 

Ö.Gürses : Acaba diyorum, bu son dönemlerde birazda Ermeni, Türk-Ermeni tarihiyle ilgili bir şeyler yapsanızda dostluğa yol mu açsanız?.. Çünkü…

 

Z.Livaneli : Çok istiyorum bunu. Bakın ben bu konuda çok… Yani çok kişi üzülüyor da bende çok üzülüyorum. Boşu boşuna bir şeyi tartışıyoruz. Yani Türkiye kendisini boşu boşuna yıpratıyor. 1.Dünya savaşı… Geçenlerde Unesco’da görevim var ya…

 

Ö.Gürses : Biliyorum. Evet, Unesco’nun elçisisiniz.

 

Z.Livaneli : Unesco’da o büyükelçiler toplantısında Paris’te bir konuşma yaptım. Dedim ki kısaca; bu olay konusunda Unesco’nun yardımını istiyorum. Çünkü 1.Dünya savaşı katılan herkesin çok acı çektiği bir dönemdir. Çok acılar çekilmiştir… Yani Türkler öldürülmüştür, Müslümanlar öldürülmüştür, Ermeniler öldürülmüştür, Rumlar yerlerinden edilmiştir, öldürülmüştür. Rum ordusu buraya saldırmıştır köyler yakılmıştır biz saldırmışızdır bilmem ülkeyi kurtarmışızdır. Bir yani… müthiş bir acı çekme dönemi… Ve orada da anlattım. Benim dedim eşimin ailesi Manastır’dan geliyor, Rumeli’den… Aile öldürülmüş ve sonra kalan yollara düşüp gelmiş. E, benim ailem Kafkasya, işte şeyden geliyor Artvin’den… Orda dağlarda onlarda öldürülmüş Rus işgali sonucunda… Şimdi acı çekme tekeli imtiyazı diye bir şey olamaz!.. Yani ben, kendi atalarımın acısını çekerim yasını tutarım. Siz tutamazsınız denemez! O bakımdan Ermenilerde atalarının yasını tutucak. Bizde tutucaz, çünki onlar bizim vatandaşlarımız. Osmanlı yurtdaşları onlar. Gidin mesela Londra Büyükelçiliğine, gidin bizim… Son 3-4 büyükelçiden öncesi yada Osmanlı dönemine; sonuna kadar Ermeni büyükelçiler bizi temsil etmiş. Bakanlar, milletvekilleri, nazırlar… di mi bizim vatandaşlarımız?.. Bu ülkenin ölmüş yurttaşlarının tümü için acı duyalım biz. Niye böyle şey yapıyoruz?.. Oldu, olmadı. O oldu, bu oldu… Ya işte sizde onu kestiniz! Falan şimdi biz Avrupalılara kalkıyoruz… Bu bunu doğru göstermez!.. Yani sonunda büyük acılar çekilmiş bir dönemin acılarını, ortak acılarını hep birlikte, yasını hep birlikte tutmamız lâzım. Chirac “hafıza çalışması” diyor. Güzel bir kavramdır. Hafıza çalışmasını bütün kayıplarımız için yapmamız gerekiyor. Bu bir tek şey için değil…

 

Bu Ermeni konusunda yıllar önce ben New York’taydım. Ahmet Ertegün’ü ziyaret ediyordum. Atlantic Records işte O başındaydı, Roccefeller Meydanı’nda. Charles Aznavour vardı. Yahu dedi ki; “Bu ya, bu Yunanistan’la olan çalışmalar gibi Charles Aznavour’la bir şey yapsanız, ikili bir şey yapsanız” dedi.

