Haziran bitip, Temmuz başladığı zaman benim için adeta kabus dolu bir süreç başlar. O ay benim, Hakk’a yürümediğim ama bir çok can’ımın Hakk’a yürüdüğü sürecinde aslında bir başlangıcı. O tarih 2 Temmuz 1993’tür. Ateşle dans edenler, bir çok can’ı canandan ayırdılar. Aktüel Dergisi’nde çalışırken hem haber hem de semah dönmek, şenliklere katılmak için gittiğim Pir Sultan Abdal şenlikleri benim için “ille kardeşlik, ille güzellik, ille halay, ille omuz omuza” bir güzellik olacaktı. Ama karanlık bir kabusa dönüştü. İkisi otel görevlisi 37 insanımız, aydınımız, can’ımız yakılarak “tekbirler” arasında öldürüldü, katledildi.
 

12 yıl önce Sivas’ta, Pir Sultan Abdal’ı Anma Etkinlikleri’nde camilerden boşalan güruh, Madımak Oteli’ni sararak ateşe verdi. Sivas’ta yaratılan vahşi, acımasız provokasyonla, Madımak Oteli adeta ablukaya alındı.

Ankara Pir Sultan Derneği’nden gelen semahçılar, dostum Hasret Gültekin ve Muhlis Ağabey (Akarsu) hep beraber lobide saz çalıp türkü söylüyoruz. Ankara’dan gelen genç arkadaşlarımız da deyişlerle birlikte semah dönüyorlardı. Hasret’in söylediği, “Bir insan ömrünü neye vermeli, harcanıp gidiyor ömür dediğin. Yolda kalan da bir, yürüyen de bir, harcanıp gidiyor ömür dediğin” dizeleri halen beynimin içinde bütün çıplaklığıyla, yankısıyla duruyor.

Resepsiyondan bir ses, “Erhan Öztürk burada mı?” ben güzel, keyifli muhabbeti bırakıp sese gidiyorum. Görevli, “Ahmet bey aradı. Sizi standa çağırıyorlar” dedi. Can’lardan izin alarak koşarak fotoğraf çekmek için standların kurulduğu bölüme doğru gittim. Aradan geçen beş dakika geçmişti ki Otel’den dumanlar yükselmeye başladı. Namazdan çıkarak sevinç naraları atarak gelen bir grup güruh 35 can’ımızı hayatımızdan koparıp aldılar. 35 kişi çığlıklarla yanarak can verdi. Elbette bu provokasyonun ve katliamın sorumlusu sadece bir avuç şeriatçı değildi. Dönemin İnöne-Demirel Hükümeti maalesef Sivas olaylarına seyirci kaldı. Polis sanki emir almıştı, saldırganlara hiçbir müdahalede bulunmadı. Sonrasında ise dönemin tüm hükümet yetkililerinin yaptığı açıklamalar, saldırıları hoş göstermeye, gericiliğe prim vermeye yönelikti. Tüm yetkililer, “Halk tahrik edilmiştir. Dini duyguları incinenler galeyana gelerek bu müessif olayı yaratmışlardır” açıklamalarıyla saldırganların arkasında yer aldı. Sivas’ta yakınlarını kaybedenler ve Sivas katliamını lanetleyenler, bu kıyımın devletin ve yönetenlerin göstermeye çalıştığı gibi bir Alevi-Sünni çatışması olmadığını, Sivas katliamının arkasındaki gücün faşizm ve onun çeteleri olduğunu bildiklerini söylediler.

