Moda dergilerini dikkatli okuyanlar hatırlayacaktır; yüksek belli pantolonlar geri geliyor. Artık hepimizin gardırobunu dolduran düşük belli jeanlere yazık olacak belki ama, yerinde bir türlü durmayı beceremeyen şu moda denilen mevhum, yine yeni tarzlara gebe anlaşılan. Ne değişecek, çok belli değil şimdilik ama, şöyle bir baktığımızda etrafa, açık seçik bir şekilde 1980’ler havasının şu aralar pek bir revaçta olduğunu görememek de imkansız hani. Hoş sadece 80’ler değil, 70’lerin havasının da belki de 80’lerden daha ağır bastığı söylenebilir sokaktakilerin giyimine kuşamına. Tüm bir 20. yüzyılın belki de en kitsch dönemi olan 80’ler, diğer yıllara nazaran daha bir kendine özgü, daha bir “nev-i şahsına münhasır”. Şimdi bakalım 80’lerde ne giyilirmiş, ne modaymış, neye şık denirmiş, ne rüküşmüş. Bize yol gösteren de, en az kıyafetleri kadar “ilginç” olan 1980li yıllara ait filmler olsun…

 

O zamandan birebir aynen kullanılan aksesuarların başında güneş gözlüğü geliyor. Top Gun’da (Tony Scott, 1986) motosikletini güneş batışına doğru süren yakışıklı pilotumuz Tom Cruise’un gözlerinde gördüğümüz Ray-Ban’ler bir efsaneye göre mevzu bahis gözlük markasını mali krizden kurtarmış. Bugün sadece siyahını değil, hatta beyaz camlısını bile bulabileceğiniz bu gözlük, ya da daha bilinen ismiyle “pilot gözlüğü” maalesef Tansu Çiller’in gözlerine konuşlandığında, Türkiye’yi mali krizden kurtaramadı. Yine aynı filmde Tom ve diğer bilumum asker kankalarının giydikleri üzeri patchlerle kaplı deri montlar, şimdi sadece Rus turistlere hizmet veren dericilerde var, ama olsun, o zamanlar pek fiyakalıydılar. Kazak görmek isteyenler, Flashdance’i (Adrian Lyne, 1983) izleyebilirler. Jennifer Beals dönemin en güzide kıyafetlerini bir bir ifşa eder bu filmde. Kazaklar oldukça bol ve geniş yakalıdır. Renk olaraksa, olabildiğince parlak ve canlı renkler hakimdir. Fıstık içi yeşili, çingen pembesi…vs. Aksesuar olarak, son derece kalın, ve avuç içi kadar büyük tokalı kemerler kazağın üzerine giyilmelidir. Hatta mümkünse belde diyagonal bir şekilde takılmış olmalıdır. Bu kazakların Türkiye’deki temsilciliğini ise Ahu Tuğba ve Hülya Avşar almışlardır. Örneğin Beyaz Ölüm’de (Halit Refiğ, 1983) Ahu hanım, beyaz zehire alıştırılmadan önce ve ona yardımcı olan acar polis komiseri Tarık Akan’a aşık olduktan sonra devamlı bu kazaklardan giymektedir. Bu kazağın altına ise tamamlayıcı parça olarak giyilebilecek tek şey vardır, o da uzun bir tayt ya da streç bir kottur. Bayanlara baktığımızda hem Flashdance’deki Beals’ın, hem de unutulmaz Türk filmi Yasak Dans’taki (ki bu bir Lambada filmidir!!) Yasemin Evcim hanım kızımızın gardıropları bunlarla kaynamaktadır. Çünkü özellikle dansçı ve aerobikçi kızlar bu kıyafetlere bayılmaktadırlar. Ve maalesef tüm filmlerde aerobik sadece Vakkorama Gym’de yapılmaktadır, çünkü koca İstanbul’da başka spor salonu yoktur. Ve bu spor salonunun çalışanları; belki Modern Talking’den başka grup bilmediklerinden, kasetçiye çektirdikleri karışık Gala-Panorama kasetinden sürekli olarak Cherie Cherie Lady’yi çalmakta beis görmezler. Erkekler tarafındaysa Back To The Future üçlemesinin ilk bölümünde (Robert Zemeckis, 1985) Michael J. Fox bu pantolonların Jean versiyonuyla çıkar karşımıza. Bugün bol jeanlere alışan biri, bu jeanleri gördüğünde bir insan evladının bu dar şeyin içine nasıl olup da girdiğine hayret edecektir! Hadi girmek anlaşıldı, içinden nasıl geri çıkılacağı hala çözülmeye bekleyen bir fenomen gibidir. Dahası, Fox’un bu dar kotun üzerine giymiş olduğu kırmızı yelek, hem dönemin estetik tercihlerini özetlemekte hem de o devreler pek popüler olan, “stadyum ceket” olarak bilinen ve genelde futbol antrenörlerinin maç sırasında yedek kulübesinde dikilirken giydikleri ceketleri müjdelemektedir.