 

Ö.Gürses : Keşke…
 

Z.Livaneli : Aslında yapılabilir ama şu tezin kabul edilmesi lâzım dünyada. Benim çok deneyimim var biliyorsunuz bu olaylarda. Uluslararası çelişkilerde. En kolay kültür ve sanat adamlarıyla başlayabilirsiniz işe. Mesela politikacılarla başlarsanız mahvolursunuz! Gazetecilerle başlarsanız da mahvolursunuz!.. Yani mümkün değildir… Ben çünkü Türk-Yunan medya konferansı topladım Unesco’da Paris’te birkaç yıl önce. Başıma gelenleri biliyorum. Sanat ve kültür adamları insanların acılarına…

 

Ö.Gürses : Daha uzlaşmaya yakın belki…

 

Z.Livaneli : Bir de insanların acılarına, insanoğluna, insan tekine yöneliktir. İnsanoğlu, yani sıfatlarından sıyrılmış insana daha kolay bakabilirler. O bakımdan sanatçılar ve kültür adamlarının bu hafıza çalışmasını ve yas tutma dönemi; bu psikolojide vardır yas tutarsınız di mi bir kaybınızdan?.. Burada biz bunu… Bugün Ertuğrul Özkök’ün yazısında doğru bir kavram vardı. İşte “Çerkezler, kendi, işte atalarımız katledildi bizde onun yasını tutalım diye işte karanfillerle yürüdüler” diyor. “Öbürleri öyle, berikiler böyle bende o zaman kendi Rodop’ta öldürülen akrabalarımın yasını tutucağım.” Yani Türkiye gerçekten böyle bir ayrışmaya doğru gidiyor. Ben kendi dedemin yasını tutarım, sende kendi dedenin yasını tut!.. Böyle değil… Biz toplu bir halde bu topraklarda ve çoğunlukla ‘emperyalizmin oyunları sonuncunda’ katledilmiş tümüne, ta Balkanlar’dan Kafkasya’ya Ortadoğu’ya kadar… Çünkü ‘Osmanlı İmparatorluğu dünyanın en vahşi bir biçiminde parçalandı!’ En korkunç bir paylaşıma tabi tutuldu! Böyle geldiler ve lime lime ettiler masaya yatırıp ellerinde bıçaklarla!.. Bu parçalanma sırasında insanlar, milyonlarca insan öldürüldü. Milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. Şimdi biz bunlara, bütün bu acı çeken zavallı anneler, hepsi bir anneden doğuyor, hepsi çocuk oluyor, hepsi eş oluyor, sevgili oluyor. Bu sıfatlarını bir yana kaldırıp da bu acı çeken insanlara “sen Rum’sun acı çek!” “ben Türk’üm acı çekiyim!” yok öbürü çeksin öbürü çekmesin diye ayırım yapamayız!.. İnsanların tümü acı çekti, dolayısıyla bu insanların tümünün anısı önünde saygıyla ve acıyla eğilmemiz lâzım. Kurtuluş burdadır. Bununda yolu biraz sanat ve kültürden geçer.

 

Harvard Üniversite’sindede ‘Conflict Management’ diye bir ders okutuluyor bu çelişkileri işte çözebilme ve orada onların vardıkları sonuç şöyle; “uluslararası çelişkilerde sanat ve kültür devreye girmelidir” diyor. Yunanistan örneğinde olduğu gibi.

 

Ö.Gürses : Bu anlamda kendinize bir görev biçiyor musunuz?..

 

Z.Livaneli : Valla ben biçiyorum. Çünkü bu konuda faydam olsun, yani görev biçmek değil de bi faydam olsun, olabilir mi diye istiyorum. O bakımdan, tabi ki hoş bir şeydir böyle… Şey çok zor tabii şu anda devam eden. Mesela bu Ermeni Azerbeycan ihtilâfı var. Yani Ermeni acıları ortada, ama şu anda bir milyon vagonda yaşayan insanlık dışı bir hayat süren “kaçkın” diyor hani Azeriler… Karabağ topraklarından kaçmış orada yaşayan bir milyon insanı da gördüğünüz zaman içiniz parçalanıyor! Yani burada insanların acılarının tümüne duyarlı olmanız gerekiyor. Sanki bir tarafa hak veriyor gibi değil. Onun için orda öyle bir yol bulmak gerekiyor ki ve öyle sanatçılar olması gerekiyor ki bütün bunların üstüne çıkabilsin! Yani birlikte iş yapacağımız çalışacağımız bir Ermeni sanatçı kalkıp ta “tamamda Karabağ’da Ermenistan haklı da o bir milyon insanda başının çaresine baksın!” diyen bir insanla olamaz… Bizim Yunanistan’la olan ilişkilerimizde hep böyle oldu. Theodorakis olsun, Faranduri olsun. 30 yıldır bir dikkati gözetiyoruz. Batı Trakya Türklerinin haklarını da savunduk biz orda. Burada Türkiye-Yunanistan dostluğu yaparken… Ordaki tabuydu; ki onu da savunduk! Gittik orda da konser yaptık Türklere. Şimdi sonuçta bu dikkatlerle bu dengelerle götürmek gerekiyor. Belki oluşur… Birazda fazla zorlamayla olmuyor tabi ki.