 

Müslümanlar kıyıma çağrılıyordu

 

Etkinliklerin ilk günü şeriatçıların sataşması ve tahrikleri oldu. Hatta bu sataşmalar küfürleşmelere kadar gitti. Yine etkinlik boyunca şeriatçıların dağıttığı,  “Müslümanlara” başlıklı bildiri ise çoktan katliamın sinyallerini vermeye başlamıştı. Pir Sultan Abdal etkinliklerinde yapılmak istenenin dinsizlik ve kâfirlik olduğunun vurgulandığı bildiride, Müslümanlar kıyıma çağrılıyordu. Bütün bunlar devletin saldırıdan haberdar olacağının açık göstergesiydi. Ve kıyım günü geldi. Cuma günüydü ve cuma namazından çıkanlar sloganları, taşları ve sopalarıyla saldırıya geçti. Polise olaylar esnasında “İzleyin, müdahale etmeyin” emri verilmesi üzerine saldırganlara hiçbir müdahalede bulunulmadı. Devlet, tarihin en acı yangınına ve yananlara seyirci kalmayı tercih etti.

 

Tüm şehiri yanık kokuları sarmıştı

 

Standın fotoğrafını çekmeye çalışan arkadaşım belki hayatımı kurtardı ama, can’ımı da yaktı. Her 2 Temmuz benim hem kurtuluş, hem yanarak öldüğüm gündür. 2 Temmuz Cuma günü zaman uzadı, kısaldı… Çoğaldı, azaldı… Sonra titredi yankılı sesler, diller tutuldu. Havada, yanık insan eti kokusu… Ve uçuşan küller…

Sonuç: Şeriatçı göstericilerin başarıya ulaşan ‘mübarek gazaları’!.. Karanlık ve dumandan göz gözü görmüyordu. Çığlıklar gitgide gökyüzüne yükseliyordu. Sonra, ortalığı bir sessizlik kapladı. Azgın şeriatçılar “zafer” işareti yaparak alanı terk ettiler… Geriye alev alev yanan otel ve yanık et kokusu kalmıştı. Saat 20.30’da bu yıkıntının içinden tanınmaz duruma gelmiş insan cesetleri çıkarılıyordu…

 

Aziz Nesin’i sürükleyerek indirdiler

 

Aslında olayların nedenini Aziz Nesin’in sözde “dinsizliği” gösteriliyordu; ama kalabalığın etkinliklere gidenlerin tümüne karşı gösterdiği tavır, ettiği küfürler hiç de öyle gözükmüyordu. Yangından yaralı olarak kurtulan ve katliamın baş sorumlusu ilan edilen Aziz Nesin, katliam sonrasında başlayan Sivas davasında, “Bir Sivas oyunu oynanıyor” diyordu. “Bu oyun Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM)’nde oynanmakta. Mahkemeye gönderilen belgeler, sanıklar, DGM’yi böyle bir oyunu ister istemez oynamak zorunda bırakıyor. Burada bağımsız mahkemenin istenci yürümüyor. Her mahkeme, kendisine verilen belgeler, ifadeler, gönderilen sanıklara göre yargılamayı sürdürmek durumundadır. Bir oyun oynanıyor demek yanlış. ‘Bir oyun oynatılıyor’ demeliydim. Beni de figüran olarak bu davaya katmak istiyorlar. Amaçları, bu ‘danışıklı dövüş’ oyununu sürdürmek. Aziz Nesin ise olayların ardından, “Katliamın sorumlusu TBMM üyeleri ve Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri” diyordu ve ekliyordu: “Ne denli bu oyunun figüranı olmak istemesem de ister istemez ben de bu ‘tiyatro’nun içindeyim. Salt bir ayrımım var. Hiç olmazsa yutmuyorum.

 

Sorumlu devlet

 

Sivas katliamının tanıklarından, dönemin Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Ankara Şube Başkanı Kamber Çakır, Sivas katliamından bu yana değişen bir şey olmadığını belirterek, Türkiye’deki düzenin ve sistemin yanlışlıklarının artarak devam ettiğine dikkat çekiyor. Toplumun sindirilmeye çalışıldığına işaret eden Çakır, her konuda bir asimilasyon politikasının devam ettirilmeye çalışıldığını, katliama olan tepkilerin yanlızlaştırılmaya ve