 

Dikkate değer bir başka giyim unsuruysa tabii ki mayolar… Şort mayoların ne olduğunun bile bilinmediği bu dönemde deniz ve havuza girecek şahısların, tek bildikleri şey erkekler için slip mayo, bayanlar için Banu Alkan tarzı bikinilerdir. En derin ve incelikli örneklerini belki de Türk sinema tarihinin en büyük projesi olan Bu ikiliye Dikkat! filminde görebileceğimiz bu mayo çeşidi, hala bir 80’ler nostaljisi olarak kalbimizde yerini korur. Banu Alkan ve Serpil Çakmaklı güzel vücutlarını(!) sergilerken; ipli bikini olarak da tanımlanabilecek üçgen mayo çeşidini giymektedirler kumsalda. Bir kiralık katili oynayan Yalçın Gülhan da siyah slip mayonun en zarif modellerini taşımaktadır zarif vücudunun üzerinde. Aslında Banu hanım her filminde bu mayoları giyer, sanki sözleşmesinde bu bikinileri giymezse filmden para kazanamayacağı yazarmış gibi…

 

Saçlara gelirsek… Bayanlarda perma ve röfle ağırlıktayken, erkeklerde genel trend “alamancı berber” olarak bilinen tarzdadır. Özellikle tepeden dev kıskaçlı tokalarla tutturulan saçlara örnek arayanlar, Hülya Avşar’ın gençlik dönemi filmlerini ya da St.Elmo’s Fire (Joel Schumacher, 1985) ve The Breakfast Club (John Hughes. 1984) adlı yapıtları izleyebilirler. Hoş adı geçen ikinci film sanki, bayanlara saçınızı nasıl yaptırmayın başlıklı bir seminer gibidir ya, neyse… Erkekler kıvır kıvır uzattıkları saçlarını, özellikle enseden uzatarak Almanya’dan gelmiş ve kenar bir mahallede kuaför dükkanı açmış bir zatın o benzersiz tarzını taşımaktadırlar. Saçı özellikle bu tarzda olanların altlarında mutlaka ama mutlaka bir çift “espadril” tabir edilen ayakkabı cinsinden vardır. Altı mantardan, üstü dandik ketenden müteşekkil bu ayakkabı cinsi, Miami Vice (Michael Mann) gibi televizyon dizileri başta olmak üzere; Meatballs, Weekend At Bernie’s, hatta Friday 13th gibi deniz ya da göl kıyısında geçen filmlerde görülür sıklıkla.

 

“Serseri” tarzı olarak binen kısa ve metal aksesuarlı deri ceketler bay/bayan demeden herkesin favorisidir. Terminator’da (James Cameron, 1985) Arnold Schwarzenneger, Cry Baby’de (John Waters, 1989) Johnny Depp bu ceketlerden giyerler. Ama en uç örnek Desperately Seeking Susan’da Madonna’nın giydiğidir. Üzerindeki zımbalardan siyah derinin görünmediği bu ceket, bir de parmak kısmı kesilmiş deri eldivenlerle tamamlanmalıdır. Günümüzde “Aragorn” eldiveni olarak da bilinen bu aksesuar, o dönemler asiliğin ve serseriliğin simgesidir. Hele bir de motosikletle tamamlanıyorsa…

 

Bunların yanında bir de, tek başına ikonalaşmış bir takım giyim öğeleri vardır ki, kendi başlarına birer moda yaratmışlardır. En başta akla gelen A Nightmare On Elm Street’in (Wes Craven, 1984) baş ve has adamı Freddy Krueger’ın giydiği kırmızı yeşil renkli, kalın çizgili kazağıdır. Bu kazak değişik renk kombinasyonlarıyla bile Freddy kazağı olarak pek çok gardıroba girdi. Beetlejuice ise (Tim Burton, 1988) siyah-beyaz çizgili Jean-Paul Gaultier tarzı bluzları gözümüze alıştırdı.

 

Aslında saç bantları, bileklikler, şoset çoraplar, havuç kesim jeanler..vs. gibi pek çok şey daha var; ama bu öyle büyük bir deniz ki yaz yaz bitmez. Video kulüpleri yaşamış biri olarak, en iyisi yine o dönemin filmlerini izleyip, tüm bunları o yıllarda bırakmak. Zaman geçiyor, moda değişiyor çünkü. Yine de tavsiyem, ki tecrübeyle sabittir, hiçbir kıyafetinizi atmayın: 20 yıl sonra çok hip olabilirler…!

Tuna Yılmaz