 

Ö.Gürses : Bu anlamda bir proje ortaya çıkar mı…

 

Z.Livaneli : Ama bu bizim başımıza bir dert olacak, bu Ermeni meselesi…

 

Ö.Gürses : Bugün, biliyorsunuz… Geçtiğimiz gün ne yazık ki bir konferans vardı Boğaziçi Üniversitesi’nde uluslararası… Ertelendi…

 

Z.Livaneli : Ertelenmemesi gerekiyor. Bu, bu çok büyük bir yanlış oldu biliyor musunuz?.. Sorunların konuşulamadığı bir büyük ülke; Türkiye böyle 70 milyon büyük bir demokrasi!.. Bölgesinin en büyük ülkesi, en güçlü ülkesi… Büyük ordusuyla, kurumlarıyla… Yani bir şeyin tartışılmasından bu kadar infiâle kapılmaması gerekir. Adalet bakanının söylediği de bence yanlış oldu. Tartışılsın çünkü orda… Bugün bir arkadaşımız çok güzel, Okay Gönensin yazıyordu galiba… Orda Selim Deringil o bölümün başkanı…

 

Ö.Gürses : Başkanı evet. Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümü…

 

Z.Livaneli :  Boğaziçi Üniversitesi’nde. “O soykırıma karşı bir tarihçi” diyor. Yani illâ ‘a priory’ biz bu insanlar çıkıp da böyle şey propagandist değil canım bunlar ciddi insanlar. Murat Belge’de ciddi bir insan. Yani bunlar bir şeyin propagandacısı da değiller! Ama karşı görüşde olabilir ama galiba bizim biraz önce söylediğim görüşten hareket etmemiz lâzım. Çünkü hiç kimse diyemez ki Türkiye’de; bu 1.Dünya savaşı denen o korkunç felâket sırasında Çanakkaleler, işte düşün kanallar, Trablusgarp hani Osmanlı’nın o parçalanışı döneminde milyonlarca insan içinde her ulu… her ırktan daha doğrusu çünkü o ulus Osmanlı ulusuydu hepsi; “değişik ırklara mensup Osmanlı vatandaşları öldü. Bunların hepsi saygıdeğerdir hepsi yazık olmuştur” dediğimiz anda mesele bitecek. Bunu niye söyleyemiyoruz?.. Anlamıyorum ben…

 

Ö.Gürses : Aslında cümle olarak çok basit ama telâffuzu zor demek ki…

 

Z.Livaneli : Evet.

 

Bu programı izlediğimde “Hah, işte nihayet, ihtiyacımız olan bakış açısı!” dedim. Özellikle benimde hem ülkem ve milletim, hemde şahsım adına çok üzgün olduğum Ermeni meselesiyle ilgili Livaneli’nin yakaladığı bakış açısını ve konuyla ilgili yorumunu çok isabetli buldum.