bireyselleştirilmeye itildiğini belirtiyor. Çakır, memura ve işçiye getirilen kısıtlamanın, Türk ekonomisinin gittikçe kötüye gitmesinin ve toplumu kimliksizleştirme çabalarının da bu politikaların içinde yer aldığını vurguluyor.
“Bütün oluşumlar 1993’ten daha iyi değil, daha kötü. Bir çaresizlik ve aymazlık aldı başını gidiyor” diyen Çakır, dava sürecini de Türkiye’nin içinde bulunduğu durumla orantılı buluyor. “Dava süreci bizi ve şehit ailelerini rahatlatmadı. Sanıklar birer maşaydı. Onlar beyni yıkanmış genç ve çocuktu. Bu olayın bir de perde arkası var” diye konuşan Çakır, bu davanın esas yönlendiricilerinin ortaya çıkarılmaması durumunda sanıkların idamının çözüm getirmeyeceğini söylüyor. Devletin “vatan, millet, bayrak” diyenleri görmezden geldiğini belirten Çakır, bunların nedenlerini, kendilerini iktidarda tutmanın yolları olarak değerlendiriyor. Bütün faili meçhuller, çeteler ve Susurluk’un karanlık gerisi ortaya çıkmadıkça değişen bir şey olmayacağına dikkat çeken Çakır, bu gidişle yeni Sivas ve Gazi olaylarının yaşanacağını söylüyor. Tek çözümün ise örgütlenmeden geçtiğinin altını çizen Çakır, örgütlenme bilincinin yerleştirilmesi ve hayata geçmesi gerektiğini vurguluyor.

Sivas katliamını kınayan birçok kitle örgütü ve parti de Madımak’tan yükselen kara dumanların ve kül birikintilerinin arkasında gizlenen gizli örgütlerin açığa çıkarılmasını istiyor. 2 Temmuz’u unutturmak isteyenlere karşı alanlarda olacaklarını söyleyenler, “2 Temmuz salt bir ağıt günü değildir artık. İşçilerin, memurların, gençlerin, aydınların seslerini, ellerini, öfke ve bilinçlerini birleştirdikleri bir mücadele günüdür de” diyorlar.

Benim içinse her 2 Temmuz adeta yangın yeri gibidir. Her iki Temmuz’da ölüp, dirilirim. Koca 12 sene geçti. Gelinen nokta ne? Katliama bizzat katılan hainler, katiller ellerini kollarını sallaya sallaya yurtdışına çıkıp, iş kuruyorlar. Gece uykularını ‘rahat’ uyuyorlar. Çocuklarına, sevdiklerine, annesine, babasına gülümsüyorlar. Ama gözlerdeki kin, nefreti sözde ‘Müslümanlık’ için yaptıkları katliamı toplumun gözünden, belleğinden asla silemeyecekler. Asla vicdanların mahkumiyetinden kurtulamayacaklar. Hasret Gültekin’in söylediği ve onunla anılır şu türkü hiç aklımdan gitmiyor:

 

Vakti seherde

Açılır perde

Düştüğüm yerde

Derman sendedir

 

Düşmüşüm kaldır

Mihnetim oldur

Ağlarım güldür

Derman sendedir…

 

Sivas’ta yitirdiklerimiz

Asım Bezirci, Metin Altıok, Behçet Aysan, Uğur Kaynar, Erdal Ayrancı, Asaf Koçak, Nesimi Çimen, Muhlis Akarsu, Muhibe Akarsu, İnci Türk, Hasret Gültekin, Nurcan Şahin, Muammer Çiçek, Özlem Şahin, Sait Metin, Yeşim Özkan, Nuriye Özkan, Carina Thuijs, Yasemin Sivri, Asuman Sivri, Belkıs Çakır, Menekşe Kaya, Koray Kaya, Edibe Sulari, Sehergül Ateş, Murat Gündüz, Serpil Canik, Ahmet Özyurt, Serkan Doğan, Mehmet Atay, Gülsün Karababa, Handan Metin, Gülender Akça.

Erhan Öztürk