 

1970’lerin ortalarında Kurtuluş semtinde bankacılık yaptığım esnada daha yakından tanışma fırsatı bulduğum Ermenilerle; zaman içinde pekişen ve 30 küsür senedir süregelen dostluk, ahbaplık ilişkilerim var. Onları tanıdıkça, içlerine girdikçe “Neden alnımızda böyle bir kara lekeyle yaşıyoruz? Bunun aslı nedir? Neler olmuş?” diye Türk-Ermeni yazar ayırt etmeksizin elime ne geçerse okumaya başladım. Adeta elimde taslak resmi olmayan binlerce parçalık bir puzzle’ı yıllardır yapmaya çalışıyor gibiyim. Aylar evvel bu konuyu yazma fikri gündeme gelmişti ‘öyle uzun ve karmaşık ve de değişik cepheleri olan ve 90 senedir ihmal edilmiş bir konu ki ne kadar iyi niyetli ve objektif olmaya çalışsamda neticede bir şeyler eksik kalacak ve taraflardan birine haksızlık olacak’ diye reddetmiştim.

 

Aile büyüklerimden o döneme dair yaşananları dinlediğimde hakikaten her aileden birkaç şehitin verildiği işgal altındaki o günlerde, düşman kuvvetlerince gayrimüslim Osmanlı vatandaşlarının yapılan eylemlere zorla katılımlarının sağlandığı; bir taraftan kargaşa ortamını fırsat bilip mala, cana, ırza tasallut edenler diğer taraftan yüzyıllardır kader ortaklığı yaptığı acı tatlı günlerinde imece usulüyle işlerini kotardığı kapı komşusu can dostunu koruma kollama uğruna kelleyi verenler… Yaz yaz bitmez…

 

Daha sonra her ne kadar büyüklerimiz ‘Kanı kanla yıkamazlar, kanı suyla yıkarlar’ demişse de ‘Kanın kanla yıkanmaya çalışıldığı’ bir ‘Asala Terörü’ dönemini yaşadık. O dönem yaşanan her hadise sonrası ‘insan olmak’ hasletinden biraz olsun nasibini alan herkesin üzüntüden ağzını bıçak açmadı.

 

Ben ‘Kol kırılır yen içinde kalır!’ tezini savunanlardan değilim. Kırık kol tedavi görmezse kangren olur ve daha vahim sonuçlara götürür kişiyi. Bir şeyi örtbas etmek, varken yokmuş gibi görmek ise o şeyin yok olduğu veya unutulup gideceği anlamına gelmez.

 

Livaneli’nin de değindiği gibi “O onu demiş, bu bunu yapmış” gibi söylemlerle karşılıklı suçlamalarla bir yere varmak mümkün değil. Varılamıyor da zaten!

 

Osmanlı İmparatorluğu’nun o tarihlerdeki uçsuz bucaksız coğrafyasının kapsadığı bir dolu farklı etnik guruptan insanların, bir gün nifak tohumları ve sinsice yürütülen çabaların acı meyvalarını vermeleri sonucu birbirlerine düşmeleri kaçınılmazdı belki. Bugün medeniyet uleması kesilenlerin çoğu o zaman ortalığın karışması için ellerinden geleni ardına koymamış olanlar… Maalesef muvaffakta olmuşlar. Gazaları mubarek olsun!.. Zülfü Livaneli’nin de değindiği gibi o çöküş döneminde, 1.Dünya savaşının yaşandığı o karanlık günlerde ‘emperyalizmin oyunları sonucunda’ farklı ırklara mensup Osmanlı yurttaşlarının zoraki yaşadığı bir can pazarı, bir kör vahşet var!..

 

O esnada Anadolu’nun dört bir yanında görünürde ‘eğitim’ amaçlı olarak açılmış yabancı kolejlerde yürütülen yoğun misyonerlik faaliyetlerinden Ermenilerde nasibini almış. Şöyle ki Ermenileri de kendi içlerinde Gregoryen ve Katolik olarak bölmeyi başarmışlar.

 

Otuz küsür yıldır içlerinde olduğum bu sanatkar, cefakar, dürüst, çalışkan insanların hakkında bilmediğim çarpıcı bir gerçeği Sayın Patrik Mesrop Mutafyan’ın Vatan Gazetesi’nde yayınlanan bir roportajı sayesinde öğrendim. Şöyle ki; Patrik Mutafyan “Benim temsilcisi olduğum cemaatten bile çoğu kişi doğrusunu bilmez ‘Biz Gregoryeniz’ der. Bu Rusların çıkardığı; “Siz Kirkoryansınız!” diyerek bizi küçümsemek için kullandığı bir şeydir. Halbuki biz aslında Doğu Kilisesi’ne bağlı Ortodoksuz” diyordu.

 

Geçenlerde televizyonda CNN Türk kanalında yayınlanan ‘5n1k’ programına çıkan bir Ermeni beyefendi “Bizim sizlen aramızın düzelmesini katiyyen istemezler. Bu onların hiç işine gelmez!” dedi dış ülkeleri kastederek.

 

İyi vallahi!.. Birileri bu topraklarda birlik, dirlik, düzen, güven, huzur, istikrar istemiyor diye biz yüzyıllardır bir arada yaşadığımız, yüzyüze baktığımız, acı tatlı günleri paylaştığımız en önemlisi kader birliği yaptığımız insanlarla durup durup birbirimizi mi yiyeceğiz?..

 

Hepimizin kimlik kartlarında yazılı ‘din’, ‘millet’ gibi öğeler var. Bunları bir tarafa bırakıp sadece ‘insan olmak’ mevhumundan yola çıkarak ‘Livaneli’nin tanımladığı gibi ‘Sıfatlarından sıyrılmış insan’ şeklinde kendimize ve diğer kişilere bakarsak ve kendimiz için istemediklerimizi, kendimize lâyık görmediklerimizi başkaları için istemez ve yapmazsak o zaman kimseye kalmayacak şu fâni dünyadaki her an sona erebilecek misafirlik sürecimizi muhakkak ki daha sağlıklı, mutlu ve huzurlu geçireceğiz.

 

Zülfü Livaneli uzun yıllardır sürdürdüğü istikrarlı çizgisiyle, piyasa müziğine hiçbir zaman itibar etmeyen kaliteli sözler ve melodilerle bezeli kitleleri coşturan albümleriyle; en önemlisi gülümseyen yüzü, pozitif duruşu ve huzur veren ses tonuyla kurduğu güzel cümleleriyle ‘tarafsız’ bir dava insanı. Türk-Yunan dostluğu adına yaptıkları; Türk-Ermeni meselesinde de -eğer bir uzlaşma sağlanması arzu ediliyorsa- konunun aklı selimle ele alınması için en ‘doğru kişi’ olduğuna işaret ediyor.

 

Kendi de yıllarca ‘sol ideoloji’ adına acılar çekmiş senelerce sürgün yaşamış biri. Kin, nefret, intikam gibi duygularla işi yok. Bu tip negatif hisleri bünyesinde beslemek kişinin önce kendini yakar. Ve ‘O’ bunun farkında…

 

Osmanlı’ya duyulan kuyruk acılarının yansımalarını halâ her fırsatta görüyoruz. O zaman taa fizandan kalkıp Yağma Hasan’ın böreğinden dilim kapmaya gelip de avucunu yalayanlar, savaş alanında bozguna uğrayanlar; bugün masa başında bizi altetmeye çalışıyorlar. Koskoca Osmanlı İmparatorluğu lime lime edilmiş kala kala küçücük bir Türkiye kalmış o bile gözlerine batıyor, fazla geliyor. Kurcalandığı takdirde ortaya çıkan gerçekler ‘Tencere dibin kara seninki benden kara!’ dedirtecek cinsten. Kimsenin geçmişini irdelemek, sen-ben davalarına girmek uzlaşma adına bir yarar sağlamaz.

 

Öyle bir coğrafyadayız ki bizi bize düşürmekten daima menfaati olanlar, her konuyu kendi çıkarı için malzeme haline getirmeye çalışanlar var. Kendimizi daha fazla kullandırmayalım. Geçmişte yaşanan acılar bir daha yaşanmasın…

 

Sonuçta tarih hep ‘kanla’ yazılmış!. Ben diyorum ki; artık başka bir mürekkep bulmanın zamanıdır. Dili, dini, ırkı, mezhebi bir tarafa bırakıp ‘insan olma’ zamanıdır.

Şiyma Aksekili